|
|
'Telkin' mi, 'gönüllülük'
mü, yoksa ne?
The Economist'in AKP'nin politikalarını ve karşılaştığı zorlukları değerlendiren 3 Şubat tarihli yazısında (Türkçe çevirisi için Radikal, 7 Şubat) şöyle bir bölüm yer alıyor: "AKP ve Silahlı Kuvvetler arasında gerilim yükselmeye başlamış olabilir. Türk toplumunun en muhafazakar kesimlerinden birini oluşturan ordu, Irak savaşı yaklaştıkça öneminin yeniden artmasından memnun. 1 Şubat Cumartesi günü, savaşa gönülsüz hükümete ABD'ye destek verilmesi yönünde adım atmasını telkin etti ordu: ordunun üst kademeleriyle seçilmiş siyasetçilerinden oluşan Milli Güvenlik Kurulu Irak'ta savaş patlak vermesi olasılığına karşılık hükümete 'askeri önlemler' için Meclis onayına başvurması çağrısında bulundu. Ayrıca Meclis'ten, Türk topraklarına yabancı birliklerin konuşlanmasına izin verilmesi konusunda Anayasa'da bunulan bir maddeyi hayata geçirmesi istendi." Bana göre The Economist'in bu yorumunun bir ayağı "doğru"ya, diğeri "yanlış"a basıyor. "Doğru"dan başlayalım: Evet, Milli Güvenlik Kurulu'ndan çıkan karar, ertesi gün bazı yazarlarca "ılımlı" bir karar olarak yorumlanmış olsa da, önceki gün Meclis'te gerçekleşen "kapalı oturum"u hükümete açıkça "tavsiye" ediyordu. Tabii ki sadece önceki günkü oturumu değil; bayram sonrası gerçekleşecek ve bu kez doğrudan asker "bulundurma" ve "gönderme"nin yolunu açacak olan "kapalı oturumlar"ı da... Nitekim Tercüman'dan (Ilıcaklar) Cengiz Çandar, MGK kararı üzerine yazdığı yazıda şu soruyu (ve cevabını) gecikmeden sormuştu: " 'Milli Güvenlik Kurulu'ndan çıkan tavsiye kararından sonra, Türkiye, Irak'a karşı Amerika ile birlikte askeri işbirliğine karar verdi diyebilir miyiz? Hem 'evet', hem 'hayır'. 1- Evet, çünkü MGK açıklaması 6.5 saatlik toplantıdan sonra 'yurtdışına asker gönderme' ve 'Türkiye topraklarına asker kabul etme yetkisini TBMM'den almasını' hükümete önerdi. Zaten Anayasa'nın 92. maddesi nedeniyle, böylesi zorunlu. Yani, sıra Anayasa'nın 92. maddesini işletmeye geldi, dayandı." Tamam, Çandar'ın da "hayır" faslı içinde aktardığı gibi, MGK'dan çıkan kararda "barışçı çözüm yönünde çabalara devam" şeklinde bir temenni de yok değildi; ama burada belirleyici olan tabii ki "evet"in işaret ettikleriydi. Şimdi de gelelim The Economist'in "yanlış"ına: Hükümetin ABD'ye destek yönünde 1 Şubat'tan sonra attığı hızlı adımların arkasındaki asıl neden, söz konusu yorumda açıkça belirtildiği gibi, acaba gerçekten de ordunun "telkini" midir? Bana sorarsanız, bu doğru bir yorum değil, derim. İşin içine şimdilik dozunu kestiremediğimiz bir "gönüllülük" de giriyor gibi... The Economist'in yorumunda söylendiği gibi ordunun "Irak savaşı yaklaştıkça öneminin yeniden artmasından memnun" olduğu doğru olsa bile, Gül Hükümeti'nin iki günde "idealizm"den "realizme" geçişini söz konusu "telkin" ile açıklayabilmek imkânsızdır. Hatta MGK'dan çıkan son karar hatırlanarak şu bile öne sürülebilir: MGK'dan çıkan "tavsiye" ve bu yönde gerçekleşen "kapalı oturum"dan çıkan izin kararına ilişkin olarak, Irak'a askeri bir harekât için (CHP'nin görüşü yönünde) hâlâ ikinci bir BM Güvenlik Konseyi kararını gerekli gören Cumhurbaşkanı Sezer, MGK'nın aynı görüşü paylaşan asker ve sivil üyeleri karşısında tek başına kalmıştır! Yani daha açıkçası, Gül Hükümeti'nin hızla ABD'nin yanında yer almaya karar vermesi, muhtemel bir "telkin" ile AKP'nin "öz be öz" siyasetinin uyuşmasından, uzlaşmasından kaynaklanmaktadır. Birbirine yakın bu iki "politika" arasında "amaçlar" itibariyle bazı farkların bulunması tabiidir. Ne bileyim, mesela önce "güvenliği" düşünen ordu açısından Kuzey Irak'taki siyasi gelişmeler öncelik taşırken, AKP açısından belki Irak seferinin ABD ve savaş sonrası Irak'dan sağlanabilecek ekonomik kazanç daha önemlidir... Zaten Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener de Capital dergisine yaptığı açıklamada "Savaşları hep olumsuz ve kötü düşünmek de sağlıklı değil" demiyor muydu? AKP'nin bu çerçevede "Özal realizmi" olarak niteleyebileceğimiz bir politikaya hızla yaklaşmakta olduğunu da söyleyebiliriz. Dünya meselelerini "gerçekçi" görmek gerektiği yönündeki o çok ünlü ısrar, "silkinen bir Türkiye"nin neler yapabileceği ve dünya politikasında kendisine nasıl güçlü bir "aktör" rolü biçebileceği yolunda tekrarlanan ve dinleyenlerin ayaklarını yerden kesen umutlar, bu ülkenin insanlarının seslerini "Nihayet yeniden tarihin bir öznesiyiz!" diye yükseltebileceği ufuklar, vs. Ben AKP'nin zaten ta işin başından beri yanında bir ikincisinin adı geçmeyen bu "model"i artık daha ciddiye aldığını düşünüyorum. Haksız da sayılmazlar hani! Ülkenin ekonomik göstergeleri malûm; yabancı sermaye her zamanki gibi yine çok nazlı; Kopenhag zaten çok geride kaldı; "gerçek"le artık başbaşa kalındı; hepsinin üstüne bir de Kıbrıs eklendi.... Kıbrıs deyince aklıma geldi: Dışişleri Sözcüsü Yusuf Buluç, "stratejik ortağımız" ile ilişkimize ilişkin bakın nasıl bir açıklama yapmış: "Irak meselesi ABD için stratejik bir ulusal güvenlik konusudur. Kıbrıs da Türk halkının güvenliği ve esenliği düşünüldüğünde Türkiye için stratejik bir konudur." ABD-Türkiye görüşmelerinde bu husus da hatırlatılacakmış.... İyi olur doğrusu; tam fırsatını bulmuşken iki "stratejik" mesele değiş tokuş da yapılayabilir.... Maalesef hayat böyle....
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |