AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
Birgün'ün 'çığlığı'na kayıtsız kalmayalım

Birgün'ün "çığlığına" kayıtsız kalmamaya çalışalım... "Başka yerlerde" karşılaşamayacağımız kimi "dosyalar"ın Birgün aracılığıyla önümüze gelebileceğini unutmadan "karınca kararınca" da olsa gazetenin açtığı "dayanışma" kampanyasına bir el de biz atalım....

Birgün gazetesi 255. sayısının baş sayfasında siyah zemin üzerine şu duyuruyu yayımladı: "ÇIĞLIK / Bu, gazeteciliğin imdat çığlığıdır! ÖZGÜR VE BAĞIMSIZ BİR ÜLKENİN EMEKTEN YANA ONURLU SESİ OLMAK İSTİYORUZ, SUSTURMAK İSTİYORLAR..."

Birgün gazetesi henüz bir yaşını bile doldurmadan büyük bir mali sıkıntı içine düşmüş görünüyor....

"Patronsuz ve gerçekten bağımsız bir gazete" olma yönünde gösterdikleri çabanın devamı için "bir başka dünyanın mümkün olduğuna inananlar"dan destek isteniyor:

"Ey bu ülkenin aydınları, demokratları! Bağımsız bir yayın organına, yediğimiz ekmek, içtiğimiz su, soluduğumuz hava kadar ihtiyacımız var. Bağımsız habercilik kanallarına sahip olamadan demokrasi ve özgürlükler mücadelesi verebilir miyiz?"

Birgün'ün baş sayfasına taşıdığı "ÇIĞLIK", bir "imdat çığlığıdır":

"Bu, gazeteciliğin imdat çığlığıdır! Bizler, hep birlikte yarattığımız bu patronsuz gazetenin yaşaması için gücümüzün son damlasına kadar direneceğiz. Maaşlarımızı kağıt parasına, matbaaya yatırıp 'peşin para' diye bastıranlara karşı ayakta durmaya çalışacağız. Milyonlarca dolar borcu olanlara göz yumanların, 'borcunuz var' diyerek bizim bilgisayarlarımıza el koyma girişimlerini boşa çıkarmak için her şeyi yapacağız."

Biliyorsunuz; Birgün gazetesi de "iyi" ve "kötü" günleriyle Kronik Medya'nın da yakından ilgilendiği bir gazete. Gazete bugüne kadar kimi günler yanılıp "büyük gazete"leri çağrıştıran manşetler atmış olsa da, Birgün'ün arkasında birkaç doğum günü bıraktıktan sonra sayıları mutlaka çok daha artacak olan okurlarının karşısına çok daha farklı bir gazete olarak çıkacağına inanıyoruz...

Dolayısıyla, Birgün'ün "çığlığına" kayıtsız kalmamaya çalışalım... "Başka yerlerde" karşılaşamayacağımız kimi "dosyalar"ın Birgün aracılığıyla önümüze gelebileceğini unutmadan "karınca kararınca" da olsa gazetenin açtığı "dayanışma" kampanyasına bir el de biz atalım....

Farkındayız; "tiraj savaşları"nın hız almaya başladığı şu günlerde bir gazeteden, üstelik okurlarının pek de tanıyıp bilmediği bir refiki için böyle bir çağrıda bulunulması hiç mi hiç âdetten değildir. Ama gelin bu "teamül"ü de bozalım ve baharın ancak "çok çiçekle" gelebileceğini unutmayarak, "çok sesli" bir medya dünyasının oluşabilmesi için hiç değilse arada bir de olsa bir Birgün de biz satın alalım... (K.B., A.G.)


'Çaput kesme'ye farklı bakışlar...

Şahin Alpay (Zaman, 28 Aralık): Başbakan'ın son Şam ziyareti sırasında Emeviye Camii'nde adak adayanlar tarafından mihraba bağlanan çaputları "Bu şirktir" diyerek makasla kesip atması ise çok düşündürücü. Başbakan dini bir otorite midir, yoksa siyaset adamı mı? Camii ziyaret eden kişi bir din otoritesi bile olsa, bu ona adağa inanan Müslümanların inancına karışma yetkisi verir mi? İnançlara müdahale edilmesinden yakınan bir siyaset adamının bu davranışında tutarlılık olmadığı besbelli.

Nuray Mert (Radikal, 28 Aralık): Bana sorarsanız, bir başbakanın gittiği ülkede, cami ziyaretinde, 'din dersi' vermesi, yakışık alır bir hadise değil, bu bir. Dahası, yukarıda da bahsettiğim gibi, bu bölgeye 'çekidüzen vermek' projelerinde, Türkiye'nin taşeronluğu gölgesi, barış ve dostluğu gölgeleyen, tabloyu bir yanından bozan bir etkenken, bu tür bir davranış daha da tatsız, bu da iki!

Zira bu, söz konusu olaya mahsus bir tartışma konusu değil. Erdoğan'ın bu davranışı, çok daha geniş ve derin bir din tartışmasının bir uzantısı. Bu tartışmanın arka planında, sizin de, hiç değilse her ramazan TV tartışmalarına düşen, türbelere çul-çaput bağlamak, hatta türbe ziyareti gibi davranışları, gerçek dine aykırı ve hatta onu yozlaştıran, 'hurafe'ler, uydurma alışkanlıklar olarak karşı çıkma yaklaşımı var. Kimsenin, ibadet veya ziyaret yerlerine çaput bağlamayı veya benzerini, dinen ciddiye alacak, şahane bir dindarlık örneği olarak tarif edecek hali yok.

Ama, böylesi, diyelim, 'havai' davranışlar, din dışı veya İslam dışı olunca neden, kimsenin hiddetini çekmiyor, hatta sevimli bile bulunuyor da, iş Müslümanların, kendince edindikleri uyduruk veya değil, alışıklanlıklara gelince, birdenbire ciddileşiyor. Mesela neden, kimse yılbaşı dolayısıyla tüm alışveriş merkezlerinde cirit atan 'Noel Baba'lara, isyan edip, 'Kaldırın bu soytarı kılıklı adamları etraftan, ne Noel Babası, ne hediyesi, çocuklarımızın kafasını hurafe ile dolduruyorsunuz' demiyor? Veya çam ağacı süslemek de, bir nevi çama çaput bağlamak değil mi? 'Ama kimse ondan medet ummuyor' mu diyorsunuz? Ondan ummuyor da, çağdaş, modern dediğiniz adam ve kadınlar, 'burçların dünyası'ndan ve buna benzer bir sürü şeyden başını alamıyor, burçların hareketinden medet umuyor, Başbakan'ın gazetelerin burç sayfasını yırtacağını tasavvur edebiliyor musunuz?


Dizi dizi 'ölü Asyalı' görüntüleri ve Susan Sontag

11 Eylül'ün hemen ardından başlayan "11 Eylül kurbanlarının fotoğrafları yansıtılmalı mıydı?" tartışmasını mutlaka hatırlıyorsunuzdur... Amerikan medyasının "ağız birliği etmişçesine" bu fotoğrafları ve televizyon görüntülerini yayımlamadığını da... Hafızanıza müracaat edin: Gözünüzün önüne böyle fotoğraflar-görüntüler gelmiyor, değil mi?

Tartışmanın iki tarafı vardı: Amerikan medyasının bu tavrını "doğru" bulup "bizde neden böyle olmuyor" diye iç geçirenler ve "Bu tutum genel olarak doğru olabilir, ama bu öyle bir olaydır ki, anısını sürekli canlı tutabilmek için bu kez farklı davranmak daha doğru olurdu" diyenler...

Dün, Radikal yazarı Turgut Tarhanlı'nın, önceki gün ölen Amerikalı yazar Susan Sontag'ın son kitabı "Başkalarının Acısına Bakmak"tan yaptığı kısa alıntı, bu tartışmanın ne kadar yavan olduğunu gösteriyordu bir bakıma... "Yavan" ve "eksik", çünkü "Amerikalıların sadece kendi ölülerinin görüntülerine ilişkin tavırları" üzerinden yürüyen bir tartışmaydı o. Aynı Amerikalıların "başkalarının ölüleri" söz konusu olduğunda nasıl davrandıklarına dair hiçbir şey söylemeyen; 11 Eylül'ün o ketûm televizyonlarının bugün Asyalı ölülerle dolup taşması konusunda hiçbir şey söylemeyen bir tartışma... Kendisini "Sersemlemiş bir estetikçi, takıntılı bir ahlakçı ve ciddiyet bağnazı" olarak tanımlayan Sontag gibilerin derin duyarlılığı olmaksızın dünyaya ilişkin kavrayışımızın ne kadar "yavan" kalacağını hep birlikte bir kez daha anlayabilelim diye, sözünü ettiğimiz alıntıyı biz de sayfamıza alıyoruz: "Egzotik ülkelerde yaşayan koyu renkli insanların başlarına gelen canavarlıkların fotoğraflarının sergilenmesi, bize kendi şiddet kurbanlarımızın bu şekilde teşhir edilmesine nasıl karşı çıktığımızı unutturarak, bu alışkanlığı devam ettirmektedir; ne de olsa ötekiler, düşman sayılmadıklarında bile, aynı zamanda (bizim gibi) bakan kişiler değil, yalnızca (kendilerine) bakılacak kişiler sayılmaktadır." (A.G.)


31 Aralık 2004
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED