|
|
Hükümet ile asker
arasında gerilim var mı?
AK Parti iktidarının ayak sesleri duyulmaya başlandığı andan itibaren merak edilen ilk ve en önemli konu, "hükümetle asker arasındaki ilişkiler"in nasıl bir seyir izleyeceğiydi. Yani, her şey demokrasi dairesi içinde yolunda gidecekti ama yolun bir yerinde askerler hükümetin etki alanını daraltıcı bir girişimde bulunabilirler miydi? Son askeri müdahalenin (28 Şubat) zihinlerde bıraktığı izler henüz tazeyken ve nihayet AK Parti kadroları, başka Tayyip Erdoğan olmak üzere bu darbenin muhatapları arasında sayılırken böyle bir merak, demokratik olmasa da Türkiye siyasal sistemi içinde fazla yadırganmamalıdır. Ayrıca, içinde askeri bürokrasinin de bulunduğu sistemin, ülke yönetiminde görmek istemediği bir liderin bütün hesapları alt üst eden bir halk desteğiyle yönetime gelişinin, hükümet-asker ilişkilerinin geleceğine dair soru işaretleri uyandırması şaşılacak bir şey de değildir. Bazı kesimler için şaşılacak olan, başta Erdoğan olmak üzere Ak Parti lider kadrosunun, özelde asker genelde de sistem ile ilişkilerde gerginliğe yol açacak malzemeler üretmemeleridir. AK Parti, ne 4 Kasım sabahı ne de Erdoğan'ın "düştüğü yer" olan Siirt'ten ayağa kalktığı gün, elde edilen zaferleri bir intikam duygusunun yansıması olarak değerlendirmedi, "son gülen iyi güler" anlamına gelebilecek bir tutum sergilemedi. Özellikle Erdoğan –ki, bu durumu bir demokrasi mücadelesi olarak en çok onun kullanmaya hakkı vardı- sanki böyle bir şey olmamış gibi davranmayı tercih etti. Türkiye, onun Başbakanlık koltuğuna oturduğunu bile neredeyse hissetmedi... Kişisel kariyerinin bir gerilim kaynağı olmamasına özen gösterdi. Sessizce, işini yapmaya koyuldu ve dış politika ile ekonomi arasında yoğun bir mesaiyi tercih etti. Bunu da aslında Ak Parti iktidarını daha hızlı pekiştirecek gündelik siyasete müracaat etmeksizin yaptı, hâlâ da böyle davranıyor. Tıpkı, 12 Eylül'ün yasakladığı Demirel'in sonradan bu darbeyi içinden çıkaran kuruma Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yaparken eski defterleri kapatması gibi, Erdoğan da aynı centilmenlik ve sabırla beklemeyi bildi. Geçen birkaç ay da gösteriyor ki, hem asker ile ilişkilerde hem de iktidar dışındaki bütün politik-apolitik unsurlarla temaslarda o bildik Kasımpaşalı üslubundan fedakarlık yapma pahasına yeni bir tarz geliştirmeyi başarmış bulunuyor. Şu ana kadar tuzaklara düşmeden yürüdü ve hataya en çok müsait olan ilk dönemi, Irak Savaşı krizi gibi son derece gerilimli bir vak'aya rağmen kazasız belasız atlattı. Dahası Erdoğan bugün gelinen noktada kamuoyuna, "hükümet ile asker arasında gerilim"in sorgulanması ya da bunun var olup olmadığına cevap aranması halinde niyeti sorgulanamayacak, yani muhtemel bir gerilimin kaynağı görülemeyecek kadar güven vermeyi de başarmıştır. Bütün bunların anlamı bellidir. Başbakan, salt siyaset yaparak kendisini geçici olarak emniyete almak yerine; daha yüksek bir hedefe yönelip kalıcı olmayı seçerek, "delikanlı" görüntüsünden "devlet adamlığı" profiline doğru yürümektedir. Bu hem avantajlar hem de riskler içeren bir yürüyüştür. Erdoğan, mayınlı bir araziden uzaklaşırken her tarafı ustaca döşenmiş mayınlarla dolu yeni bir alana adım atmaktadır. Dönüşmek ile dönüştürülmenin birbirinden sadece ince bir zarla ayrıldığı yeni bir alan... Erdoğan'ın önünde şimdi, "gerilimsiz siyasetin maliyeti"ni 3 Kasım'da siyasete yeni bir istikamet veren kitlelere çıkartmadan, kendisinden beklenen yüksek değişimi tahakkuk ettirmek sorumluluğu vardır.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |