|
|
Ateşle oyun...
Bağdat'taki Türk Büyükelçiliği'ne yapılan saldırı konusunda, başbakan istediği kadar durumun tezkereyle ilgisi olmadığını söylesin, savaş şahini yorumcular istedikleri kadar failleri başka yerde aramaya soyunsunlar; gerçek çıplak. Bu gerçeği Bağdat Büyükelçisi Osman Paksüt olduğunca açık bir şekilde dile getirdi: "Bu olay Türkiye'nin, ağırlığı olan bir ülke olarak bu ağırlığını kullanmasının bir faturası..." Irak'a asker gönderme gerekçesini insani yardım, arabuluculuk olarak doğrulamaya çalışan Türkiye, bu ilk saldırıyla ne tür bir gerçekle karşı karşıya kalacağını gördü. Sanırız kamuoyuna atılan yemler dışında bu konuda kimse kendisini kandırmıyor. Irak'ta ABD ve İngiliz işgaline direnenlere "terörist" deme alışkanlığı daha şimdiden siyasetçi, bürokrat ve gazeteci diline yerleşti. Bedelini hesaplayamasa da, ödemeye hazır olmasa da, siyasi iktidar ve devlet Ortadoğu batağına bilerek ve isteyerek gidiyor. Hedef alabildiğine açık: Önemli bir askeri varlıkla, özellikle Kürt meselesi konusunda her fırsatı kullanarak, her tür ağırlığı koymak, diplomatik, akılcı yollardan gerçekleştirme imkanı bulamadığı resmi politikalarını fiili durumlar, yani silahlı durumlar kollayarak hayata geçirmek.... Peki bu garip hedefin, ABD'yle bu yeni stratejik yakınlaşmanın bedeli ne olacak? Savaşlar, çatışma ve savaş ortamları, başka bir deyişle asayiş ve güvenliğe endeksli milli politikaların mutlaklaşması hemen her zaman siyasi iktidarların gücünü azaltır, devleti ve askeri öne çıkarır. Özellikle Türkiye'de bu, hep böyle olmuştur; yine olacaktır, dünden itibaren topun askere geri dönüş süreci başlamıştır... Türk askerinin karşı karşıya kalması kaçınılmaz saldırılar ve ölümlerin iç kamuoyunu ve iç siyaseti karıştırmaması mümkün değildir. Böyle bir durumda arkasına kamuoyunu almadan, kamuoyuna rağmen asker gönderme kararı veren hükümetin toplumsal meşruiyeti zayıflayacaktır... Saldırıların besleme ihtimali olan Arap karşıtı milliyetçi dalga devlet merkezli politikaların önünü bir kez daha açacak, daha doğrusu son on aydır önünde bulunan engelleri kaldıracaktır. Bu yolla askeri vesayet ve müdahale modeli güçlenecektir. Türkiye, ABD'de eriyen, kaybetme mahalline giren Bush'la yakınlaşarak, yarın ne tür dengelerle karşı karşıya kalacağını bilmeden muğlak bir müttefikle yola çıkmasının bedelini stratejik ilişkiler alanında da ödeyecektir. Ya ABD'nin ileri jandarma gücü haline dönüşecek ya da ABD tarafından bölgede ortada bırakılacak, uluslararası camiada zor duruma düşecektir. Bu gidişin en büyük bedellerinden birisi Türkiye ile AB arasında yeniden ciddi mesafelerin oluşmasıdır. ABD'-nin, "AB sınırları ile NATO sınırları aynı olsun" dayatmasından son derece rahatsız olan ve bu ülke karşısında siyasi güç ve bağımsızlık peşinde koşan Almanya ve Fransa tarafından bu durumun, yani Türkiye-ABD işbirliğinin, Türkiye'nin pax-amerikana'nın bir parçası olmasının bir ret bahanesi olarak kullanılması kuvvetle muhtemeldir. AB'den uzaklaşıp, ABD faydacılığının iyice kucağına düşecek bir Türkiye'nin genel siyasi iklimi, şahinler ve ordu üzerindeki baskıyı kaldıracak, hükümet asker tarafından daha çok sıkıştırılacaktır. Kısacası yeni bir fasit daire oluşacaktır... Olaylar elbette farklı yönde gelişebilir; ancak yukarıda ileri sürülenler akla ve gerçeğe en yakın ihtimallerdir. Bu ihtimalleri AB yanlısı liberallerin görmezden gelmesini, en önemlisi hükümetin dikkate almamasını, akıl hiç almıyor... Başbakan orduyu Özkök'ten, AB'yi Berlusconi'den ibaret sanıyorsa, dahası onlardan gördüğü görece yakınlığı siyaset olarak algılıyorsa, ciddi olarak yanılıyor... Gücün vefası olmaz... Akıldan da daha büyük güç olmaz...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |