Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Rektör bahane, kavga Van'da değil Ankara'da
YÖK'ün öncülüğünde rektörler Van'da gösteri yapıyor. Gerekçe: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü'nün tutuklanması. İnsan, "Keşke YÖK, ünivesitelerin bilimsel özerkliğini korumak adına da bu tür eylemler yapabilse" diyor. YÖK Başkanı ve onun baskısıyla üşenmeden Van'a giden diğer rektörler tutuklanan rektöre destek verdiklerini açıklıyorlar. Mesele sadece rektörün tutuklanması ve tutuklanma biçimine karşı çıkmak olsa yine iyi. Belki bu vesileyle, "YÖK Başkanı ve rektörler, üniversitelerde cereyan eden hukuk dışı olaylara ve bilimsel düşünceyi engellemeye yönelik uygulamalara da son verirler" diye düşünmek mümkün olabilir. Ama tabii ki mesele bu değil. YÖK Başkanı, bu eylemi sadece rektör tutuklandığı için değil, cumhuriyeti korumak adına yaptıklarını açıklıyor. Bu nedenle işin rengi değişiyor. Zaten böyle olmasa YÖK neden bir tutuklamayı, hukukiliği tartışılır olsa bile büyük bir gösteriye dönüştürüp rejim meselesi, hatta bir kriz gerekçesi haline getirir? Meselenin, 28 Şubat darbesinden sonra, tarikatçıların eline geçtiği iddia edilen üniversiteyi, "laik cumhuriyet adına kurtarmak" amacıyla atandığı söylenen rektörün şahsında, 'cumhuriyeti korumak' olduğu söylenince iş değişiyor. Akan sular duruyor. Bu olayda YÖK'ün yargıya müdahale ettiği söyleniyor ve bu açıdan eleştiriliyor. Oysa ben, bu olayda yargıya müdahale gibi bir durum görmüyorum. Yargı genel olarak son zamanlardaki icraatları, uygulamaları ve kararları ile bu gibi müdahaleleri haklı kılıyor. Bir rektörün o şekilde tutuklanamayacağı muhakkak. Kendisi yokken evinin basılıp eşyalarına el konulması ve tutuklanmasının bile hukukiliği tartışma götürür. Nitekim hukukçular bu meseleyi dile getiriyorlar. Dolayısıyla yargı, yargıya olan güvensizliği bizzat kendi uygulamaları ile sağlamış bulunuyor. Orhan Pamuk hakkında açılan dava, Hırant Dink için verilen mahkumiyet kararının gerekçesi bu uygulamalardan sadece birkaçı. Yargı ne yazık ki kendisini, (Kuşkusuz istisnalar hariç) kanunlar çerçevesinde adalet dağıtan ve bunu yaparken bütün vatandaşlara eşit davranan bir kurum değil, devletin korumacılığını yapan bir kurum olarak görüyor. Bu yaklaşım, adalet düşüncesinin yara almasına neden oluyor. Vatandaşlarları, yargı mekanizmasının adaleti sağlayıp sağlayamayacağından kuşku duyar hale getiriyor. Bu çok vahim bir olay. Mesela, Mardin'in Kızıltepe ilçesinde, 12 yaşındaki öğrenci Uğur Kaymaz ve babasının polisler tarafından öldürülmesi ile ilgili davanın seyrine baktığımızda endişelenmemek elde değil. Dava, bilindiği gibi güvenlik güçlerinin talebi üzerine Eskişehir'e alındı. İleri sürülen gerekçe: Olay çıkmasını önlemek. Aslı: Öldürülenlerin yakınlarının duruşmalara katılmasını engellemek. Polisin bu olaydaki sorumluluğunu gözardı etmek. Buna rağmen Kaymazların salı günü devam edecek davasına yurt içinden ve dışından çok sayıda izleyicinin katılacakları öğrenilince Eskişehir Valiliği o gün kente girişleri yasakladığını açıkladı. Bilindiği gibi mahkemelerin aleniliği esastır. Ve yargı da bunu sağlamak zorundadır. Oysa bu olayda yargı, güvenlik güçleri gibi düşünmekte ve sadece o saikle hareket etmektedir. Dolayısıyla bu şartlarda gerçekleşecek bir duruşmanın ve alınacak kararın hukuken tartışmalı olacağı ve kamu vicdanını tatmin etmeyeceği şimdiden söylenebilir. Rektör meselesinde dönersek... Bu olayda da yargıya müdahale çok önemli bir fiildir ama bu şartlarda fazla önemsenecek bir durum sayılmamalıdır. Çünkü zaten yargı son yıllardaki uygulamalara baktığımızda, birçok kurum ve odağın etkisine açık hale getirilmiştir. Yargı da bu kaos ortamında başka kurumlara müdahele etmeyi bir hak olarak görmektedir. Ermeni Konferansı meselesinde kendisini idarenin, üniversitelerin yerine koymuştur. Kendisini yasamanın yerine koyduğu durumlar da vardır. Netice olarak YÖK'ün ve rektörlerin, yargının yanlış işleyişi nedeniyle değil, başka nedenlerle gürültü çıkardıkları ortada. Hatta tek amacın rektörü korumak ve kollamak değil, bazı odaklar adına hükümet ve arkasındaki siyasi irade ile yani Meclis'le, hatta genel oyla uğraşmak olduğu anlaşılıyor. YÖK, devlet içindeki bürokratik odakların da desteği ile bir siyasi örgüt gibi rejim meselele-rine girerek adeta hükümete karşı savaş açmış görünüyor. Bu haliyle de Türkiye'deki üniversite ve yüksek okulları bir çatı altında toplayan bilimsel bir kurumdan ziyade iktidarla, siyasi irade ile didişen bir güç odağı görüntüsü veriyor. Evet, "Van'da kavga var" deniliyor. Bana kalırsa kavga Ankara'da. Kavganın nedeni de iktidara sahip olma ya da sahip olunan erkleri bırakmama kavgası. Güç odakları sınır tanımıyor. Her anayasal kurumu, her kutsal değeri kullanmak mübah... Yargı, YÖK vesaire farketmiyor. Bu şartlarda AKP, bir yandan aksayan kurumlar için ciddi reform paketleri hazırlarken bir yandan da olan biteni kamuoyuna bütün açıklığı ile anlatmak yolunu tercih etmeli. Çünkü vatandaş, "Biz oy verdik, sorunları çözmek sizin göreviniz" derse haksız sayılmaz. Herşeye rağmen sistemi ve kurumları işletmek hükümetin görevi...
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |