|
|
ABD'nin gücü ve aklı
ABD'nin dünyanın en büyük gücü olduğunda şüphe yok. Ama, bu güce denk bir akılla yönetildiğini tartışmak gerekiyor. Amerika'ya egemen olan grup, bu ülkenin dev gücünü kullanarak politika yapıyor. Dünya ile ilişkilerini gücü ile tanzim ediyor. Ama akıl dozu düşük bu politika, her gün daha net biçimde bu dev ülkeyi batağa doğru sürüklüyor. Amerika'nın emperyal politikalarının Ortadoğu'da (Avrasya ekseninde) yoğunlaştığı söylenebilir. Muhtemel ki, gelecekte Çin'i kuşatmayı arzu ediyor. Ve onun öncesinde, Çin'e mücavir olan alanları hakimiyet altına almayı hesaplıyor. Bu, Kuzey batı Afrika'dan Çin sınırına kadar olan bir büyük coğrafya demek. Bu coğrafyanın ana karakteri ise üzerinde müslüman toplulukları barındırıyor olması. Böyle bir emperyal gücün aklından beklenen, bu büyük coğrafyada çıkarlarını uzun süre devam ettirebilmek için, bu coğrafyanın sakinleri ile barışçı ilişkiler kurmak değil midir? Sömürge çağlarının çoktan sona erdiği bir dünyada, silah zoru ile sömürgecilik sürdürmek mümkün değilse, Amerika, sömürge statüsünden çok uzakta bir çerçeve oluşturmak zorunda değil midir? Ama görünen o ki, Amerika ile İslam coğrafyası arasındaki ilişki, uzun vadede sağlıklı biçimde sürdürülebilir bir ilişki olmaktan çok uzaktır. Çünkü çok kaba biçimde kuvvetin belirleyici olduğu bir ilişki biçimi sürdürülmektedir. Bu ilişkinin bir boyutu Filistin – İsrail ilişkisine endekslidir, burada gelinen nokta, barış sözcükleri çok çok tekrarlanıyor olmasına rağmen, henüz bugüne kadar çok acı çeken bütün Filistinli grupları tatmin edici olmaktan uzaktır. Halen gelinen nokta, Hamas gibi, İslami Cihad gibi grupların yokedilmesi hesabına bağlıdır. Böyle bir projenin kalıcı barış getirmesi, dolayısıyla "Amerika bölgeye barış getirdi" gibi bir algılamaya mazhar olması mümkün değildir. İlişkinin diğer boyutu ise, ilk sinyalleri Sovyetler'in dağılmasından sonra farkedilen, 11 Eylül sonrasında da, bütün karakteri ile arzı endam eden bir savaş biçimidir. Bu savaş, bir islami anlayışa, onun sosyal – siyasal yapılanmasına karşı verilecektir. Bizde "28 Şubat Süreci"'nden yola çıkarak "Global 28 Şubat" diye nitelenen bu savaş üslubu, bizdekinin yan tahribatlarına benzer biçimde, global ölçekte, yan tahribatlar üretmektedir. 11 Eylül'den sonra başlayan ve "Bizden olmayan bize düşmandır" mantığı ile sürdürülen savaş, Afganistan'dan sonra Irak'ı cehenneme çevirmiştir. Sırada İran gibi, Suriye gibi İslam ülkelerinin ismi vardır. Ondan sonra kimlerin geleceği bilinmemektedir. Bu sürecin karakteristik vasfını sergileyen hadise ise ABD'nin Türkiye'ye karşı takındığı tavırdır. "Karakteristik vasfı" diyorum, çünkü 28 Şubat mantığı yan tahribatları ile Türkiye'de bütün alanları uzaktan veya yakından "sürec"e dahil etmiş ve yaralamıştır. Şimdi global ölçekte Amerika, "şer ekseni" diye nitelediği ülkeler yanında Türkiye'yi bile ateş çemberinin içine sokmuş bulunuyor. Türkiye'de, ötedenberi ABD ile ilişkilerde tanzim edici rol oynayan "askeri kesim"in ABD'nin en kırıcı muamelelerine muhatab olması da, sürecin karakteri cümlesindendir. Askeri kesim, ABD'nin global iradesine yeterli primi vermemenin onur kırıcı muamelesine muhatab kılınmıştır. Sonuç itibariyle, bölgede ABD ile 50 yıldan bu yana en olumlu ilişkileri geliştiren Türkiye bile, Amerikan üslubundan büyük rahatsızlık duymaya başlamıştır. Türk halkı, büyük çoğunluğu itibariyle ABD'nin İslam coğrafyasındaki varoluş tarzından rahatsızdır. Afganistan'ın bombalanmasına tepki göstermiştir, Irak'ın bombalanmasına tepki göstermiştir ve son hadise, Türkiye'deki Amerikan itibarını sıfırlamıştır. Türkiye'de yaşanan duyguların, tüm İslam nüfusunun ortak duyguları olduğunu söylemek bir gerçeğin ifadesi olur. Amerikan varlığı, bölgede sadece "kuvvet" zoruyla kabul edilen askeri bir varlıktır. Bu durumda, kuvvetin karşılığı kimi kesimler için "boyun eğme" olabilir. Ama başka kesimler için de "bağımsızlık mücadelesi"dir. Şu anda, tüm İslam coğrafyasında en azından düşünce planında bir "direniş bilinci" mevcuttur. İnsanların ABD'yi istemediği açık ve nettir. Direniş bilincinin daha ötesinde ise, Irak'ta, Afganistan'da yaşanan milis direnişi var. ABD'nin daha geniş binr alanda sıcak çatışmalar içine girdiğini düşünün ve bunun üreteceği çatışma ortamını hesap edin. İşte "akıl zaafı" burada ortaya çıkıyor. ABD, "neo-con"lar inisiyatifinde belki bir misyona soyunmuş olabilir. Ama bu misyon şu ana kadar sadece savaş ve direniş üretmiştir. Bu sürecin, ABD için de utanç verici sonuçlar ortaya koyması uzak bir ihtimal değildir. Ayrıca bu sürecin sonucu, asla global iktidar olmayacaktır. ABD, İslam dünyasını ve onun ruhi direncini gözardı etmenin bedelini utançla ödeyecektir. Üstelik Vietnam'dan daha derin bir utanç...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |