T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Aslan Bey...
Aslan Komutanım...

Nasıl hitap etsem? Aslan Bey mi, Aslan Komutanım mı, Sayın Aslan Güner mi? Kendisini hiç tanımam. Simasını da hatırlamıyorum. Herhangi bir fotoğrafıyla da karşılaşmadım.

Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri olduğunu ve yakın bir zamanda Tümgeneralliğe terfi ettiğini biliyorum.

Değerli bir komutan...

İsmine, arada sırada gazete haberlerinde tesadüf ediyorum; dün de, ilginç bir tevafuk, refikimiz Yalçın Bayer'in "Yeter Söz Milletindir" köşesinde rastladım.

Bayer arkadaşımız, "Asker çok düşünüp az konuşur" diye, askerlerin ve bu arada Aslan Güner Paşa'nın genel hususiyetine gönderme yapmasaydı, konuya girmekte bu kadar zorlanmazdım.

Ben de çok düşünüp, çok tartıp, hatta çok ölçüp biçip "az" ve "öz" konuşmalıyım.

Spekülasyonlara meydan vermemeliyim.

Kimseyi üzmemeliyim.

Bildiğiniz gibi, Gazi Orduevi'ndeki (Bayer arkadaşımızın ifadesiyle) "tarihi yeniyıl kokteyli"ne katılmadım.

Çünkü efendim, davetli değildim.

Davetli olsaydım gider miydim?

Hiç düşünmeden cevaplıyorum:

Hayır.

Buradaki "hayır"ın bir tavırdan kaynaklanmadığını belirtmeme gerek var mı? Ona bakarsanız, kendimi "karşıtlık ilişkisi" içinde düşünmediğim siyasilerin gezilerine de katılmıyorum, uçaklarına da binmiyorum...

Ben, Emin Çölaşan ağabeyimizin literatüre kazandırdığı o çok hoş benzetmeden mülhem, yani "masabaşı romancısı" yakıştırmasından hareketle, "masabaşı köşe yazarı" kabul ediyorum kendimi ve bundan çok memnunum.

Dolayısıyla, bu köşede hiçbir zaman, "Yeniyıl kokteylinde komutanlar çok rahattı, konuşmalarında da öyle... Açık büfe oldukça mütevazıydı" türünden değerlendirmeler okuyamayacaksınız.

Tabii, insan, "Yeter Söz Milletindir" başlığını taşıyan bir köşede, başka tür bir değerlendirme görmek, ne bileyim, en azından "yeniyıl kokteyline çağrılmayan gazetecilerin hukukunu gözeten" bir yazı okumak istiyor ama, hadi bunu Bayer arkadaşımızın militer heyecanına bağışlayalım.

Yine de gazeteci tecessüsünü büsbütün elden bırakmamış, sağolsun.

Çağrılmayanların niçin çağrılmadıklarını sormuş. Tümgeneral Aslan Güner de şunları söylemiş:

"Onlar şimdilik cezalı, yaptıklarının bedelini ödüyorlar. Cezaları biterse ileride düşünürüz..."

"Cezalı" sınıfına mensup bir gazeteci olarak merak ediyorum:

Nedir cezam?

Ne yapmışım ve hangi suçumun bedelini ödüyorum?

Cezamını bittiğini nasıl anlayacağım?

Daha da önemlisi şu:

Genelkurmay Başkanlığı bir "tecziye" organı mıdır?

Görünür ve görünmez rezervler dışında, Cumhuriyet'le de, devletle de, "laiklik" ilkesiyle de bir sorunum olmadı.

Hem niçin olsun?

Banka soymak, hırsızlık yapmak, devleti dolandırmak, kamuyu zarara uğratmak türünden "yüz kızartıcı fiiller" içinde de bulunmadım. Vergimi ödüyorum çok şükür, askerliğimi yaptım ve "yasal" çerçevede kalmaya özen gösteriyorum.

Ama kokteyle çağrılanlar arasında ilginç isimler vardı:

Biri porno yayıncılıktan hükümlü, biri (hatta ikisi) Etibank'ı soymaktan yargılanıyor... Bir diğeri İktisat Bankası'nı batırmaktan sanık, bir diğeri SPK'ya muhalefetten, bir diğeri sahibi olduğu "finans kurumu"nu hortumlamaktan, bir diğeri "kaçakçılık"tan, bir diğeri meslektaşlarını hedef göstermekten, bir diğeri TRT'yi dolandırmaktan...

Belki dikkatlerinden kaçmıştır diye hatırlatıyorum.


11 Ocak 2003
Cumartesi
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED