|
|
Kendi şiirini
özlemek; ama nasıl?
"Yazdığım bütün şiirleri benden çalmışlar gibi özlüyorum. Onların sahibi olmadığımın bundan daha inandırıcı delili olabilir mi? Hiç olmazsa yalnız bana ait bir tek şiirim bulunsaydı. Var olmak hevesim işte böyle başkaldırıyor." Cahit Zarifoğlu, "Yaşamak"; "Sarıkamış 1974, 5 Ekim": Görüyorsunuz; –en azından benim için– Zarifoğlu'nun hayata ve şiire dair sıkı 'salvo'su sürüyor! Evet, insan, yayımlanan şiirlerini bir sevgiliyi özler gibi özlüyor. Hatta, bana sorarsanız, 'yayımlanmamış' şiirlerini daha bir delicesine özlüyor! Kendi payıma, henüz 'yayımlanmamış' şiirlerimi daha da çok özlediğimi söyleyebilirim. (İnsan, 'yalnız kendine ait olan'ı daha çok özler!) Zira, o şiirler, henüz hiçkimsenin okumasına sahne kılınmamış ve dolayısıyla varolan dünyalarına, anlam katmanlarına, rûh hâllerine hiçkimsenin müdahil olmadığı bir yapı arzediyor. Mahremiyetlerini koruyorlar henüz. Başkalarının sahiplenmelerine imkân vermemişler. Bir diğer deyişle, yazıldıkları dilde yıpranıp aşınmamış, pelesenk hâle gelmemişler. Yalnızlıklarından da mutlular üstelik. Bir tek şair için ve şair adına mevcutlar. Örneğin, şu satırları yazdığım an itibariyle bitmiş, ama yayımlanmamış iki şiirim –gerçi her ikisi de yayımlanmak üzere bir dergiye verildi ama– var. Kendime şaşıyorum; an geliyor, birden çantamı açıp o iki şiiri yeniden yeniden okumak, Zarifoğlu'nun dediği gibi, o şiirlerde içkin bir hâlde duran ve kimsenin bilmediği/bilemeyeceği "hâtıralar"ın tadına bir kez daha varmak hissini bütün rûhumla yaşamak istiyorum. (Ve bunu yaşıyorum!) Biliyorum ki, o iki şiire de, yayımlandıktan sonra aynı özlemle yaklaşamayacağım. 'Yalnız bana ait' olmaktan çıkacaklar zira. Başka dünyalara, hiç tanımadığım, adını bilmediğim, karşılaşmadığım öznelerin dünyalarına da seslenecek ve böylece salt 'benim şiirim' olmaktan çıkacaklar. Bu durum, beni, zaman zaman hüzünlendirmiyor değil. Ne var ki, kesin bir kural olmamakla beraber, çoğu zaman, şiirin kaderi değişmiyor: Günün birinde yayımlanıyor! Her ne kadar, şair tarafından 'yayımlanmak' üzere, sadece bunun için yazılmasa da.. Bazen hatırlıyorum: Benim, hiçbir yerde yayımlanmamış ve zaten yayımlanmasını hiçbir zaman düşünmediğim, kitap bütünlüğünü haiz uzun bir şiirim var(dı). 1985'in o müthiş 'ıstıraplı yaz' günlerinde yazılmış, daktilo ile sadece 'iki adet' çoğaltılmış, kapak ve cilt işlemleri benim tarafımdan gerçekleştirilmişti: "Seninle Başlayan Dağ Uykuları".. Âdeta bir hazine gibi koruduğum bendeki nüshası, İstanbul'dan Bursa'ya taşınmamı takip eden günlerde, maalesef kayboldu. Kitabın içerdiği hâtıraların, kitabın kendisinden de önce 'kaybolduğunu' ve fakat bunun, beni, 'kitabın kaybı' kadar üzmediğini söylemeliyim.. Kim bilir, şu an ne hâldedir "kayıp kitabım"? Belki de yeryüzünden silinmiştir, bana ait olan o nüsha!. Öte yandan, "Seninle Başlayan Dağ Uykuları"nın diğer nüshasının hâlâ saklanıp saklanmadığına dair de hiçbir bilgim yok! Tıpkı, yıllardır sahibesinin nerede, ne yaptığını, hatta yaşayıp yaşamadığını bilmediğim gibi.. Ancak, bu hususta kimi istisnai durumlar dışında, "var olmak hevesim"in 'başkaldırdığı'nı söyleyemem! Ara-sıra, "Seninle Başlayan Dağ Uykuları"nı hatırlayıp, özlediğim oluyor. Aslında, ben sadece "kayıp kitap"ımı özlüyorum!. 'Kendimi' özlüyorum yani..
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |