|
|
Savaş ihtimali Yüzde 99!
Yüzde bir de, yüzde 99 da belirli şartlara ve temel varsayımlarımıza bağlıdır. Eğer ABD kendini hiçbir maddî ve manevî kayıt altında hissetmiyorsa, Orta Doğu'dan Doğu Asya'ya; Balkanlar'dan Kafkaslar'a kadar her yerde savaş çıkararak Avrasya'ya "doğrudan" hükmetme yoluna gidebilir.
Bir hafta içinde savaş ihtimali bu kadar artar mı? Hani geçen hafta yüzde bir demiştik! Başlıkların sonundaki ünlem işaretlerini es geçmeyelim! Yüzde bir de, yüzde 99 da belirli şartlara ve temel varsayımlarımıza bağlıdır. Eğer ABD kendini hiçbir maddî ve manevî kayıt altında hissetmiyorsa, Orta Doğu'dan Doğu Asya'ya; Balkanlar'dan Kafkaslar'a kadar her yerde savaş çıkararak Avrasya'ya "doğrudan" hükmetme yoluna gidebilir. Bu yazıda "olası" maddî ve manevî kayıtları gözden geçirmeye çalışacağız. Önce maddî kayıtlar: ABD'ni Avrasya'da başına buyruk hareket etmekten alıkoyacak güç odakları hangileridir? Mümkün (ve bir o kadar da muhayyel) "terör" gruplarını biryana bırakırsak, Amerikan hipergücünü caydırabilecek güçler şunlar olabilir: Birleşik Avrupa, Birleşik İslam Dünyası (?), Rusya, Çin, sınırlı derecede de Japonya ve Hindistan. Her biri kendi içinde ve ABD ile ilişkilerinde ciddi gerginlik ve çelişkiler yaşayan bu "odaklar" yeni Amerikan düzenine ne ölçüde karşı çıkar ve ne ölçüde (kendi menfaatleri doğrultusunda) destek olurlar? Önce Birleşik Avrupa'nın konumunu değerlendirmeye çalışalım. Birleşik Avrupa, Almanya'yı denetim altında tutma ihtiyaç ve endişesinden doğdu. Kolları bağlı olmayan bir "Germanya'nın neler yapabileceği iki dünya savaşı ile açığa çıkmıştı. Nazi Almanya'sı Hitlerin eseri değildi. Bu Almanya fikren birkaç asırdır, siyaseten de yarım asırdır oluşum halindeydi zaten. Oswald Spengler, 18 Aralık 1914'te bir arkadaşına şöyle yazıyordu: "Almanya'nın Roma'nınkine benzer bir misyonu vardır. Bu savaşta Londra'ya ulaşıp ulaşamayacağımızdan emin değilim. Bunu gerçekleştirmeye yönelik bir plan olduğunu biliyorum. Eğer şimdi gerçekleşmezse, tarihin talep ettiği zaferi ikinci bir savaş gerçekleştirecektir." (Letters of Spengler, NY 1966, s. 31.) Dikkat ediniz, zaferi Spengler veya başka bir Alman değil, "tarih" talep etmektedir!
Avrupa erdemli değil, güçsüz!
Avrupa'nın tek çaresi, uluslararası siyaset pazarına hukuk ve ahlâk normlarını sürmektir. Ancak, güçsüzün erdemi ne ifade edebilir? Avrupa, güçlü olduğu birkaç yüzyıl boyunca bu ahlâk ve hukuk normlarını ne kadar ciddiye almıştı? Avrupa'yı oluşturan uluslar, Avrupa-içi mücadelelerde bile bu normlara göre davranmışlar mıydı? Hülasa, ABD karşısına ahlâk ve hukuk havarileri gibi çıkmaları, samimiyetlerini değil, güçsüzlüklerini yansıtmaktadır. Bunu gayet iyi bilen Amerikan idarecilerinin "eski Avrupa"yı ciddiye alması mümkün değildir. Avrupalıların soğuk savaş sonrası dönemde Cezayir ve Çeçenistan gibi yerlerdeki çok açık hukuk ve ahlâk ihlallerine (çıkarları öyle gerektirdiği için) sessiz kalmaları, hatta Fransızların Cezayir'deki vahşete destek vermesi, Avrupa'nın yeni küresel dönemde uluslararası hukukun savunucusu olma iddialarını gülünçleştirmektedir. Peki, Avrupa dengeleyici bir siyasî/kültürel odak olamayacaksa, böyle bir rolü kim üstlenebilir? Başta BM olmak üzere uluslarüstü örgütlerin son kertede ulusal çıkarların harman yeri olduğu göz önüne alınırsa, çareyi BM'den önce Rusya, Çin, vb. ulusal varlıkların hareket tarzlarında aramak zorundayız. Acaba önümüzdeki on, yirmi, otuz yıl içinde, sözkonusu toplum/devlet sistemlerinin siyasî/kültürel/ekonomik çıkarları nasıl bir hareket tarzını gerektirmektedir? ABD'nin küresel çaptaki "emperyal" emellerine hemen karşı çıkmak mı, gizli-açık destek vermek mi, yoksa bir süre seyirci kalıp rakiplerin karşılıklı güç kaybına uğramalarını beklemek mi? Unutmayalım: Yirminci yüzyılın hegemonu olacak güç (ABD), Avrupa uluslarının ilk boğazlaşmasında üç yıl, ikinci boğazlaşmada da iki yıl kendini geride tutmuş; öncelikle bütün oyuncuların güç kaybına uğrayarak meydanı boşaltmalarını sağlamıştı!
Avrupa ekonomik dev, siyasî cüce
Tarihin talebi 60 milyon Avrupalının canına mal olunca, Avrupa sadece medeniyet ve ilerlemeye (yani kendi tarihsel başarısına!) olan inancını yitirmekle kalmadı, dünya sistemi içindeki merkezî konumunu da kaybetti. Birleşik Avrupa ikili amaca hizmet etmek için oluşturuldu: Tarihin yeni bir 'Imperium Germanicum' talebini kırmak; ve Avrupa'yı bir bütün olarak dünya tarihinin motor gücü haline getirmek. Elli yıllık çaba, ekonomik bir zafere, fakat siyasî ve kültürel hezimete baliğ oldu. Birleşik Avrupa bu haliyle yeni bir dünya düzeninin oluşmasına ciddi katkıda bulunamaz; dolayısıyla da ABD'nin Avrasya planlarını dengeleyici unsuru haline gelemez! Çünkü, Avrupa'nın ekonomik gücü, siyasî-askerî destekten yoksundur. ABD'ni hipergüç haline getiren, Avrupa'nın bu asimetrik konumudur: Ekonomide dev, askerî alanda cüce. Şöyle de diyebiliriz: ABD bizzat çok güçlü olduğu için hipergüç sayılmıyor; Avrupa'nın akılalmaz güçsüzlüğü ABD'ni hipergüç yapıyor. Avrupa, bir Avrupa aydınının kelimeleriyle, siyasî bir özne değildir; Avrupa yoktur! Siyasî (askerî) varlığı olmayan Birleşik Avrupa, Bosna veya Kosova gibi "iç" meselelerini bile kendi başına çözemezken, Irak ve Kuzey Kore gibi dünya meselelerinin çözümüne herhangi bir katkıda bulunabilir mi? Şayet Berlin-Paris hattı Londra'ya kadar uzanabiliyor ve Roma tarafından da destekleniyor olsaydı, en azından Avrupa-içi meselelerin çözümünü kendi başına sağlayabilirdi. Görünen o ki, ekonomik entegrasyon hangi aşamada olursa olsun, siyasî entegrasyon Avrupa'nın küresel bir güç olarak belirmesine elverecek aşamadan uzaktır.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |