Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
zarif bir nazire
İnsanlığın kültür hazinesi olan İstanbul'un, yedi tepe üzerinde kurulduğu söylenir. Surların içinde kalan bu tepeler şunlardır: 1- Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet Camii'nin bulunduğu tepe, 2- Çemberlitaş ve Nuruosmaniye Camii'nin bulunduğu tepe, 3- Beyazıt Camii, Üniversite ve Süleymaniye'nin bulunduğu tepe, 4- Fatih Camiinin bulunduğu tepe 5- Yavuz Selim Camiinin bulunduğu tepe, 6- Edirnekapı semtinde, Mihrimah Sultan Camii'nin bulunduğu tepe, 7- Kocamustafapaşa semtinin ve Kocamustafapaşa Camii'nin (Sünbül Efendi Camii) bulunduğu tepe. Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul'u fethettiğinde mevcut hayat tarzına müdahalede bulunmamıştı. Yalnız fizik yapısı bakımından şehrin İslâmî bir özellik göstermesi gerekliydi. Yani şehir; bedestenler, imarethaneler, ibadethaneler ve medreseler gibi İslâmî yapılarla bezenmek zorundaydı. Fatih Sultan Mehmed'in başlattığı, diğer Osmanlı padişahlarının da sürdürdüğü imar faaliyetleriyle İstanbul, Türk- İslam şehri oldu. Farklı dönemlerde de İslâm mührü "yedi tepe" üzerine ihtişamlı camilerle vuruldu.
MAVİ CAMİİ Birinci tepenin üzerinde bulunan Sultan Ahmed Camii ve külliyesi, Sultan 1. Ahmed tarafından yaptırıldı. İçindeki 20 bini aşkın çininin renginden ötürü yabancılar tarafından "Mavi Camii" olarak adlandırılan Sultan Ahmed Camii ve külliyesinin inşasına 1609 yılında büyük bir törenle başlandı. Sultan Ahmed Han, hocası Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri ile birlikte bizzat temel kazma işinde çalıştı. 1617 yılında cami, 1619 yılında ise külliye tamamlandı. İstanbul'un en büyük yapı komplekslerinden biri olan külliye; cami, medreseler, hünkâr kasrı, arasta, dükkanlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane ve kiralık odalardan oluşmaktaydı. Bu yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır. Geç Dönem Osmanlı Mimarisi eserlerinden olan Sultan Ahmed Camii, Mimar Sinan'ın yapı anlayışı içinde inşa edilmiş bir şaheserdir. Caminin mimarı, Sinan'ın ölümünden sonra başmimarlığa getirilen Sedefkâr Mehmed Ağa'dır. Bu büyük mimar, Sultan Ahmed Camii'ni, Koca Sinan'ın kullanmadığı bir yere, Ayasofya'nın karşısına dikmiştir. Bunda, bir İslâm eserinin bir Bizans eseriyle açık olarak karşılaştırılabilmesi düşüncesinin egemen olduğu muhakkaktır. Mimar Mehmet Ağa, caminin seviyesini yerden yüksek tutmakla da, Ayasofya karşısına yapılan binanın daha yüksek görünmesini sağlamıştır. Ayrıca, Ayasofya çevresinde duran bir insanın camiyi nasıl göreceği çok iyi hesaplanmıştır. Sultan Ahmed ile Ayasofya arasında duran bir kişi, Ayasoya'ya baktığı zaman azametli, oturaklı bir eser görür. Sultan Ahmed Camii'ne baktığındaysa yine azametli bir görünüm yanında; harim, avlu kesimi ve minarelerin panoramik görünümü ve zarif bir siluetle karşılaşır. TEK ALTI MİNARELİ CAMİ Külliyenin merkezini oluşturan cami, dört yarım kubbeli plân şemasının başarılı uygulamalarından biridir. Dört yarım kubbenin desteklediği büyük kubbe yaklaşık 34 metre çapında ve yerden 43 metre yüksekliğinde olup, 5 metre çapında dört fil ayağının üzerine oturmaktadır. Kubbe, genişliği ve yüksekliğiyle seyredeni adeta kendisine çeker. Caminin iç mekânı oldukça aydınlık ve ferahtır. Camiyi yerden kubbeye kadar 5 kat halinde ve rengarenk camlarla kaplı 260 pencere aydınlatır. Yapının en ayırıcı özelliği ise minareleridir. İstanbul'daki tek altı minareli camidir. Bu minarelerden dördü cami gövdesine bitişik ve üç şerefeli, diğer iki minaresi ise avlunun köşelerinde olup iki şerefelidir. Caminin büyük avlusu da ortasındaki şadırvanı ve çepeçevre revaklarıyla klâsik dönemdekilere benzer. Sultan Ahmed Camii, çinileri açısından da oldukça zengindir. Çinilerin tümü galeri biçimindeki üst mahfilin duvarlarını kaplamaktadır. Çinilerin yanı sıra, sedef kakmalı mermer mimber, işlemeli mermer mihrap, kalem işi süslemeler, sedef kakmalı ahşap kapı, pencere kapakları ve rahleler, kubbeye asılan devekuşu yumurtaları ve avizeler, Sultan Ahmed Camii'nin görülmeye değer güzelliklerinin bazılarıdır.
SULTAN CAMİNİN YAPIMINDA Dindarlığı ve insanlara merhameti ile tanınan Sultan Ahmed Han, caminin yapımında hocası Aziz Mahmud Hüdai ile birlikte bizzat kazma ve temel işinde çalışır. Rivayete göre kızı, bir gün babasını cennette çok ihtişamlı bir mekânda görür. Babasına hangi ameliyle böyle güzel mertebeye vâsıl olduğunu sorduğunda, Sultan Ahmed Han; "Kızım, bu camiyi yaptırırken sırtımda taş taşıdım. Bu makamı elde etmemin sebebi budur" der. Bir başka rivayete göre de; 1609 yılında caminin temel atma törenine katılan Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri, 1617 yılında tamamlanan caminin açılış töreninde de bulunmak ister. Caminin açılacağı gün boğazda dalgalar çok yüksektir. Kimse karşıdan karşıya geçmeye cesaret edemez. Ancak o boğazı bir kayıkla kolaylıkla geçer. Çünkü dalgalar ona yol açmıştır.
|
|
|
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |