|
|
Tomris Uyar
Tomris Uyar öldü. Öykülerinde de, çevirilerinde de, işini önemseyen, benimseyen bir tutumun dirençli izleyicisi oldu. Günlükleriyle titiz ve tutumlu kişiliğini olabildiğince okuyucusuna açtı. Adını ilk duyduğumda yadırgamıştım. Tomris? Azınlıklardan mıydı? Sonra öğrendim, Tomris'in bir Türk kraliçesinin adı olduğunu. Belleğim beni yanıltmıyorsa, kimi bulmacalarda böylece sorulduğuna da rastladım. Gerçi İskitlerin (Sakalar) Türk sayılıp sayılmayacakları tartışılabilir ama Herodot'un anlattığı efsaneye göre kraliçe Tomris, Keyhüsrev'i kan içinde boğarak öldürmeyi başarmış. Türklüğün İslâm öncesi tarihini öne çıkarmaya çalışan "Türk tarih tezi"nin baskın olduğu yıllardan birinde, 1941'de doğan kıza Tomris adının verilmesi anlaşılabilir bir durum. Fakat Tomris Uyar, Türkçü bir çizgiyi değil, ümanist-sosyalist diyebileceğimiz bir çizgiyi benimsedi. Ve kendisini siyasetten çok, edebiyatın içinde konumlayıp inşa etmeye çalıştı. Yaptığı işte derinleşmeyi önceleyen tutumuyla belli bir saygınlık kazandığını ve bu saygınlığı koruduğunu düşünüyorum. "Bir uyumsuzun notları" altbaşlığını verdiği günlüklerinden oluşan Günlerin Tortusu'nun ilk baskısını 1985'te Ada Yayınları yapmış. Rastgele bir sayfa açıyorum: "8 Haziran 1983 Uğur Kökden'le bir çay bahçesindeyiz. Üstümüzde yine soğuk, kurşun gibi bir gök. Çocuklar, masaların arasında koşuşup yine de Pazarın tadını çıkarmaya çalışıyorlar. Babalar –çoğu genç- "boyalı" gazetelerine gömülmüş. Anneler, o gazetelerin daha da boyalı eklerini okuyorlar. Suskunluk. Çevremizdeki herkes, şu akıp giden kayıtsız deniz gibi duyarsız insan acılarına. Sanki herkes kişisel bir sansür uygulamış yaşamına, sesine. Uğur ile bu suskun nüfusun yüzde 5'ini falan oluşturduğumuzu düşünüyoruz." Yirmi yıl bir ay sonra ne değişti ülkemizde? Belki "boyalı" da olsa gazete okuyan babaların annelerin oranı biraz daha azalmıştır. Devam edelim: "Bir Fransız filmiydi. Düşlerimde kaldığı kadarıyla bir içki evinde geçiyordu. (Düşlerde kalan şeylere ne kadar güvenilebilir ki? Şimdi, yıllar sonra ben yeniden kuruyorum sanki gördüğüm filmi. Yılların bana kattığı ayrıntıları ekliyorum, aslında varolan ayrıntıları anımsamamayı seçiyorum belki.)" Tomris Uyar'ın "düş" sözcüğünü "rüya" anlamında kullanmadığı belli. "Hâfıza" demeyecekse "bellek", "hayâl" ya da "muhayyile" demek istemiyorsa "düşlem" ya da "imgelem" dese daha hoş olmaz mıydı? Olurdu. Tomris Uyar'ın dil titizliği, Türkçe işçiliği hakkında beslediğim olumlu kanı, sarsılıyor biraz. Sonra filmin özetini veriyor Tomris Uyar: Yaşlı bir aristokrat, Fransız direniş örgütü üyesi gençler kurşuna dizileceğinde, salt onlarla aynı içkievinde aynı ortamı paylaştığı için kendisinin de kurşuna dizilmesini ister. Üstelik bunu, infazcıların da, "suçlu" gençlerin de karşı çıkmalarına rağmen yapar. Anlamlı bir öykü. Sonra şu cümle: "Kültürü silip süpüren amansız savaşın kendine özgü bir kültür geliştirdiğini bana sezdiren ilk metindi bu." Metin? Ama bunun bir Fransız filmi olduğu söylenmiş ve olup bitenler, izlenmiş bir filmin anlatımı gibi anlatılmıştı! Tomris Uyar'ın sinemadan televizyondan çok, kitapla yazıyla uğraşmasına bağlanabilir bu dalgınlık. Demek ki, titiz bildiğimiz yazarlar da dikkatsizlik edebiliyor ve onları okurken de dikkatli olmamız gerekiyor.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |