|
|
Demokrasiye darbe ve utanç...
Seçimler öncesinde yaptığım bir değerlendirmede endişelerimi belirtmiş, "AKP'nin yüksek oy alacağını, buna karşılık bu partinin varlığının askerin içine sinmediğini, sonuçta Türkiye'nin yönlendirilmiş rejim tartışmalarının içine sürüklenebileceğini ve yeni bir krizler serisine girebileceğini" vurgulamıştım. Ayrıca krizin seçimlerin hemen sonrasında patlayabileceğine dair bir kaygım da vardı. Ama öyle olmadı, iyi ki olmadı. Bu köşede yanılmış olmaktan memnuniyet duyduğumu belirten bir yazı da kaleme aldım. Aslında endişelerimin, özellikle ikinci endişemin bertaraf olmasının ardında, "demokratik kurumların gücü"nü de gösteren "iki önemli faktör" yatıyordu. Bunlardan birincisi AKP'nin aldığı "oy oranı", bunun yarattığı "meşruiyet", hatta piyasalara kadar uzanan "güven dalgası" ile "TBMM'nin yeni yapısının AKP'siz başka bir hükümete imkan bırakmaması"ydı. İkinci gelişme ise Kopenhag Zirvesi başta olmak üzere "uluslararası ilişkiler açısından kritik bir dönem"de "devletin bazı konularda sorumluluğu hükümete bırakmayı tercih etmesi"ydi. Bununla birlikte mevcut gerilim, "hükümete yönelik hazımsızlık hali ortadan kalkmamış", sağda solda atılan adımlarla, yapılan konuşmalarla ve uyarılarla "pimi çekilmiş bir el bombası" gibi el altında duruyordu Kaldı ki, balayının bittiği, iç sorunlarla baş başa kaldığımız, CHP'nin laiklik etrafında el altından sorgulamalarını yükselttiği evrede, örneğin Arınç krizinin yaşandığı günlerde, "devletten gelen hükümete yönelik bir iktidarsızlaştırma ya da hareket alanını sınırlama faaliyeti" hissedilmeye başlanmıştı. "Merkez medyanın bir iki gün içinde aniden hükümetin aleyhine dönmesi," Sezer tarafından "bürokrat atamalarının engellenmesi," YÖK Başkanı "Gürüz'ün çıkışları" bunun "ciddi ipuçları"ydı. Bu çerçevede hemen "her değişim ve reform paketi ya da her yeni adım AKP'ye silah olarak yöneltilmeye" başlamış, "ne yapılacağı değil kimin yapacağı sorusu öne alınmış", her girişim "irtica tehlikesi"yle ilintilendirilmiş ve "rejim tartışması sürekli kılınmaya çalışılmıştı." 25 Aralık 2002 tarihinde şunları yazmıştım: "İktidara, iktidarın kimliğine yönelik hazımsızlık, tedirginlik, güvensizlik ortada... Görünen o ki, siyasette normalleşme kolay gelmeyecek, siyasi alan kolay genişlemeyecek. AKP'nin seçim başarısının çapı, TBMM'nin yapısı dikkate alınırsa, bu kez devletin siyasete müdahale yöntemi doğrudan ve iktidar değişikliğini zorlayan bir şekilde olmayacak. Hükümetin varlığına ilişmeden iktidar alanını iyice sınırlamak, sürekli denetim ve baskı altında bulundurmak, fiili işleyiş açısından özerk, yarı özerk kuruluşları ve bürokrasinin kritik noktalarını iktidardan ayrıştırmak ve iktidara yönelik karşı ağırlık haline çevirmek şeklinde gerçekleşecek..." Genelkurmay Başkanı'nın önceki gün basına verilen kokteylde yaptığı açıklamanın özü işte burada yatmaktadır... Nitekim: 1. Genelkurmay'ın bu açıklamasının "zamanlaması da, içeriği de hesaplı"dır. Açıklamanın böyle bir dönemde, yani muhtemel bir Irak Savaşı'nın hemen öncesinde, yani "askeri ve sivil otorite arasındaki uyum ihtiyacının en yüksek olduğu bir zamanda" yapılması dikkat çekicidir. İçerdiği riskler ve askerin bu konudaki muhtemel hesapları açısından bu "durum sıradan ve ordunun iç dengesi açısından zorunlu bir açıklama olarak geçiştirilemez." 2. Açıklama yumuşak bir tonla yapılsa da, içeriği açısından "TSK'nın hükümet karşısında aldığı tutumun ilk açık işareti"dir ve sert göstergesidir. Asker, hükümeti ve AKP'yi tehlikeli ve neredeyse takip edilesi ilan etmiştir. "Genelkurmay Başkanı'nın, YAŞ Kararları'nın Başbakan ve Milli Savunma Bakanı tarafından muhalefet şerhi koyularak imzalanmasının irticai faaliyetleri cesaretlendirdiğini söylemesi, bunu planlı olarak kamuoyuna deklare etmesi, kendisini hükümetin üzerinde ve onun denetçisi olarak konumlandırmasından başka anlam taşımaz." Durum ciddidir ve toplum-siyaset ilişkilerinin tabiileşmesini engellediği ve demokratik kurumların hakemlik kabiliyetini sıfıra indirdiği oranda vahimdir. 3. Ayrıca Irak ve Kıbrıs konusunda hükümet ile askeri kanat arasında tam bir görüş birliği olmasına rağmen, hükümetin bu konulardaki tutumunun asker tarafından eleştirilmesi, "garip oyunun varlığı"na işaret etmektedir. Bu üç nokta Türkiye'nin ne tür bir sıkıntıya sürüklendiğinin, vesayet rejimi ile siyasete müdahale sürecinin ne tür biçim alabileceğinin göstergesi olarak karşımızdadır. Sonuç açık: Türkiye bir kez daha kavgaya ve karanlığa itiliyor; elde kalan birkaç demokratik kurumun iflası için elden gelen yapılıyor... İşin asıl önemli yönüne, açıklamada söylenenlere, açıklamanın biçimine, yani demokrasi ve ilkeler cephesine gelince; bu konuyu pazartesi günü ele alacağız. Ama şimdiden şunu belirtelim: Yaşanan, demokrasi açısından ölümcül, Türkiye açısından korkutucu, onu destekleyenler, özellikle basın açısından, utanç vericidir.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |