|
|
Herkes biliyordu ki, RTÜK Kanunu karşısında aldığı pozisyon itibariyle basında Özkök'ün tarifine uyan sadece bir kişi vardı: Hürriyet gazetesi başyazarı Oktay Ekşi…
Tartışma, basına ağır para cezaları getiren 15 Mayıs 2002 tarihli yasanın uygulama sonuçlarını ele alan Hürriyet'teki bir haberin ardından başladı... "15 Mayıs 2002 tarihinde yürürlüğe giren yasanın, caydırıcı değil öldürücü ağırlıktaki para cezaları yüzünden birçok gazete ve dergi iflasa ve kapanmaya mahkûm edildiği"ni duyuran haber, Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi'nin "isyan"ını da içeriyordu... Star gazetesi yazarı Umur Talu, bu haberi ele alan yazısında "Bazı medya patronlarının siparişiyle hazırlanan RTÜK yasası ve ona iliştirilmiş Basın Kanunu değişiklikleri geçirilmek istenirken, 'patronlarına embedded' nice büyük büyük gazetecilerden çıt çıkamadı"ğını hatırlattı. Talu'nun eleştirisinde Oktay Ekşi'ye özel bir pay da vardı: "Bütün bunlar olurken, bir iki yarım yamalak laf dışında, ne Ekşi'den bir ses, ne Basın Konseyi yönetimini oluşturan ve hemen hepsi büyük medya hiyerarşisinde yer alan büyük isimlerden bir nefes." Umur Talu'ya göre, "İsyan ile utanma, isyan ile günah arasında ciddi bir fark olmalı"ydı... Talu'nun 10 Haziran tarihli yazısına Oktay Ekşi'nin cevabı, gene Talu'nun sütununda 21 Haziran'da yayımlandı... Ekşi, kendisini o dönemde "sus pus" olmakla eleştiren Talu'ya o dönemde yazdığı "Bir değil, beş değil tam 10 adet makalenin fotokopilerini" gönderdiğini hatırlatıp şöyle soruyordu: "'Utanma' yükümlülüğü kime düşüyor, hâlâ merak ediyor musun?" Umur Talu "nicelik"i bir yana bırakıp, "tam 10 adet makale"nin niteliği üzerinde durmuş 23 Haziran tarihli cevabî yazısında... Vardığı sonuç şöyle: Tümü 2001 yılına ait bu 10 makalede, evet RTÜK'ten yer yer bahsediliyor ama bunların "muhalif" yazılar olduğu söylenemez... Özetle, "Niceliğin ne önemi var, mühim olan nitelik" demeye getiriyor Umur Talu... Biz burada, Talu'nun 12 maddede özetlediği "Oktay Ekşi'nin RTÜK yazıları"yla ilgili onun da gözünden kaçan "hüzünlü" bir noktaya dikkat çekeceğiz... 5. maddedeyiz... Önce Talu'nun bu madde ile ilgili olarak yazdıklarına bakalım: "Tarih 23 Mayıs 2001. Yazı 73 satır. 'Caydırıcı değil, öldürücü ceza' tespiti gerçekten mevcut. Altını çizdiğiniz o bölüm toplam 8 satır (yüzde 11). Asıl önemlisi, bir gün önce 'Bu konuda daha diyeceklerimiz var' demişken, 'diyecekleriniz'den vazgeçip 'iki ilginç öneri'ye yer vermişsiniz. Özellikle 'belki daha da ilginç' dediğiniz 'İhale yasağına ne gerek var' kod adlı ikinci öneri, sanırım doğrudan grup yönetiminden. Olabilir. Ama bu öneriye sizin herhangi bir cevabınız yok. Bir gün önceki fikriniz uçuvermiş, sanki!" Umur Talu'nun sözünü ettiği yazıda, gerçekten de "damardan" bir muhalefet vardı… "Damardan" diyoruz, çünkü Oktay Ekşi o yazıda RTÜK Kanunu'nun genel olarak çok yerinde bir kanun olduğunu söyledikten sonra, medya patronlarının devlet ihalesine girmelerini yasaklayan maddenin olduğu gibi kalmasını savunuyordu. Çünkü: "Bu yanlıştır. Radyo, televizyon ve gazete gibi 'kitle iletişim organı' sahiplerinin elindeki güç o kadar büyüktür ki, kamusal yarar böyle bir yasağın sürdürülmesini gerektirir." Ekşi, bu konuda daha diyeceği olduğunu söyleyerek bitiriyordu yazısını. Fakat sonrası gelmedi. Ekşi'nin ilk yazısından heyecanlanıp bir sonraki yazısını bekleyenler, Talu'nun da dediği gibi 'iki ilginç öneri'yle karşılaştılar… Talu, "'İhale yasağına ne gerek var' kod adlı ikinci öneri, sanırım doğrudan grup yönetiminden" derken, belli ki o gün Oktay Ekşi'nin sütununa bitişik yazıyı hatırlamıyor… Ertuğrul Özkök imzalı o yazının başlığı "İhale tabusu"ydu… Yazıda, yeni RTÜK Kanunu'nu genel olarak beğenen, fakat kanundaki "ihale yasağını kaldıran madde"ye karşı çıkan, bir başka deyişle "İhale tabusu"nu aşamayanlar sert bir dille eleştiriliyordu… Hem de, bitişik sütunda dile getirilen "iki ilginç öneri"den birinde yer alan satırların aynısıyla… Bu, çok hüzünlü bir durumdu. Çünkü herkes biliyordu ki, RTÜK Kanunu karşısında aldığı pozisyon itibariyle basında Özkök'ün tarifine uyan sadece bir kişi vardı: Hürriyet gazetesi başyazarı Oktay Ekşi… (A.G.)
Yönetmene mektuplar...
Hürriyet yazarı "Atıf Hoca" altı gündür Hollywood'taymış, mesleğiyle ilgi bir toplantıya katılıyormuş. "Medya ölçümü dinlemekten anam ağladı" diyor. "Atıf Hoca", "medya ölçümü"nün ne demek olduğunu anlatmaya geçmeden "Önce Ertuğrul Özkök gibi bir giriş yapmam lazım" diyerek, Hollywood'ta kaldığı oteli anlatmış. Otel odasının en büyük özelliği tam karşıdaki tepede bulunan "Hollywood tabelası"ymış. Bu bölümün hemen ardından da şu satırlar geliyor: "Olmadı değil mi? Altı gün bu tabelaya baka baka Ertuğrul Hoca uyansaydı ve o tabela üzerine yazı yazsaydı. Ne olurdu? Tabela kuş olur kanatlanır, rüzgar olur eser, yağmur olur şakır şakır yağardı. Bizimki yavan oldu işte ne yapalım...." Evet yazının anafikri artık ortaya çıktı sayılır: "Kuş olur uçar...." (K.B.)
Ahmet Kekeç'e açık tehdit! Gazetemiz yazarlarından Ahmet Kekeç, dün, 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi'ndeki korkunç işkencelerden yola çıkarak, aynı dönemde öbür cezaevlerinde de benzer insanlık suçları işlendiğini yazdı. Kekeç, yazısının sonunda da, Milli Güvenlik Konseyi'nden aldığı özel izinle tek tek cezaevlerini dolaşıp Milliyet'te dizi yapan bir gazeteciden söz etti. Kekeç'in özetlemesiyle yazarsak: "Cezaevlerinde olağanüstü bir şey yoktu bu arkadaşımıza göre. Mahkûmlar lüks koğuşlarda 'beyler paşalar gibi' yaşıyordu." Kekeç yazısını "Kim bu cesur gazeteci? Onu da siz bulun artık" diye bitiriyordu ki bizim buna itirazımız var. Buradan kendisini açıkça tehdit ediyoruz: Bu "cesur gazeteci"nin adını açıklasın, aksi takdirde biz açıklayacağız!
REKLAM FİLMİ GİBİ...
Radikal İki'den Ayşe Kadıoğlu, ülkemizde yönetmen Sinan Çetin'in himayesine giren Ayn Rand'ı değerlendiriyor. Kadıoğlu, "Ayn Rand'ı Türkiye'de okumak" başlıklı yazına başlarken yazarın "Plato Film Yayınları" tarafından yayınlanan "Atlas Vazgeçti" adlı kitabına "reklam piyasasının dahi çocuğu" olarak tanındığını söylediği Serdar Erener'in yazdığı önsözden de bir bölüm almış. Bu bölüm şöyle: "Dünyayı değiştirenlerden misiniz? Sizi hırs ve bencillikle mi suçluyorlar? Suçlamalara cevap vermekte zorlanıyor musunuz? Bu kitapta sizin gibileri savunan bütün fikirler var! Okuyun." Görüyorsunuz, bir bakıma "hap" gibi bir önsöz.... Peki siyaset bilimci Kadıoğlu'na göre kim bu Ayn Rand, ya da neyi temsil ediyor? Cevap da şöyle: "İşte Ayn Rand adı, benim gibi siyasal kuram ile ilgili olanlar için, böylesi bir felsefeyi simgeler. Bir yerde, bugün 'yeni sağ' dediğimiz olgunun da temelinde yer alan Frederick Hayek ile ilişkilendirilen türden bir ekonomik liberalizmin, siyasal ve ahlaki izdüşümünü gösterir. Öyle ki, bu tür bir liberalizme içinde toplumsal sorumluluk boyutu hiç bulunmadığı için liberteryanizm denir. Yani bir tür sağcı anarşizm. Ayn Rand'ın adı Batı felsefesinde aslında liberteryan, ya da sağcı anarşist bir siyasal duruş ile ilişkilendirilir...." Yani diyeceğimiz, reklamlara da dikkat! (K.B.)
Star yazıişlerinin yutkunarak izlediği haber... Başta Sabah, bütün gazeteler tam sayfalarla tadını çıkara çıkara köpürtüyorlar haberi... "Çocuklar Duymasın" dizisinin "anne"si Pınar Altuğ'un "Şok boşanması" haberinden söz ediyoruz... Türkiye'nin ciddi mi popüler mi olduğu tamamen biribirine karışmış medyasının arayıp da bulamayacağı bir haber... Her şeyden önce televizyonun en çok izlenen dizisinin kadın kahramanı olayımızın da kahramanı... Sadece bu bile yetecekken, işin içine "Kocası askerdeyken Beykoz'daki villasında ona ihanet ettiği" iddiaları... Yetmedi, kocasının izinle eve dönüşünde karısını Ceri Behar'la yakaladığı iddiaları... Yetmedi, Ceri Behar'ın "Sırlarla dolu Prizma tarikatı"nın lideri oluşu... Yetmedi, bu tarikata giren ünlülerin yüzde 80'inin boşanmış olduğu iddiaları... Liste böyle gidiyor... Büyük gazeteler habere sürmanşetlerden girip içerde tam sayfalarla devam ediyor... ... Ve fakat bu tür haberleri en iyi "değerlendiren" gazete olduğuna şahadet edebileceğimiz Star gazetesi yazıişleri, kedinin ciğere bakması gibi yutkunarak izliyor olan biteni... Nedenini biliyorsunuz: Dizi kısa bir süre önce Atv'den Star'a transfer olmuştu ve ortalığa salınan bu haberler, bu dedikodular hiç şüphesiz dizinin bundan sonrasını çok olumsuz yönde etkileyecek. Çünkü Pınar Altuğ dizide modern fakat geleneksel değerlere de saygılı, hanım hanımcık bir "anne"yi oynuyordu... Bu imaj şimdi tamamen "çizilmiş" görünüyor. Dizinin senaristi ve yönetmeni de işin bu yanına dikkat çekerek Pınar Altuğ'u "şimdilik" diziden çıkarmayı düşünmediğini açıklamış. Hürriyet'ten okuyalım: "Pınar'ın bu şekilde gazetelerde yer almasının dizideki rolünden daha çok diziyi etkileyeceğine inanıyorum. Benim en büyük telaşım, insanların algılama biçimiyle ilgili. Biz inandırıcı bir iş yapıyoruz. Bütün bunlar diziye zarar verir, hoş şeyler değil. Pınar'ı diziden çıkarmayı henüz düşünmüyorum. Ama bize zarar vereceğini düşünüyorum. Pınar, ideal bir kadını oynuyordu. İdeal bir kadının arkasından dedikodu yapılmaz." Star'da, yazık, ne "Pınar"ın Prizma muhabbetleri, ne Prizma'ya takılıp da boşanmış ünlüler, ne onların boy boy fotoğrafları... Hiçbir şey yok... Olay patladıktan sonra "Pınar"ı sadece Çarşamba günü küçük bir haberle görebildik Star sayfalarında: "EŞİMİ HİÇ ALDATMADIM... Ünlü oyuncu Pınar Altuğ, eşi Umut Elçioğlu'yla boşanma kararı aldıktan sonra çıkan dedikodulara son noktayı koydu: 'Bana zarar vermek isteyenler bu söylentileri ortaya atıyor. Hiçbiri doğru değil." Star'daki meslektaşlarımızın, "Dizi atv'de sürseydi, görürdü öbürleri haber nasıl yapılırmış" diye hayıflandıkları muhakkak... Dizi atv'de sürüyor olsaydı, "Pınar haberleri"nin birincisi Sabah'ın nasıl bir çizgi izleyeceğini de siz tahayyül edin artık (ipucu için, dizinin erkek kahramanının evlilik dışı gönül maceraları iddialarıyla ilgili haberler döneminde gazetenin performansına göz atabilirsiniz). A.G.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |