|
|
Neyin eşiğindeyiz?
İki gün önce Dışişleri Bakanlığı'nda görüştüğümüz, ardından Kanal 7'de Başkent Kulisi Programı'nda ağırladığımız Abdullah Gül, olumlu mesajlar veriyordu. Ekonominin toparlanacağını müjdeliyor, Irak Savaşı'ndan Türkiye'nin hem siyasi hem vicdani olarak az yarayla çıktığını vurguluyor, Kuzey Irak'taki gelişmelerin gerek Türkiye tarafından gerek ABD-Türkiye ilişkileri üzerinden kontrol altında olduğunu söylüyordu. Dahası var: Gül, beklenenin ve sanılanın aksine siyasi iktidarın ipleri elinde tuttuğunu, askeri bürokrasiyle ilişkilerin demokratik bir çerçevede yürüdüğünü ve uyumlu olduğunu belirtiyor. Başta Kürt meselesi ve Kıbrıs sorunu olmak üzere, "toplum ve siyaset üzerindeki devlet tahakkümünden, siyasetsizlikten, çözümsüzlükten üreyen beslenen resmi politikalarının su yoluna girdiklerine yönelik eleştiriler"e karşı çıkıyor. Kıbrıs'ta "gerekirse ilhak" politikasının kendi iktidarlarıyla birlikte tümüyle ortadan kalktığını, Denktaş'ı çözüme zorlayan dil ve araçlar kullandıklarını, Kürt sorunuyla ilgili olarak ise değişimin yavaş yavaş olacağını dile getiriyor. Başbakan olarak krizin en kritik günlerini yönetmiş, şu anda başbakan yardımcılığı ve dışişleri bakanlığı görevini yürüten kişinin dile getirdiği görüşleri elbet ciddiye almak gerek, ancak bir o kadar da tartışmalı olduklarını kabul etmek gerek. Örneğin, konjonktürün AKP hükümetini ne denli zora soktuğu, buna rağmen özellikle makro ekonomik dengelerde bazı yalpalamalara, savaş koşullarına, büyük sorunlar yaşanmadığı dikkate alınırsa Gül'ün söyledikleri geçiştirilemez... Buna karşılık piyasalardaki iyileşmenin, aynı bozulmalar da olduğu gibi konjonktürel olduğunu unutmamak gerekir. AKP hükümetinin ekonomideki varlığını kaçınılmaz olarak ve bir çok diğer hükümet gibi "iç borçları çevirme" işlevine indirgemesi olduğu yerde duruyor. Faiz dışı fazla, sosyal politikalar ayrılacak yeni kaynak ve yapılar üretmek işi henüz bir beklenti ve sözden ibaret... Sivil otorite-askeri otorite ilişkileri de sadece savaş döneminde gerçekleşen bir işbirliğiyle özetlenemez ya da yeni bir evreye giremez. Kaldı ki şöyle ya da böyle "AKP hükümeti tezekere, Kuzey Irak, Kürt sorunu konusunda devlet politikalarına uyum sağladığı oranda askerle uyumlu çalışabilmiştir". Ayrıca siyasi iktidar ve asker arasında başta Kıbrıs konusu olmak üzere YÖK'ten yerel yönetim reformuna değin uzanan, özellikle asker açısından ideolojik unsurlar içeren bir dizi ayrışma orta yerde durmaktadır. Aynı şekilde AKP hükümetinin "toplumsal çevreyi ekonomik açıdan merkeze itme politikaları"nın yaratacağı muhtemel yeni elektriklenmeler ciddi bir kriz riski olarak köşede beklemektedir. Evet, tüm bunlar tartışılabilir ve tartışmalıdır. Ne var ki, zamanın hızlı aktığı anlar vardır. O anlar uzun boylu tartışmalara fırsat vermezler. Hızlı siyasal, toplumsal, ekonomik gelişmelerle politikalar ya doğrulanır ya da çıplak düşer. Bugün öyle anlardan birini yaşıyoruz... Gül'ün dile getirdiği "görüşler" ya da "gerçekler" de tartışmaya pek zaman kalmadan kısa vadede sonuç verecek bir konjonktür sınavından geçecek gibi görünüyor... Umalım, bu evre sonunda Abdullah Gül'ün savaş sonunu varsayan ve normalleşmenin başladığını ima eden iyimser görüşleri gerçeklere dönüşün... Ama ben o kadar umutlu değilim. Ekonomide savaş koşullarından doğan yıpranma yerini bölgenin imar faaliyetleriyle gelecek bir canlanmaya, bir turizm girdilerinin yukarılara çıkmasına yol açacak mıdır? Bölge istikrara kavuşabilecek midir? Malum savaş mevcut bir tehdide, bir diktatöre karşı açılmış, Saddam rejiminin yıkılmasıyla bitmiş bir savaş mıdır? Hiç sanmıyorum... Hatta tam tersine... ABD'nin bir pax-amerikana oluşturma, dev bir Roma İmparatorluğu kurma niyetinden hareketle, bölgenin dizaynı açısından savaş yeni başlamaktadır; uluslararası güçler arasındaki itişme şimdi start alacaktır. ABD yönetiminin namlunun ucunu, Saddam'a destek vermekle, kimyasal silahları saklamakla suçladığı Suriye'ye çevirmesi bu durumun yeni bir kanıtıdır. Suriye sonrası, İran da açık bir hedef olacağını şimdiden belli etmektedir. Kısacası Saddam bahanesi yerini bir yenisine bırakmak üzeredir. Ve bölge onlarca yıl sürecek, yeni dünya düzenini yeni bir güç denklemi aşamasını sembolize etmek işlevi üstelenen silahlı gövde gösterilerini nesnesi olmak üzeredir. Türkiye bu açıdan yangının tam ortasında... Bu yangın önce ekonomiyi kavurur... Ardından siyasi iktidarı kendisinden önce belirlenmiş milli güvenlik politikalarının icracısı haline çevirir... Umalım yanılan ben olurum...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |