|
|
Önce heykeller....
Televizyon ekranı karşısında saatlerce bekledik; Saddam Hüseyin'in heykeli bir türlü alaşağı edilemiyordu.... İki Iraklı'nın ellerindeki balyozları heykelin kaidesine var güçleriyle indirmelerinden bir sonuç almak zaten olacak iş değildi... Sonradan öğrendik ki, heykel bronzdanmış ve İtalya'da yapılmış. Saddam'ın 65. doğum günü münasebetiyle meydana dikilmiş. Heykeli 65 yaşı temsilen 65 tane sütun kuşatıyormuş... Neyse sonunda Amerikalılar bir zahmet el verdiler de 6 metrelik heykel (yine de zorlukla) yere indirilebildi... Sadece alaşağı edilmesini naklen izlediğimiz bu heykel değil, savaş boyunca ekrana yerle bir edilen başka Saddam heykelleri de geldi.... Haa bir de devasa posterler... Bir Türk kanalında mı, yoksa yabancı bir kanalda mı gördüm şimdi iyi hatırlamıyorum; adamın birisi de milletin ortasında entarisinin bir ucunu hafifçe kaldırarak bir Saddam posterinin üzerine işiyordu.. . Yani Saddam da işi bayağı abartmış yani.... Heykelinin ya da dev posterinin bulunmadığı meydan, hatta sokak yok gibi bir şey... Biliyorsunuz; heykelleri alaşağı etmek artık diktatörlüklerin ve totaliter sistemlerin alaşağı edilmesinin sembolü haline geldi. Peki ikisi, yani "diktatörlük" ve "totaliter sistem" aynı şey değil mi ki adlarını ayrı ayrı anıyorum? Benzer yanları var ama tabii ki aynı şey değil. "Totaliter sistem"i kim kaybetmiş de Saddam bulmuş! Ortada ne bir ideoloji, ne de bu ideolojiyi yeniden üreten devlet aygıtları var... Bizim pek de yabancısı olmadığımız Baasçılık'tan bile eser kalmamış... (Baasçılık'ın bize uzak olmadığını ben uyduruyor değilim; Hasan Cemal, "Kimse kızmasın, kendimi yazdım" adlı kitabında şöyle diyor: "Yön ve Devrim çizgisi bir yerde Baasçılıktı.") Dolayısıyla o sadece bir "diktatör"dü; başta ordu olmak üzere devlet aygıtlarına taşıdığı aile ve kabilesiyle hüküm süren bir diktatör... Heykeller, diyorduk... Hatırlayın; Moskova'da, eski "sosyalist ülkeler"de, yani totaliter rejimlerin hüküm sürdüğü ülkelerde alaşağı edilen heykellerle, Saddam'ın (ne kadar İtalya'da yapılmış olsa da!) heykelleri hiç birbirine benziyor mu? Aslında bu "heykel devirmek" işinin başlangıcı Sovyetler'in çöküşünden çok gerilere gidiyor. Benim bu hikayenin en parlak sayfası olarak hatırladığım sahne, 1956 Macaristan Devrimi'nde (yani Sovyet tanklarının şahsında Sovyet emperyalizmini devirmek anlamında) Stalin'in heykelinin alaşağı edilmesidir... O büyük, o çok erken, o hepsinden erken, tarihin aklı başında olanların uyanmaları için sanki son bir fırsat gibi armağan ettiği o şanlı Budapeşte ayaklanması... Heykeller, sadece 56'nın Budapeştesi gibi haddinden fazla sıcak günlerde ilgi çekmiyor. Heykeller 68 Paris'inde de ilgi odağı olmuştu. Ama tabii ki alaşağı etmek için değil de, onlarla bir bakıma "oynamak" için... Mesele -sanırım birçoğunuz fotoğrafına rastlamışsınızdır- ; 68 Paris'in de burnu başka olmak üzere kırmızıya boyanan Voltaire'in heykeli... Bu kez heykeli kırmak, boynuna kement atmak, yerlerde süremek için değil; 68'in ülkeye aniden getirdiği radikal "neşe" içinde, "klasik kültür"ün temsilçileriyle sadece "oynamak" için.... Elindeki terliği Voltaire'in yüzüne vuran yok; elindeki bolyozu var gücüyle heykele indiren asla... Sadece ve sadece, Voltaire'i de "oyun"a dahil etmek için... Biliyorum, bizim açımızdan bu "heykel" meselesi bundan ibaret değil... Merak etmeyin kısmetse yarın o konuya da geleceğim.... Bugünkü sadece bir "giriş"ten ibaret... Ama isterseniz, bir "ipucu"nu şimdiden vereyim: Irak savaşında önümüze gelen "heykel" ve "poster" sahneleri umarım bizi de olması gerektiği gibi, ciddi ciddi düşündürmüştür...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |