T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
K Ü L T Ü R - S A N A T | 8 ARALIK 2005 PERŞEMBE | ||
|
Benim yaptığım bir gerçekliğe bakmak
Osman Akınhay, 'Ölüme Bakmak'ta, bütün kodlarıyla taşrayı ve artık buraya ait olmayan bir kentlinin taşrada yaşadıklarını anlatıyor.
78 kuşağını hikaye ettiği 'Gün Ağarmasa' adlı ilk kitabından sonra Agora Kitaplığı'ndan çıkan 'Ölüme Bakmak' adlı romanı ile "ölüm", "baba-oğul" ilişkisi ve "taşra" gibi zihniyet haritamızın anlatılmayan, görmezden gelinen bölgelerini anlatan Osman Akınhay ile yeni kitabını konuştuk. 'Ölüme Bakmak'ta niçin baba-oğul ilişkisini merkeze almayı tercih ettiniz? İktidar-baba ve ölüm kavramları zihninizde nasıl bir ortak paydada buluşuyor? Bu ilişki hep bir mesele olmuştur benim için; durmadan kaçak güreşerek etrafından dolanmaya çalıştığım, fakat sonradan, bu ülkenin ortalama erkeklerinin hiç birinin esastan halledemediği bir dert olduğunu gördüğüm bir olgu. Cenaze töreni, 'teatral' yanıyla insana bu fırsatı veriyor gibi görünüyorsa da, fiilen böyle bir yüzleşmenin pek de mümkün olmadığı kanısındayım. Bizim aile yapımız, ortalığı 'büyütülmeyen' adamlarla dolduruyor. Bu, tek başına, mühim bir şey üstünden atlayıp geçebileceğimiz bir soruna benziyor belki, fakat, otorite delisi bir toplumun her kademesinde karşımıza bu 'olgunlaşmayı bilmeyen' erkek-evlatlar dikildikçe, anlıyoruz nasıl bir çocukluğun içinde debelendiğimizi. Oğul babasının ölümüyle yüzleşirken bir yandan da uzun zamandır kaçtığı şeylerle karşı karşıya geliyor. Ailesiyle, kasabasıyla, içinde yetiştiği halkıyla... Bu yüzleşme niçin ancak babanın ölümüyle mümkün olabiliyor? Babanın ölümüyle nasıl bir 'yol' açılıyor'? Büyük kitleler halinde kentlere göçü izliyoruz hepimiz, ancak bu insanları şekillendiren zihniyet hâlâ geriye, 'küçük yer'e dönük. Ölüm olması şart değil, hastalık ve düğün gibi vesilelerle de döndüğümüz bir yer taşra. Hatırladığımız, eski sıcaklığını kaybetse de hâlâ içimizden bir şeylerin ılık ılık aktığını hissettiğimiz bir ortam. Ancak, gün geçtikçe de arkaik; kentleşmenin karşısında nal toplamaya mahkûm. Haliyle, babanın ölümü de bir yol açmıyor. Açılan yol, annenin ve ailenin diğer fertlerinin hayatının olduğu gibi sürüp gitmesi, ölüme doğru. Oğulun babasının ölümü dolayısıyla yaşadığı yüzleşmeleri Hasan Bülent Kahraman bir uzlaşma olarak değerlendiriyor. Siz bu yoruma nasıl bakıyorsunuz? Buna bir uzlaşma demek mümkün değil; ne gerçek anlamıyla bir yüzleşme/hesaplaşma oluyor, ne de uzlaşma/barışma. Sadece, ölüm devreye girip meseleyi keserek ortadan kaldırıyor. Anlatıcı bunu, "Babanın tasfiye olmasının ağza alınmaz sevinci," diye ifade ediyor nitekim. Ancak bu, oğulu halen 'evlat' halinde bıraktıran bir ferahlama. Oğul, vesayetten kurtulduğunu düşünse de bütün gelenekler, bütün zincirler onu kıskıvrak yakalamış vaziyette. Edebiyatımızda, özellikle 50'li yıllardan başlayarak büyük şehirlere yönelen göçlerden sonra önemli bir bölümü Köy Enstitüsü mezunu yazarlarımızın kaleme aldığı 'köy' edebiyatı dışında istisnalar haricinde kasaba, yeteri kadar yer almadı. Siz ölüme bakarken bir yandan da taşraya da bakıyorsunuz. Niçin taşrayı seçtiniz? Taşrayı seçen ben değilim, beni seçen taşra. Bütün kodlarıyla, boynumuza taktığı tasmayla. Tepeden modernleşmeyle olup olacağı da bundan öte bir şey değil. Buna karşın, cemaat ruhunun ancak etek çekerek tutunmaya çalıştığı da ortada. Bugünün ne kentli ne de taşralı bilinci, esas meselelerimize, kaygılarımıza ilaç olacak halde değil. Benim yaptığım bir gerçekliğe bakmak. Onun içinde, hayatı da içeren ölüme baktığını düşünmek. Üstelik, onu sahiden algılamanın mümkün olmadığını bile bile. Çok sıcak, çok yaşanmış/yaşanılabilecek bir metin 'Ölüme Bakmak', ama böylesi konuları işleyen metinlerde çokça düşülen lirik ve kötü şiirimsilerden de farklı. Böylesi sıcak bir konuda kesinlikle soğuk değil ama mesafeli bir anlatımı nasıl yakaladınız? Çünkü artık ne o coğrafyaya, ne o çevreye, ne o aileye ait. Oğulun bedeni kendini cemaatin asırlardır benimsediği ritüellere harfi harfine uydurmaya meyilliyken, zihni oradan oraya savrulup duruyor, fakat şekli şemali olan bir yörünge tutturmayı da başaramıyor. Bir bakıma ülkenin hali; bir yerlerden tutup derlenmesi gerektiğinin bal gibi farkında, ancak ucunu yakaladığı, çare sandığı değerler silsilesinin hepsi bir arkaikleşme sürecinde. O yüzden, seyirci olmaktan öteye gidemiyor. Bakıyor sadece... Güneydoğu'nun çocukları Güneydoğu'da yaşanan terör bugüne dek birçok yönden ele alındı, fakat terörün eğitim üzerindeki olumsuz etkileri, öğrenci ve öğretmenlerin bu bağlamda yaşadığı ruhsal bunalımlar hep göz ardı edildi. 1992-1994 yılları arasında Güneydoğu'da öğretmen olarak görev yapan Bilal Civelek bu dönemde yaşadığı sıkıntılı dönemleri anlattığı Popüler Kitaplar arasından çıkan 'Bir Nefeste Güneydoğu: 'Dokunmayın Portakalime'de terörün eğitime vurduğu darbeyi ele alıyor. Şiddete bizzat tanık olan ve can güvenliği olmadan hayatlarına devam etmek zorunda kalmış insanların öykülerinin anlatıldığı kitapta, o dönemlerde çocukların geçirdiği ruhsal sorunlara, yoksulluğa ve o çocuklara eğitim veren öğretmenlerin durumuna dikkat çekiliyor. Kitap, gerçek hayattan alınmış örneklerle zenginleştiriliyor. İz peşinde Ünlü yazar Stuart Woods'un kendisi kadar ünlü kahramanı Stone Barrington, Takip'ten sonra şimdi de 'Kirli İş' romanıyla karşımıza çıkıyor. Bilge Kültür Sanat'tan çıkan romanın konusu şöyle: Avukat Stone Barrington bağlı bulunduğu hukuk şirketi tarafından, önemli bir müvekkilin kendisini aldatan eşinden ayrılması için delil toplamakla görevlendirilir. Ancak müvekkilin eşinin ölü bulunması ve kadının kaybolmasıyla Stone kendini Manhattan sokaklarında yaşanan amansız bir kovalamacanın tam ortasında bulacaktır. Elit mi? popüler mi? Kültürel eşitlik, sınıf ayrımı ve kent kültürü gibi konulardaki çalışmalarıyla tanınan Heirbert J. Gans'ın 'Popüler Kültür ve Yüksek Kültür' isimli çalışması YKY tarafından yayınlandı. Popüler ve yüksek kültürün eksileri artılaryla tartışıldığı, aralarındaki farkların gözler önüne serildiği kitap, bu önemli konuyu uzman bir sosyolog ve usta bir yazarın kaleminden okumak isteyenler için yeri doldurulmaz bir kaynak sunuyor.
Sihirli bir kese olsa... Ödüllü yazar Nur İçözü'nün, on yaş üzeri çocuklar için kaleme aldığı yeni kitabı 'Sihirli Düşler Kesesi' Altın Kitaplar arasından çıktı. Geleneksel motiflerle güncel yaşamı fantastik örgüler içinde aktaran kitapta Avustralya'da çalışan babasının dönüp ona sünnet düğünü yapacağı hayalleri kuran Memocan'ın, köye gelen çadır tiyatrosunda meddahı görmesiyle değişen hayallerini ve bu hayallerle şekillenen hayatını konu alıyor.
Bir cumhuriyet ozanı Kendinden önce gelen halk şairlerinden kalın çizgilerle ayrılan bir Cumhuriyet dönemi ozanını anlatan 'Aşık Veysel' isimli çalışma Türk Edebiyatı Vakfı tarafından yayınlandı. Yavuz Bülent Bakiler'in kaleme aldığı kitap, Anadolu'nun en büyük ozanlarından olan Aşık Veysel'in yaşamını roman tadında sunarken, onun ülkesini seven, birleştiren ve yücelmek için çırpınan örnek bir şair olduğunun altını çiziyor.
Usta şair Özel'den Usta şair İsmet Özel'in 'Of Not Being a Jew' isimli şiir kitabı Şule Yayınları tarafından yayınlandı. "Ölüm Kere Ölüm/Ölüm Kare","Dinosorus'un Rinoseros'a Bitimsiz Yakınması", "Rinoseros'un Dinosorus'a Can Yakan Bir Cevabı", "Kısa Pantolon, Paslı Çakı, Dizde Kabuk Bağlamış Yara" ve şairin son şiiri "John Maynard Keynes'ten Nefretimin Yirmi Sebebi" kitapta yer alan şiirlerin bazıları.
Derunî yaşamdan Bediüzzaman Said Nursi'nin tasavvuf ve tarikata ilişkin fikirlerini ortaya koyduğu metinlerin derlenmesinden oluşan 'Tasavvuf Risalesi' Sufi Yayınları tarafından okuyucu ile buluşturuldu. Derlemeyi yapan Sadık Yalsızuçanlar kaleme aldığı uzun giriş yazısında, günlerini tefekkürle bereketlendiren, gecelerini zikir, vird ile geçiren Bediüzzaman'ın derunî yaşayışıyla irfanî damardan beslendiğine dikkat çekiyor.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |