|
|
Süleymaniye krizi
ve sonuçları...
Süleymaniye'de yaşanan baskının yarattığı çok yönlü sıkıntı kalıcı etkiler bırakacak gibi görünüyor. İster Washington'da ister Bağdat'ta hangi düzeyde planlanmış olursa olsun, ister yanlış duyumdan kaynaklanmış olsun, ister KADEK'li Bayık'a yapılan faili meçhul silahlı saldırıyla irtibatlandırılsın, yaşanan olay, bilinen bir gerginliğin dışa vurumu olsa da, özellikle şekli açısından tehlikeli bir aşamayı ifade etmektedir. Bir kere, Silahlı Kuvvetler'in siyasi sistem içindeki yeri ve rolüne ilişkin bir dizi düzenleme yapılır, en azından bunlar tartışılırken, Silahlı Kuvvetler siyasi açıdan geri plana çekilir ya da itilirken, üstelik ordu içinde bir dizi tehlikeli kırılma yaşanırken, Türkiye'nin ve Türk Silahlı Kuvvetler'inin bu aşamada böyle sıkıntı verici bir krizle karşı karşıya kalması talihsizliktir. İlk sonuç ortadadır: Türk Silahlı Kuvvetleri ile Pentagon arasındaki gerginlik, taraflar ne denli diplomatik dil kullanırlarsa kullansınlar, doruk noktaya çıkmıştır. Bunun anlamı hafife alınamaz... Türk ordusu açısından yıllardır gerek iç siyasete yönelik adımlarında gerek askeri konsept ve uygulamalarında, gerekse "ordu siyaseti"nde eylem, aidiyet ve model açısından belirleyici olmuş Pentagon ilişkilerinin gerilmesi, önemli bir meşruiyet ve bütünleştirme kaynağının zedelenmesi anlamına gelir. Bu durum "ordu siyaseti" açısından yeni model arayışlarını tetikleme ve bu çerçevede ya da bu boşlukta ordu içi farklı görüşleri daha çok siyasileştirme riski içerir... En önemlisi ülkedeki ve ordudaki mevcut ulusalcı damarları besler... Irak savaşı sırasında Pentagon'la yaşanan daha önceki gerginliklerin bu tür tartışmalara, ordu açısından hem kişiler ve gruplar düzeyinde hem kurumsal olarak dışa vurulduğunu hatırlamak gerekir. Bu mekanizmaları tetikleyen çıplak bir gerçek var: Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Irak konusunda ABD resmi politikaları ya da devlet çıkarlarıyla Türkiye'ninkiler arasında bir mesafe oluşması... Ve bunun sonucu olarak Pentagon'un Türk Silahlı Kuvvetleri'yle stratejik olmaktan çok hiyerarşik ilişki kurması... Türk Silahlı Kuvvetleri açısından bir referans kaybını ifade eden bu durum ordu siyasetinin ordu içinde emir-komuta zincirinini zorlayacak bir şekilde tartışmaya başlamasını tahrik etmişti. Ancak bir o kadar da kurum olarak Silahlı Kuvvetler'in bir arayış ve geçiş dönemine girmek zorunda olduğunu da göstermişti. Nitekim Genelkurmay 2. Başkanı Org. Büyükanıt 29 Mayıs 2003 tarihinde Harp Akademileri Komutanlığı'nda yaptığı konuşmada bu tür kaygıları dile getiriyordu. ABD'nin son tutumu ile bunun karşısında Türkiye'nin konumunu çağrıştıran bir şekilde şöyle diyordu Büyükanıt: "Gelişmiş ve güçlü ülkelerin tehdit algılamaları ile, gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerin tehdit algılamaları, aynı eksende çakışabilir mi? Yoksa, gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin tehdit algılamalarını koşulsuz kabul eden ülkeler konumunda mıdırlar? Güçsüz ülkeler, bu ithal malı tehdit algılamaları üzerine kurdukları ulusal güvenlik politikaları ile ne kadar güvenlidirler? Buna karşılık; gelişmekte olan ülkelerin gerçek ve ulusal anlamdaki tehdit algılamalarını, küresel anlamda güçlü ülkeler ne kadar dikkate almakta, ne kadar özen ve duyarlılık göstermektedirler? Acaba, güçlü ülkeler, kendi ulusal çıkarları yönünde tanımladıkları tehdit algılamalarını, güçsüz ülkelere dayatarak, o ülkelerin ulusal çıkarlarına zarar verecek yaklaşımlar içinde mi bulunuyorlar?..." Bu satırların yer aldığı konuşma, ulusalcı eğilim kendisini seslendirmesi, dışavurması olarak yorumlandığı gibi, Bush yönetimi ve Irak savaşı ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ABD ile ilişkilerini aynı rotada sürdürmekte zorlandığı şeklinde yorumlanmıştı. Aslında her iki yorum da doğruydu. Son yaşanan gelişme iki ülke ve ordu arasındaki Ortadoğu'daki eylem ve çıkar ayrışmasının geldiği uç noktayı ifade etmektedir. ABD ordusu Türkiye'ye Ortadoğu ve Irak açısından bir gözdağı vermiş, tek gücün ve efendinin kendisi olduğu, en çıplak ve onur kırıcı biçimiyle söylemiştir. Bizim şu aşamadaki endişelerimizden birisi, bu çıkar ayrışmanın ordu açısından ve ordu içinde bugüne kadar ürettiklerini bundan sonra katlayarak üretme ihtimalidir. Yukarıdaki ihtimali de kuşatan, işin özüne işaret eden diğer önemli soru da şudur: Özellikle Kuzey Irak meselesinde ve Ortadoğu'da "güç kullanma tehdidi" kendiliğinden kadük olduğuna göre Türkiye ve ordu, resmi politikalarını hangi yeni araçlar ve ittifaklarla hayata geçirecektir? Dahası geçirebilecek midir? İşin bu yönünü yarın ele alacağız... Elbette, Türkiye 1. Tezkereyi kabul etseydi, diyen, yeniden savaş karşıtlarını suçlamaya soyunan bazı yorumcuların görüşlerini de tartışacağız...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |