T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
'Grup' davaya neden yeniden döndü?

"Çukurova-BDDK anlaşması" için "halkın yararına değişklikler yapıldı" deyip, muhalefetini "düşük yoğunluklu mücadele"ye çeviren Doğan Grubu, iki gün sonra cepheyi yeniden takviye etmeye başladı. "Dönüş"ün nedeni bir gün sonra anlaşıldı...

Hürriyet okurları, gazetelerinin 6 Şubat tarihli nüshasının birinci sayfasında "yan manşet"te yer alan "manifesto"yu görünce epey şaşırmışlardır. "Hürriyet" imzalı uzun manifesto, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) ile Çukurova Grubu arasında imzalanan anlaşmaya ilişkindi ve şu "söz"le bitiyordu: "Biz halka maliyeti 6 milyar doları bulan bu operasyonu sonuna kadar takip edeceğiz. Bu borçların zamanında ödenmesini sağlamak için hep teyakkuzda olacağız. çünkü bu para hepimizin parasıdır. Bu para bizim, sizin vergilerinizle sağlanan paradır."

"Manifesto", Kronik Medya okurlarını daha da çok şaşırtmış olmalı... Çünkü onlar, "Çukurova'yla BDDK arasındaki gizli protokol" haberlerinin Vatan'da yayımlanmasından sonra Hürriyet ve Milliyet'in başlattıkları "Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yedirmeyiz" haberciliğinin anlaşmanın imzalanmasına bir gün kala her nedense gevşediğini, anlaşmadan bir gün sonra ise "nötr" manşetlerin devreye girdiğini bu sayfada izlediler...

Hatırlatalım: BDDK Başkanı Engin Akçakoca'nın öğle saatlerinde anlaşmayı açıkladığı günün (3 Şubat) sabahında Hürriyet'e göz atanlar, gazetenin, meseleye farklı bir tarzda yaklaştığını gördüler: "Kamuoyunun tepkisi ve IMF'nin baskısı sonuç verdi. BDDK ile Çukurova Grubu arasında imzalanan protokolde halkın lehine değişiklikler yapıldı..."

Gene hatırlayacaksınız, anlaşmanın açıklandığı günü izleyen 4 Şubat'ta da "Grup" gazeteleri, önceki hararetli başlıklarla kıyaslanamayacak "nötr", hatta BDDK başkanını arkalar nitelikte manşetlerle yayımlanmıştı. 4 Şubat'ta, meseleyi kapatma eğilimi o kadar belirgindi ki, Hürriyet ve Milliyet, "özerk" bir kurumun, "desteklerinden dolayı" hükümete teşekkür etmesini sorgulamayı bile akıl etmemiş; bu iş, "teşekkür"ü manşetten sorgulayan "Hükümet yanlısı dinci gazete" Yeni Şafak'a kalmıştı...

Siz, bu özetin geniş versiyonunu, 5 Şubat tarihli Kronik Medya'da okumuştunuz: "'Grup' davadan niye döndü?"

İşte bütün bu safahattan bir gün sonra, Hürriyet'teki "6 milyar doların hesabı" başlıklı "manifesto"yu okuyup da şaşırmamak mümkün mü?

Doğrusu, aynı gün (6 Şubat) Akşam gazetesinin sürmanşetiyle bu "manifesto" arasında bir bağlantı kurmamak çok safiyane bir davranış olurdu, nitekim biz doğrudan bir bağlantı olduğu düşüncesiyle okuduk... Fakat bu tür kavgalarda doğrularla yanlışlar öylesine biribirine karışmış durumda ki, Akşam'daki haberin ertesi günkü akıbetini görmeden, bu işe bulaşmamanın daha doğru olacağını düşündük. İşte şimdi "ertesi gün"deyiz (7 Şubat) ve Hürriyet ve Milliyet'in haberlerinden de anlıyoruz ki, Akşam'ın bir gün önceki sürmanşeti doğrudur:

"YA BUNA NE DEMELİ AYDIN BEY? İş Doğan'ın, Özelleştirme İdaresi'nden satın aldığı 1,5 milyar dolarlık POAŞ hissesini bedavaya getirmek için yürüttüğü birleşme operasyonu çıkmaza girdi. Doğan Holding, 95 milyon dolarlık banka teminat mektubunu bulamadı. (..) 170 milyon dolarlık alacağı riske giren Özelleştirme İdaresi, birleşmenin iptali için dava açtı."

Hürriyet'in (7 Şubat) haberi, Doğan Holding Genel Koordinatörü Tufan Darbaz'ın açıklamaları temeline dayandırılmıştı. Darbaz, "POAŞ teminatı işinde kötü niyet" olduğu ve Doğan Holding'in, olaya "basiretli tüccar" tavrıyla yaklaştığı için teminatın ödenmediğini ("ödenemediğini" değil) açıklıyordu...

Darbaz'ın, haberin Akşam'da yayımlanmasına ilişkin değerlendirmesi de, "Grup"un "dava" ya yeniden dönmesini açıklar nitelikte. Onu da aktaralım:

"Bu kararın bize tebliğ edilmesinden önce grubumuza açıkça husumet beslediği bilinen ve son günlerde Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük kurtarılma operasyonunun muhatabı (...) olan bir grubun gazetesine verilmesi, bu kötü niyetli yaklaşımı destekler mahiyette..."

İnsanın aklına ister istemez gelen bir soruyla bitielim: Böyle mi oluyor: bu tür haberler "gruplar"a "veriliyor" mu? Darbaz'ın grubunda da öyle mi oluyor? (A.G.)

Sahi, stüdyodaki neşe neydi öyle?

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın "kanıtlar"ını CNN Türk'teki stüdyoda izledikten sonra, program yöneticisi Mehmet Ali Birand'ın bazı gazete genel yayın yönetmenlerine "ikna oldunuz mu?" sorusunu yöneltmesini yerinde bulmamış; gene Sabah'tan Ergun Babahan'ın "ikna oldum" yönündeki açıklaması için de "şaşırtıcı" demiştik (Kronik Medya, 7 Şubat)...

Fakat o gün o stüdyoda başka "güzellikler" de olmuştu... Sabah'tan Ahmet Hakan ve Dünden Bugüne Tercüman'dan Gülay Göktürk'ün dikkatinden kaçmayan birkaç ayrıntı:

"(...) Powell'ın konuşması pat diye kesildi ve stüdyodaki iki emekli diplomatın değerlendirmelerine geçildi... Hiçbir teknik analize filan gerek duymadan şöyle dediler: 'Çok etkilendik... Müthiş... Fevkalade... Harika! Biz çoktan ikna olduk.' (...) Aynı haber kanalında, yine Powell'ın konuşması daha bitmeden, Washington'daki muhabire bağlanıldı... Cevabı aranan soru şuydu: 'Amerikan halkı ne diyor?' Washington'daki muhabir 'Amerikan halkı kanıtları ikna edici buldu' demesin mi?" (Ahmet Hakan, Sabah, 7 Şubat)

"Bir televizyon kanalı Powell'ın konuşması biter bitmez, stüdyodaki 'uzman' konuklarına 'inandırıcı buldunuz mu?' diye sordu. 'Performansı çok iyiydi' diye buyurdu biri. Öbürü de en otoriter ses tonuyla ekledi: 'Evet, gayet iyi hazırlanmış bir metindi. Göz dolduruyordu.'

"Sanırsınız ki bir ölüm ya da yaşam oylamasından değil, bir sahne performansından söz ediyorlar. Bir ulusun geleceği üstüne çarpı atılmasına çeyrek kala, bir tiyatro eleştirmeni edasıyla, Powell'ın şovuna not veriyorlar. Çünkü onlar meslektaşlar... Önemli olan tek şeyin, show olduğunu; delilmiş, ispatmış, geri kalan her şeyin teferruat olduğunu iyi biliyorlar." (Gülay Göktürk, Dünden Bugüne Tercüman, 7 Şubat). (A.G.)

Borçlandıkça servet artar mı?

Gazete Habertürk'ün geniş yer ayırdığı bir haber: "Altı Türk Dünya Zenginler Ligi'nde". Forbes Dergisi her yıl olduğu gibi bu yıl da dünyanın en zengin 500'ünü açıklamış. Microsoft'un sahibi Bill Gates 52,8 milyar dolarlık servetiyle yine birinci sıradaymış. Gates'i dünyanın diğer "para babaları" izliyor...

Peki ya bu listeye alt sıralarda olsa bile girebilen Türkler kim?

İşte liste (sırasıyla): Mehmet Emin Karamehmet (4 milyar dolar); Sakıp Sabancı (3,3 milyar dolar); Ferit Şahenk (2,5 milyar dolar); Rahmi Koç (2,3 milyar dolar); Kemal Uzan (1,3 milyar dolar); Turgay Ciner (1 milyar dolar).

Habertürk'ün verdiği bilgilere göre, bu yılki Türk listesindeki tek yeni sima Turgay Ciner'miş.

Tabii bir de servetlerde az biraz değişiklik var. Mesela Karamehmet'in serveti 2001 yılında 3,7 milyar dolarken, bu yıl 4 milyar dolara yükselmiş...

Forbes Dergisi için olmasa da bizim için enteresan bir liste değil mi? Bir kere bu yılın 6 müthiş Türk'ü arasından 4'ünün meşguluyet alanları içinde medyanın da bulunması...

Ve tabii hepsinden önce, BDDK ile yaptığı anlaşma sonucu halka kabaca 6 milyar dolara patlayan Karamehmet'in borçlandıkça Forbes'teki servetinin artması!

Hürriyet'in 6 Şubat tarihli sayısında birinci sayfadan "6 milyar doların hesabı"nı sorarken, Karamehmet'in Forbes Dergisi'nde dünyanın en zengin 500 kişisi arasında 87. sırayı kapması ne hoş bir tesadüf değil mi?

Bu işlerde bir yanlışlık olsa gerek, ama, herhalde biz anlamıyoruz! Malûm, konumuz "ekonomi" ya, haddinden fazla sofistike bilgilerle örülmüş bir alan ya.... (K.B.)

İKTİBAS YOLUYLA MİSAFİR

Vatan gazetesi yazarı Haşmet Babaoğlu'nun "Hac yolculuğu ve derin düşünceler" başlıklı (7 Şubat) yazısı:

Canlı kalkan olmak caiz değilmiş... Saç ektirmek de öyle... Son günlerin medyadaki İslami merak(!) konuları bunlar. Adım gibi eminim ki, haftaya yine kurban kesim yöntemleri üzerine hem Diyanet'ten, hem basının islam "uzmanları"ndan türlü çeşitli açıklamalar gelecek. Sonra bol bol hacıların durumu tartışılacak. Bayram böyle geçecek. Hepsi tamam. Ancak son yıllarda dini inançların ve dinsel davranışların arka planındaki derin dünyanın konu edilmesi neredeyse unutuldu. Oysa İNSAN var orada... Binlerce yıla kök salmış gelenekler ve onların İNSAN'la bağları var. Neden o açılardan hiç bakmıyoruz? Örnekse, hac mevsiminden, hacılardan bir tür "din turizmi ve seyahati" olarak söz eder olduk. Ya da "Diyanet ne diyor, Yaşar Nuri Hoca ne diyor" da takılıp kalıyoruz. Ondan ötesi de umurumuzda değil sanki... Neden hac? Neden bütün inanç kültürlerinde farklı biçimlerde de olsa hac var? Tarih boyunca ve bütün inançlarda hacı olmak ne demek?

Bu soruları da bir parça ciddiye alsak, insan olarak yeryüzündeki tarihimizi ve yerimizi yurdumuzu da daha iyi anlayacağız oysa... Şimdi biraz antropoloji ve ilahiyat sularında gezintiye çıkalım mı? (Biraz zor, biraz ağır olabilir, ama bizi düşünmeye kışkırtsın, yeter! Değil mi?) İnsan yeryüzünde gurbettedir... Binlerce yıllık insanlık gelenekleri ve inançlar bunu bildirir, bunu hissettirir insana. Hac sembolik bir "memlekete dönüş" yolculuğudur. En yakın olduğunda; vardığını sandığında, yani hacı olduğunda anlarsın asıl, "memleket" inden ne kadar uzakta olduğunu.. Bu hacılara özgü bir bilgidir ve o yüzden çok değerlidir. Bu sembolik yolculuk ve edinilen hakikat bilgisi dolayısıyla haccın kişiyi artık başka biri yaptığına inanılır. Hıristiyan hacılar da, Hindu hacılar da, Müslüman hacılar da, hepsi dokunmak isterler. Oradaki suya, tasvire veya taşa... Yine de bütün temaslar hacının susuzluğunu gidermez, aksine daha da arttırır. Dokunma ruhun temasının yerini tutamaz.

Onca yol, bir "iç yolculuğu"na çağrıdır aslında... Hıristiyanlığın din bilgini Aziz Augustine "Ömür boyu hacıyız" demişti. Yani "insan ne yaparsa yapsın, evinde değildir, onun dindar hayatı gerçekte bir hac yolculuğudur" demek istiyordu. Semavi dinlerin kökeninde bu "evsizlik", "yurtsuzluk" teması ağır basar. İşte o noktada İslam'ın hac yolculuğunun son noktası Kabe'nin Kuran'daki adları ayrı bir önem taşıyor. (Bu noktada araştırmacı yazar Mustafa İslamoğluna kulak veriyorum.) Bir adı Beyt-ül Haram, "Güvenlik Evi"; bir başka adı Beyt-ül Atîk, yani "Özgürlük Evi." Böylece Müslümanlar hac yolculuğunda insanın en temel iki sorunu olan güvenlik ve özgürlüğü bir kez daha değerlendirmek ve içindeki "putları" kırmakla yükümlüdür...

Kronik Medya'nın 'tavrı':

Hıncal Uluç'un Yeni Şafak'tan aktardığı "münasebetsiz" satırlar TRT'yi konu alan bir haberde yer alıyordu galiba... İyi hatırlıyoruz; geçtiğimiz günlerde yine gazetemizde yayınlanan TRT ile ilgili dizideki benzer bazı münasetsizliklere biz de dikkat çekmiştik. Uluç eleştirisinde tabii ki yerden göğe kadar haklı... Ama görüyorsunuz, Yeni Şafak'ta yer almaması gereken bu "kaçak"lardan gazetede yukarıdan aşağıya hiç kimse memnun değil ki, okumakta olduğunuz satırlar da pekâla yazılabiliyor! Peki o halde bu satırlar gazeteye nasıl olmuş da girmiş? Uluç o kadar ileri gitmemiş ama bizce bu da "meşru" bir soru. Ancak bu soru Kronik Medya'nın alanının dışına çıktığı için cevap veremiyoruz... "Kaçaksız" bir Yeni Şafak için biraz daha sabretmek gerekecek herhalde... İnşallah.

Ergun Göze'nin önerisi:
Tanı KKTC'yi at nükleer bombayı!

Tercüman'dan (Çukurova) Ergun Göze'nin "Dayan Gül başarırsın" (5 Şubat) başlıklı yazısından:

"ABD tarihinde hiçbir zaman Türkiye'ye bu kadar muhtaç olmadı. Sadece askeri strateji bakımından değil, manevi strateji bakımından da. Bunun için kendisine açık açık Irak gibi başındaki Firavun olsa da ahâlisi Müslüman, hatta Hrıstiyan bir ülkeye nükleer silahlarla yapılacak bir savaşı kabul için, Türkiye ilk şart olarak Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ABD ve İngiltere ile AB'li ortakları tarafından tanınmasını koşmalıdır ve bunda sonuna kadar ısrar etmelidir."

Yanlış okumuyoruz değil mi? Tercüman yazarı basbayağı KKTC'nin tanınması karşılığında Irak'ta "nükleer silahlarla yapılacak bir savaşı kabul"den söz etmekte... Basbayağı... (K.B.)


9 Şubat 2003
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED