|
|
Durgunlukla mücadele ve istihdam problemi
Şubat krizinin en çarpıcı sonuçlarından birisi de ekonomide durgunluğu başlatmasıdır. Durgunluğun temel belirleyicisi tüketim harcamalarıdır. İç tüketim harcamalarındaki değişim ise iç talebin yönünü tayin etmektedir. İç kamu finansman açığının kapatılması yöntemi 1990'lı yılların başından itibaren radikal değişikliğe uğramıştır. Bütçe açıkları bu tarihten önce Merkez Bankası kaynakları kullanılarak (para basılarak) kapatılırken bu tarihten sonra piyasalardan borçlanılarak finanse edilmeye çalışılmıştır. Bütçe açıklarının finansmanı yönetimindeki söz konusu değişiklik, toplum kesimlerinin milli gelirden aldığı payların önemli ölçüde değişmesine yol açmıştır. Ülkemizde her yıl milli gelirin yaklaşık % 40'ı bütçe uygulaması ile yeniden dağıtılmaktadır. Bu nedenle bütçe kalemleri arasındaki oransal değişim, milli gelir pastasının paylaşım oranlarını da değiştirmektedir. Bütçe açıklarının finansmanında Merkez Bankası kaynakları yerine borçlanma yoluna gidilmesi, sermaye sahiplerinin bütçe üzerindeki payını büyük oranda artırmıştır. 1980 yılı bütçesinde faiz ödemelerinin harcamalar içindeki payı % 5'in altında iken bu oran 2002 yılı bütçesinde % 45'i aşmıştır. Buna karşılık ve doğal olarak diğer harcama kalemlerinin oranı düşmüştür. 1990 yılı bütçesindeki personel harcamalarının % 39 olan payı, 2002 bütçesinde % 20'ye, 1990 yılında % 15 olan yatırım harcamalarının payı 2002 yılı bütçesinde % 6'ya gerilemiştir. Benzer eğilim tarım kesimine bütçeden aktarılan kaynaklar için de geçerlidir. Faiz geliri elde edenler toplumun üst gelir grubunda bulunan kişilerdir. Bütçenin personel ve yatırım harcama kalemlerinden pay alanlar ile çiftçiler ise toplumun orta ve alt gelir grubunu oluşturmaktadır. Bütçe harcama kalemleri arasındaki belirtilen oransal değişim, toplumdaki tasarruf-tüketim dengesini bozmuş ve toplumsal tüketim eğilimini azaltırken tasarruf eğilimini nisbi olarak yükseltmiştir. Bunun nedeni açıktır. Zira, gelir düzeyi düşük olan kişilerin (marjinal) tüketim eğilimleri yüksektir. Bu kesim artan gelirlerinin büyük bölümünü tüketime kanalize ederler. Gelirlerindeki veya satın alma güçlerindeki azalma ise doğrudan tüketim harcamalarında azalmayı ifade eder. Orta ve alt gelir grubundaki kişilerin pay aldığı harcama kalemlerinin bütçe içindeki paylarının azalması tüketim harcamalarının reel olarak azalmasını beraberinde getirmiştir. Faiz geliri elde eden ve toplumun üst gelir grubunda bulunan kesimin bütçeden ve dolayısıyla milli gelirden aldığı payın önemli ölçüde artması ise bu kesimin tüketim harcamalarını aynı oranda artırmamıştır. Bunun nedeni üst gelir grubunda bulunan kişilerin (marjinal) tüketim eğilimlerinin düşük, buna mukabil (marjinal) tüketim eğilimlerinin yüksek olmasıdır. Bir örnekle açıklamaya çalışalım. Aylık kazancı 15 milyar lira olan bir kişinin aylık gelirinde 10 milyar liralık ilave bir artış sağladığınızda ilave 10 milyar liranın küçük bir bölümü tüketime aktarılır. Zira, söz konusu kişi 15 milyar liralık geliri ile tüketim harcamalarını finanse etmekte ve hatta bir bölümünü tasarrufa yönlendirmektedir. Diğer taraftan, aylık geliri 400 milyon lira olan bir işçinin maaşına 100 milyon liralık bir katkı sağladığınızda ilave 100 milyon liranın tamamına yakını tüketim harcaması için kullanılır. Zira, 400 milyon liralık gelir kişinin temel tüketim alımları için yetersizdir ve tasarruf eğilimi neredeyse sıfıra yakındır. VE DURGUNLUK
Satın alma gücünü, tüketim eğilimi yüksek olan gruptan alıp, tüketim eğilimi düşük olan gruba aktardığınızda tüketim harcamalarında reel düşüş kaçınılmazdır. Bunun anlamı, toplumun daha az gömlek, daha az et, daha az akaryakıt v.b. tüketmesi demektir. Üretilen mal ve hizmetlere olan talebin azalması, mal ve hizmet üreten işletmelerin üretimlerini düşürmelerini ve çalıştırdıkları işçilerin bir bölümünü çıkarmalarını beraberinde getirir. Şubat krizinden sonra yaşanan ve halen tam olarak aşılamayan durgunlukta, yukarıda tanımlamaya çalıştığımız değişimlerin belirleyici etkiye sahip olduğunun unutulmaması gerekir. 2000 yılı boyunca baskı altına alınmış kur politikasından kaynaklanan ucuz ithal mallarının talep edilmesi nedeniyle ortaya çıkan fiktif canlılığın Şubat krizi ile son bulması, durgunluğun bütün çıplaklığı ile görülmesini sağlamıştır. Eğer ekonomideki durgunluk, alt gelir grubunda bulunan kişilerin reel gelirlerinin azalmasından kaynaklanıyorsa, çözüm bu kesimin gelirlerinin artırılmasından geçmektedir. SSK VE BAĞ-KUR ZAMLARI
58. Hükümet'in ilk yaptığı önemli icraatlardan birisi SSK ve Bağ-Kur emeklilerine yüksek oranlı zam yapmasıdır. Maaşı 60 milyonla 400 milyon arasında değişen SSK ve Bağ-Kur emeklilerine ortalama olarak % 33 oranında zam verilmiştir. Düşük maaş alanlarda zam oranı % 100'ü bulmaktadır. Gerçekleştirilen zam oranı hedef enflasyon oranının bir hayli üzerindedir. SSK ve Bağ-Kur emeklileri toplumun en alt gelir grubunda bulunan ve tüketim eğilimi son derece yüksek olan bir gruptur. Zamla birlikte bu kesime bir yılda aktarılacak olan 3.2 katrilyon liralık kaynağın tamamına yakını tüketim harcaması olarak ekonomiye dönecektir. Ocak ayından bu yana da dönmeye başlamıştır. 2003 yılı rakamlarına bakıldığında bu kesime yapılan reel aktarmalar daha net olarak ortaya çıkar. 2003 yılı bütçesinde, SSK'ya ayrılan ödenek bir önceki yıla göre % 44.3 oranında ve Bağ-Kur için ayrılan ödenek ise % 39.1 oranında artırılmıştır. SSK ve Bağ-Kur emeklilerine yapılan ve bazı kesimlerce popülist politika olarak tanımlanan yüksek oranlı zamların sosyal boyutu elbette önemlidir. Gerçek anlamda temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan bu insanlara yapılan zam rahat bir nefes almalarını sağlamıştır. Ancak, bize göre daha önemlisi, bu politikanın ekonomik sonuçları, yani, durgunluğun aşılması ve istihdam imkanlarının artırılmasına olan olumlu katkılardır. Bu konuyu önümüzdeki hafta işlemeye devam edeceğiz.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |