|
|
başımıza düşecekmiş! Cem Uzan'ın nutukları, dünyanın aşağı yukarı 60 yıl önce tanıştığı "lider" tipinin kullandığı elemanları içinde bolca barındırıyor. Ne ararsınız var... Sefalet, işsizlik, milli duygular, birlik, "yabancı"dan nefret, güç, gençlik, dinamiklik, vesaire... Hatta sırası gelince "içinizden biriyim" imajı.
Geçen gün Mustafa Karaalioğlu'nun sütununda karşılaştık; Başbakan'ın önüne konan son bir kamuoyu araştırmasında Genç Parti'nin muhtemel oy oranı (herşeye rağmen) yüzde 6.5 olarak yer alıyormuş. Evet "herşeye rağmen". ÇEAŞ-Kepez, İmar Bankası, ortaya atılan bunca iddia ve yapılan bunca yayına rağmen... Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan'ı televizyonda son olarak Beşiktaş-Chelsea karşılaşmasının hemen öncesinde ve devre arasında izledik. (Bu arada: Star gazetesi Cem Uzan'dan "Genel Başkan" olarak değil, "Genç Parti Lideri" diye söz ediyor. Tesadüf olmasa gerek. Besbelli ki, Genel Başkan'ın gazetesi "lider" sıfatının gerçeği çok daha iyi yansıttığı fikrinde. Haksız da sayılmaz yani!) Cem Uzan'ın Star televizyon kanalında arada bir "Reklam" etiketi yapıştırılmış uzun nutuklar atması arada bir basınımızın da dikkatini çekiyor. Fakat dikkat edin, televizyon kanalının "Genç Parti Lideri"nin bu nutuklarına yer vermesi sadece ve sadece nutukların "en pahalı reklam kuşağı"nda yer almasından dolayı dikkat çekiyor... Yani hemen her zaman aşağı yukarı şöyle bir yorumla karşılaşıyoruz: "Vay bee! Milyonlarca dolarlık reklam alma imkanı olan bir kuşak yine Cem Uzan'ın nutkuna ayrıldı!" Ne diyebiliriz; zenginin malının züğürtün çenesi yorması tam da böyle bir şey olsa gerek... Oysa "lider"in nutukları bambaşka açılardan da çok dikkat çekici. Hele de ekranda karşımıza gelen bu manzara anayasasında "demokratik hukuk devleti" yazan bir ülkede karşımıza çıkıyorsa daha da dikkat çekici. Demek ki bu "demokratik cumhuriyet"te, bir "lider"in parasını bastırdığı bir televizyon kanalında arkasına ülkenin bayrağını da alarak canının istediği zaman nutuk atmasının ekrana ufacık bir "Reklam" notunun eklenmesi şartıyla hiçbir mahzuru yok. İşte, bir ülkede hukukta "şekilciliğin" hakim olması, hukukun "araçsallaştırılması" tam da böyle bir şey olsa gerek. Şimdi de gelelim "lider"in nutkunun analizine: Bir kere, söylediğimiz gibi, niçin fonda Türk bayrağı dalgalanmakta? Aslında bildiğimiz kadarıyla bu işin de bir "kanunu" yok mu? Yani her isteyen, ekranı her satın alan ya da kiralayan arkasına Türk bayrağını yerleştirerek nutuk atma hürriyetine sahip mi? Ne oluyor; ortada bir "milli dava" mı var, bir "milli dava" mı konuşuluyor ya da millete arzediliyor?! Yoooo! Olan bitenin tamamı, "lider"in yine canının çektiği "hakikatler"i sıralamasından ibaret... Cem Uzan, mutlaka hepinizin dikkatini çektiği gibi, ülkenin Başbakanı'na "senli-benli" hitap etmeyi tercih ediyor. Hey sen! "Yüreğin yetiyorsa, cesaretin varsa, seçim kararı al ve gel karşıma."(!) "Televizyonda karşıma çıkmaktan kaçtın... Peki seçimde ne yapacaksın? Nasıl kaçacaksın?... Nereye kaçacaksın?..."(!) Cem Uzan'ın nutkunun tamamını dinlediğinde hemen dikkat çeken bir diğer husus da, ekran karşısındakilere ülkede işlerin sanki hâlâ "düello" ile çözüldüğü izlenimininin verilmeye çalışılması! Sanki bu ülkede her iş bitmiş ve meseleye dönüp dolaşıp Başbakan ile Cem Uzan'ın karşılaşmasına gelip dayanmış... Başbakan "lider"in ısrarlı meydan okumaları karşısında daha fazla dayanamayıp meydana çıkacak, ve karşılaşmanın galibi ülkeyi yönetme hakkını elde edecek! Tabii, besbelli ki, Cem Uzan'ın bu ısrarı, kendisini Başbakan ile birlikte, ülkenin iki "şövalye"sinden (daha doğrusu "efendi"sinden) birisi olarak görmesinden kaynaklanıyor! Bir tarafta AKP ve Başbakan, karşısında da "Genç Parti Lideri" Cem Uzan... Cem Uzan, her ne kadar bir partinin "lideri" olsa da, bu nutuklarının önemli bir bölümünü "şahsi" meselelerine ayırmaktan da geri durmuyor. ÇEAŞ, Kepez, İmar Bankası gibi meseleler, sanki birer "Atatürk Barajı" ya da "Ziraat Bankası" meselesiymiş gibi işleniyor... Nutuklarından, "lider"in son derece anti-IMF, son derece anti-Amerikan bir ruh hali içinde olduğu da anlaşılıyor. Bu husus önemli, çünkü bu ülkenin diğer "sağcı" partilerinden hiçbirisinin "liderini", eskiden olduğu gibi bugün de bu ruh hali içinde konuşturabilmeniz mümkün değildir. Bırakalım eskileri, bugün bu lafların onda birini Mehmet Ağar'a ya da Ali Talip Özdemir'e (belki bilmeyeniniz, duymayanınız vardır diye hatırlatıyoruz: kendisi ANAP Genel Başkanı'dır!) söyletebilmeniz imkansızdır. Bu husus çok önemli, çünkü durum böyle olunca, Cem Uzan'ın bu "popülist" ruh haliyle, diğerlerinden çok daha avantajlı olarak "verimli tarlalara" nasıl kolaylıkla yöneldiğini de anlıyoruz. Bu husus önemli, çünkü bu "popülist" nutukların seçmeni nasıl "tehlikeli" sulara sürükleyebileceğini de kestirebiliyoruz. Cem Uzan'ın nutukları, dünyanın aşağı yukarı 60 yıl önce tanıştığı "lider" tipinin kullandığı elamanları içinde bolca barındırıyor. Ne ararsınız var... Sefalet, işsizlik, milli duygular, birlik, "yabancı"dan nefret, güç, gençlik, dinamiklik, vesaire... Hatta sırası gelince "içinizden biriyim" imajı. "Lider" bakın ne diyor: "Sevgili vatandaşlarım... Bir konunun altını özellikle çizmek istiyorum, ben sizin evladınızım. Ben sizin kardeşinizim, ağabeyinizim. Bana şöyle bir bakın. Aptal bir insan gibi mi duruyorum ben? Böyle kötü bir geçmişim olsa siyasete girer miydim?" Bu sözcüklerin bir araya gelmesi bir tesadüf olabilir mi?! "Evlat", "kardeş" faslının, süratle "ağabey"likle sonuçlanması da ilginç. Çünkü "lider" çok iyi biliyor ki, bu ülkede kendisini bir "ağabey" olarak gören ve görmeye çalışan gençler "verimli tarla"laların başında gelmektedir. Yanılmayalım; çok da haksız sayılmaz yani... "Lider"in "laikliğe" özellikle düşkün olduğunu hatırlatmaya gerek yok sanırız... İşte bu çerçede edilen laflardan bir takımı: "Bu millet iradesi, Taliban liderinin önünde diz çöken bir zihniyete teslim edilemez." Yani çok da "laik" ve "ulusalcı".... "Lider"in diline "mütareke basını" lafını dolaması da çok anlamlı. Bu girişim de yıllar öncesini hatırlatıyor. Yani ortada "laik", "ulusalcı", "yoksuldan yana", "anti-IMF", "anti-Amerikan" ve "evladımız, kardeşimiz, ağabeyimiz" olan bir tek o var! Gerisi beş para etmez. ("Lider"in AKP ve Başbakan dışında hiçbir partinin adını ağzına almaması bu çerçevede çok anlamlı. Çünkü artık ülkede sadece "iki cephe" kaldı: Genç Parti ve "lideri" Cem Uzan ile AKP ve Başbakan.) İşte daha ne istiyorsunuz? Bize en az bizim kadar yakın olmakla kalmayıp bize aynı zamanda "Uzanlar" kadar uzak olan bir "lider" nihayet zuhur etti, gözünüz aydın! Cem Uzan'ın son nutkundan bir bölüm özellikle dikkatimizi çekti. Bu bölümün nutuk yazıcıların dikkatinden nasıl kaçtığını da doğrusu anlayamadık. Bu bölüm şöyle: "Küçük bir kartopu olarak başlayan Genç Parti artık kocaman bir çığ."(!) Bakın, gördünüz mü? "Lider", eğer işler yolunda giderse başımıza neler geleceğini kendi ağzıyla ne güzel ifade etmiş: Eğer yüzde 6.5'lar gelişip palazlanırsa, başımıza "çığ" düşecek çığ! Şimdi; "Genç Parti Lideri"nin eskilere benzemediği muhakkak... Eskilerle gerçekten, uzaktan yakından ilgisi yok... Karşımızdaki "lider" gerçekten de bambaşka bir "kumaş"tan dokunmuş. Bu hususu altını çizerek tekrar tekrar hatırlatıyoruz, çünkü bunun böyle bilinmesinde fayda var. Bu "lider" belki de ülkeyi bu zamana kadar yaşamadığı bir takım "şeylere" sürükleyebilecek yetenekte görülüyor... Muhakkak dikkat etmek lazım. Allahtan elimizde teselli bulabileceğimiz bir bilgi var. Bu bilgi de, "lider"in tanıtımını üstlendiği söylenen "metin yazarı"nın bugüne kadar hangi "ürün"e el attıysa batmaktan kurtulamadığına dair! (K.B.)
'İşaret fişeği' atıldı da biz mi görmedik? Başlıkta sorduğumuz soruyu kafamızda Ekrem Dumanlı'nın yazısı (Zaman, 29 Eylül) çaktırdı... Zaman'ın genel yayın yönetmeni, "Bir YÖK uğruna koparılan fırtına" başlıklı yazısının son bölümünde şöyle yazdı: "Görünen o ki köşeyazarlarının serinkanlı yaklaşımına rağmen gazete yazı işleri her iki cepheden de gelen kışkırtıcı demeçlerin üzerine fena atladı. Oysa Türkiye, ekonomik ve sosyal dengeleri Sırat Köprüsü'nde yürümeye mahkûm bir ülke. "Medya, 28 Şubat sürecinde psikolojik harbin parçası haline geldi. Karargâhlarda verilen brifingler çoğu kez yol haritası oldu basın için. Bazen de 'üst düzey yetkililer' yayın toplantısı yaparcasına gazetelere müdahale etti. O dönemde yaşanan suç ortaklığı psikolojisi bugün başka hatalara da sebep olabiliyor. "Son birkaç yılda medya daha duyarlı, daha sağduyulu. Ancak geçen hafta şahit olduğumuz fırtına, hoş olmayan çağrışımlar sunmadı değil. Yoksa medya dünyasında da bir ziyaret vaki oldu da bizim mi haberimiz yoktu?" Dumanlı haklı olabilir mi? "Medya dünyasında bir ziyaret vaki olmasa" bile bir yerlerden işaret fişeği fırlatıldı da biz mi duymadık? "Geçen hafta YÖK çerçevesinde şahit olduğumuz fırtına"nın nedeni bu muydu acaba? Dumanlı'nın yazısının çıktığı gün harp okullarında "açılış"lar vardı ve kuvvet komutanları açılışlarda "hassasiyetler"ini bir kez daha tekrarladılar. Salı günkü gazetelere bu gözle baktık. Acaba haberlerin sunumunda gazeteler nasıl bir tutum almıştı? En önemli (ya da en açık) konuşma Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'dan geldi. Gazeteler doğal olarak bu konuşmayı öne çıkardılar, biz de bu konuşmanın basındaki yansımasını temel alarak yaptık gözlemimizi... Önce şunu belirtelim: Evet, gazeteler sanki bu tür hassasiyet beyanlarını eskisine kıyasla biraz daha öne çıkarmışlar ya da kendilerini öne çıkarmak zorunda hissetmişler gibi... Ama içeriği yansıtırken, biri hariç (Milliyet), konuşmadaki "politik çağrı"yı özellikle öne çıkarmamışlar, hatta bu "çağrı"ya haberlerin içinde bile yer vermemişler... Org. Yalman'ın konuşmasına Cumhuriyet'le birlikte en geniş yeri ayıran iki gazeteden biri olan Milliyet'in başlık ve birinci sayfa anonsunu aktararak sözünü ettiğimiz "çağrı"yı sizin de bilginize sunmuş olalım: "İÇ CEPHE SUSKUN... Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman, en büyük tehlikeyi Atatürk'ün sözüyle özetledi... Orgeneral Aytaç Yalman, TSK'ya karşı bir yıpratma kampanyası olduğunu vurguladı ve Atatürk'ün Meclis'te söylediği şu sözleri hatırlattı: 'Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerideki cephenin suskunluğudur'..." Birçok gazete, Yalman'ın "Kemalizm modernitenin zirvesidir", "Kemalizm statükocu değildir", "Kemalizm ilericidir" sözlerinden üretmiş başlıklarını (mesela Hürriyet, Vatan, Sabah, Akşam, Cumhuriyet)... Zaman ve Radikal "TSK AB'ye karşı değildir"i başlığa çıkarmayı uygun bulmuş... Bu demecin en önemli kısmının "iç cephe"ye yönelik eleştiri olduğunda bizim hiç kuşkumuz yok. "Kemalizm modernitenin zirvesidir" vb. görüşlerin "haber değeri" olmadığı muhakkak. "TSK AB'ye karşı değildir" de sık sık dile getirilen, "yeni"liği olmayan bir başka görüş... Ama "iç cephe" meselesi yeni... Eğer karanlıkta ıslık çalmayacaksak, bunun 28 Şubat'taki "Silahsız Kuvvetler"in harekete geçmesine ilişkin çağrıyla akraba olduğunu da kabul etmek zorundayız: İşte o nedenle çok önemli... "İç cephe" vurgusunun önemini kırk yıllık gazetecilerin algılamamış olması düşünülemez, buna rağmen bırakın başlıkları haber metinlerinde bile bu bölümün hiç yer almamış olması anlaşılır bir şey değil. İnanmayacaksınız ama, Milliyet dışında hiçbir gazete işin bu yanına girmemiş. Bu durumda tek bir ihtimal kalıyor geriye: Gazete yönetimleri "iç cephe" çağrısının önemini bal gibi fark ettiler ama 28 Şubat'takine benzer bir durumun aracı konumuna düşmemek için konuşmanın bu tarafını "es" geçtiler. Ama burada da kafamızı, Cumhuriyet'in de işin bu tarafını "es" geçmiş olması karıştırıyor... Acaba "olamaz" dediğimiz şey mi geçerli? Yani gazete yönetimleri basbayağı bunun öneminin farkına varmadılar mı? Hangi ihtimal geçerli olursa olsun, Org. Yalman'ın yalnızca Milliyet'in yayınından memnun kaldığına biz adımız gibi eminiz. (A.G.)
Araştır(t)macı gazetecilik günleri başladı galiba...
Sabah yazarı Mehmet Barlas, Hürriyet'in "ANKA kaynağıyla Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in 1995'teki 'Bediüzzaman Sempozyumu'nda, Said-i Nursi'yi öven bir konuşma yaptığını haberleştirdiğini" aktardı ve bu gazetecilik türüne gönül vermiş meslektaşlara yarı şaka yarı ciddi, "Eski defterleri karıştırmak da bir tür araştırıcı gazetecilik galiba" diye takıldı... Bu tür haberlerin alâmet-i fârikası olan "ortaya çıktı" yüklemiyle sunulan metin, daha önce piyasaya sürülmüş ve işlev görmüş "ortaya çıktı" haberlerine kıyasla daha problemli görülüyor... Çünkü bu haber türünün ikna edici olması için, fâş edilen metnin ya da konuşmanın ilk kez "ortaya çıkmış" (çıkarılmış) olması gerekiyor... Oysa ilan edilmiş, kamuya ve basına açık bir sempozyumda yapılmış bir konuşmanın "ortaya çıkmasının" haberi bu... Haklı olarak "Çelik, Said-i Nursi'yi övmüş, evet ama ne çıkar bundan?" diye soran Mehmet Barlas, Hürriyet'in, aynı sempozyumda konuşan "İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan"dan hiç söz etmeyip Hüseyin Çelik'e yüklenmesini "Kelkit'e giden Başbakan'a iltimas mı yapılıyor?" sorusuyla anlamaya çalışıyor. Ne var ki ertesi gün Hürriyet bir "Aynı sempozyumda Erdoğan da konuşmuş" haberiyle çıkınca fikrini değiştirmiş olmalı... Hürriyet'in haberi sunuşuyla ilgili olarak da birkaç şey söyleyelim... Gazete, haberin "görünür" unsurlarının hiçbirinde konuşmanın sekiz yıl önce yapılmış olduğunu belirtmiyor... Yani şöyle... Patlangaç: Saidi Nursi bildirisi... Başlık: "Onu dinleselerdi böyle olmazdı..." Spot: "Eğer Cumhuriyet'in başında Bediüzzaman resmi makamlarca dinlenseydi, bugün ülkenin durumu şüphe yok ki böyle olmazdı. Maneviyattan yoksun olarak yetiştirilen Doğuluların Kürtçü, Batılıların da Türkçü olmamalarını beklemek iyimserlik olur..." Fotoğraflar: Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve altında iri puntolarla "Hem Nurcu hem Kürtçü" yazan Saidi Nursi... Yani sayfaya şöyle bir göz gezdirenlerin ya da haberleri başlık ve spotlarıyla okuyup geçme alışkanlığındaki okurların, Çelik bu sözleri sanki "dün" söylemiş gibi algılamasına yol açacak bir sunum... Sorsanız, Hürriyet'çilerin "haberin içinde var, gizlemiyoruz" diyeceği muhakkak ama buradaki kötü niyeti sezmemek imkânsız...' Bu haberden bir gün sonra bu kez Cumhuriyet'te "Sait Nursi'yi öven Hüseyin Çelik'in Atatürk yorumu" haberi geldi... Bu haber de tıpkı birinci gibi "gaip"ten (9 yıl öncesinden) haber veriyordu. Çelik, bu suçu Türkiye Günlüğü dergisinde yayımlanan bir yazısında işlemişti... Artık hangi enstitü faaliyette bilinmez, çalışmalarını YÖK nedeniyle adı öne çıkan Milli Eğitim Bakanı üzerinde yoğunlaştırmış görülüyor... Bakalım önümüzdeki günlerde hangi sempozyumlar, hangi dergi yazıları "ortaya çıkarılacak..." Kaset yok mu kaset? (A.G.)
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |