|
|
EVRİM TEORİSİ Çağdaş dünyaya yön veren ideolojilere kaynaklık eden evrim teorisi, Batı düşüncesini derin bir entelektüel bunalıma sokmuştur. Bu bunalımda başrolü Freudizm, ateizm, eksistansiyalizm ve sosyalizm gibi ideolojiler oynamıştır.
İngiliz rahip ve biyoloji bilgini Charles Darwin, daha önce Lamark'ın üzerinde çalıştığı, canlıların çevre şartlarının etkisiyle değişime uğradığı ve değişen özelliklerin kalıtım yoluyla nesilden nesile aktarıldığı görüşünü, sistemli bir şekle sokarak, yıllarca tartışılacak olan evrim teorisinin temellerini attı. IXX. yüzyılda başlayan evrim tartışmaları, dünyada ve Türkiye'de önemli tarihsel ve toplumsal değişmelerin yaşandığı bir döneme rastlar. Bu açıdan evrim teorisi tarihten sosyolojiye, siyasal bilimden antropolojiye kadar değişik alanlardaki bilimsel açıklamaları etkilemiştir. Bu anlamda evrim teorisi asıl ününü biyoloji alanında değil, tam tersine sosyal bilimler alanında kazanmıştır. Teori, XVIII. yüzyılda gelişen ve IXX. yüzyıldan itibaren bütün Batı ülkelerini etkileyen sanayileşme sürecine ve bu sürecin gelişmesine katkıda bulunan sömürgeleşme faaliyetlerine bilimsel destek sağlama görevini üstlenmiştir. Bu durum teorinin biyolojinin sınırlarını aşıp felsefi bir ideolojiye dönüşmesinin asıl nedenidir. Teoriyi ispatlamak için yapılan antropolojik kazılarda, bilim adına yapılabilecek her türlü ahlaksızlığa ve sahtekarlığa rağmen, evrimi destekleyecek hiçbir bilimsel veriye ulaşılamamıştır. SOSYALİZM VE EVRİM
Evrim teorisi, tıpkı sosyalizm gibi evrendeki bütün değişimleri mekanik bir determinizm içinde açıklama çabasındadır. Evrime göre en basit canlılardan en karmaşık canlılara kadar her varlık, tek hücreliden çok hücreliye, aşama aşama gelişerek oluşmuştur. Bu açıklama canlıların en mükemmeli olan insanı dahi, başlangıçta tesadüfen oluşan tek hücreli bir canlıdan aşama aşama olgunlaşarak bugünkü haline gelmiş bir varlık olarak tasarlamıştır. Teorinin bu izahı ilahiyatla olan tartışmaların da temelini oluşturur. Evrendeki değişim ve oluşumları yaratıcı bir kudretin varlığını ret ederek açıklama çabaları yüzlerce bilim ve din adamının tepkisini çekmiştir. Teorinin savunduğu, evrendeki her şeyin maddenin değişimi ile oluştuğu görüşü sosyalizmin temeli olan materyalist bir açıklamadır. Bu yüzden materyalist bir dünya görüşünden beslenen sosyalizm, marksizm, anarşizm, varoluşçuluk ve pozitivizm gibi akımlar evrimci bir anlayışa sahiptirler. Öyle ki, Marksizm'in kurucusu olan Karl Marx, 'Das Kapital'adlı eserinin önsözünde, eseri en büyük bilim adamı saydığı Darwin'e ithaf ettiğini yazmıştır. Marx'a göre kendisinin felsefede yaptığının benzerini Darwin biyoloji alanında yapmıştır. Marx'ın savunduğu 'din halkın afyonudur'şeklindeki hayatı kutsaldan arındırarak açıklama çabalarına, Darwin'in savunduğu evrimci anlayış en büyük katkıyı yapmıştır. Ancak Allah'ın evreni yaratırken oluşturduğu sünnetullah, evrim teorisinin iddiasını delillendirecek hiçbir boşluk bırakmamıştır. Ülkemizde son yüzyılın din alanındaki en seçkin zihinlerinden biri olan Said Nursi de, ömrünü Batı dünyasından gelen ve imanı zedeleyen anlayışlara karşı tevhit akidesini savunmaya adamıştır. Said Nursi'nin ne kadar haklı olduğu, evrimci görüşlerin ülkemiz kültürü üzerinde yaptığı tahribatlar sonucu daha iyi anlaşılmıştır. Darwin'in savunduğu evrim teorisinin ve Marx'ın sistemleştirdiği materyalizmin Türkiye'deki ilk temsilcileri Beşir Fuad, Abdullah Cevdet, Salim Zeki, Rıza Tevfik gibi Batıcılık akımı içinde yer alan düşünce adamlarıdır. Bu isimler aynı zamanda Fransız filozofu Auguste Comte'un savunduğu Pozitivizm felsefesinden de geniş ölçüde etkilenmişlerdir. Bilindiği üzere Comte, tarihsel gelişmenin teolojik, metafizik, pozitif aşamalardan geçerek günümüze geldiğini, günümüzde geçerli olan pozitivist aşamada insanlığın dine inandığı dönemin geride kaldığını ve her türlü problemin sadece bilimle çözülebileceğini savundu. A.Comte'un dinin insan hayatında oynadığı merkezi önemin ortadan kalktığı öngörüsünün çürütülmesi için çok zaman geçmesi gerekmemiştir. Yirminci yüzyılın ilk yarısından itibaren başta Kurtuluş Savaşı olmak üzere dünyadaki birçok siyasal ve sosyal olayın gelişiminde dinin merkezi rol oynadığı şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesinleşmiştir. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde meydana gelen Bosna, Çeçenistan ve Filistin'de yaşanan olaylar dinin toplumsal olayları yönlendirmedeki gücünü bir kez daha göstermiştir. Dinin insan hayatında oynadığı merkezi role rağmen Türk aydını pozitivist düşüncenin etkisiyle dine-özellikle İslam'a- karşı evrimci bir yaklaşım sergilemiştir. Türk aydını İslam'ın dışında kalan dinlere gösterdiği hoşgörü ve toleransı, İslam'dan esirgemiştir. Aydın, kendi halkının yaşadığı sorunlara çözüm arayacak yerde, halka ve onun tarihsel, kültürel ve ahlaki değerlerine karşı giderek ilgisiz bir tavır takınmaya başladı. Özellikle cumhuriyet döneminin ilk yıllarından itibaren yazılan köy romanlarında ve izlenen kültür politikalarında bu anlayışın izlerini görmek mümkündür. Sanat değeri yok denecek kadar az olan bu romanlarda, halkın büyük değer verdiği, köydeki dini hayatın temsilcisi olan imam, her türlü yeniliğe karşı çıkan, ilerlemeye karşı, cahil ve gerici bir tip olarak sembolize edilmiştir. Bu anlayışın temelinde evrimci-pozitivist felsefenin izlerini görmek mümkündür. Köy romanlarında imamın karşısında yüceltilen sembol ise modernliğin köydeki temsilcisi, aydın ve ilerici olarak resmedilen öğretmendir. Köy romanlarına yansıyan bu anlayışın temelinde, cumhuriyet döneminden itibaren izlenen kültür politikaları ve modernleştirici anlayışlar yatmaktadır.
EVRİM VE KAPİTALİZM
Evrim teorisinin en önemli sonuçlarından birisi de, ekonomik ve siyasi anlamda dünyayı derinden etkileyen kapitalizmin gelişmesine verdiği destektir. Bu destek bir yandan 'doğal ayıklama', diğer yandan 'hayat mücadelesi' kavramlarının ekonomik anlamda yorumlanmaları sayesinde olmuştur. 'Hayat mücadelesi' evrende canlılar arasında süregelen hayatta kalmak için verilen savaşı, 'doğal ayıklama' ise bu mücadelede güçsüzlerin elenip güçlülerin ayakta kalması anlayışını açıklamak için kullanılan kavramlardır. Bu anlamda evrim teorisi, hayat mücadelesinde, güçlü olanın güçsüz olanı hayatın dışına itmesi ilkesini temel almıştır. Evrim teorisi, devletler hukuku ve ekonomi alanında, hak ve adaletin değil gücün egemen olduğu bir ahlak ve hukuk anlayışının yerleşmesine zemin hazırlamıştır. Evrim teorisi anlayışını sosyolojiye taşıyan isimlerin başında H.Spencer gelir. H.Spencer'e göre doğada geçerli olan 'doğal ayıklama' kanunu, toplumların yaşadığı tarihsel süreçte de geçerlidir. Sosyolojiye hakim olan bu anlayış sayesinde, toplumların varoluşu evrimci bir görüşle ele alınmış, devletler hukuku alanında eşitlik, hak ve adalet gibi ilkelerin değil, gücün egemen olduğu anlayışına varılmıştır. Artık her türlü metafizik, dini ve ahlaki amaç yok sayılarak sadece 'güçlü olan haklıdır' gibi anlamdan ve amaçtan yoksun bir ilke bilimsel düşüncenin temeline oturmuştur. Böylece maddi anlamda güçlü olan ulusların diğer ulusları sömürmelerine bilimsel bir kılıf bulunmuştur. Kapitalizmin dünyaya egemen olma sürecinde ortaya çıkan hammadde ve işgücü ihtiyacı, Batılı ülkeleri, hammadde ve işgücünün ucuz olduğu Asya ve Afrika ülkelerine yöneltmiştir. Asya ve Afrika başta olmak üzere dünyadaki fakir ülkelerin doğal kaynakları emperyalist ülkelere taşınmıştır. Bugün Amerika ve Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde yaşayan göçmenlerin büyük bir kısmı insan onuruna yakışmayan biçimde, açlık ve sefalet içinde bu ülkelere getirilmiştir. Alex Haley, 'Kökler' adlı eserinde bu durumu çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır. İşin ilginç yanı teorisini, kapitalizmin fakir ülkeleri sömürmek üzere kullandığı emperyalizm karşıtlığı üzerine kuran Karl Marx bile, emperyalist ülkelerin sömürge faaliyetlerini desteklemiştir. Bunun nedeni, Marx'ın sosyalizme geçiş için emperyalist aşamanın yaşanması gerektiği evrimci görüşüdür.
EVRİM VE DİN
Sosyologlar, sosyal bilimlerde egemen olan evrimci görüşün etkisiyle dine de benzer bir anlayışla yaklaşmışlardır. Dini, eski dönemlerde kalmış bir sosyal olgu diye değerlendirerek, tasarladıkları modern devlet içerisinde yer vermemişlerdir. Bu anlamda modern devletin iki ayrı versiyonu olan kapitalist ve sosyalist sistemler indirgemeci, müdahaleci, baskıcı ve din dışıdırlar. Evrimci görüş evrensel vahyi değerlere bağlı ahlak anlayışını dejenere ederek, kapitalizmin ruhuna uygun pragmatist bir ahlak anlayışının doğmasına yol açmıştır. Pragmatist ahlak anlayışına göre önemli olan eylemin yapılış tarzı değil varılan sonuçtur. Ondokuzuncu ve yirminci yılda insanlık tarihini derinden etkileyen Sosyalizm ve Kapitalizm, ahlaki ve ekonomik açıdan evrimci, materyalist, seküler ve pragmatist sistemlerdir. Çağdaş dünyaya yön veren ideolojilere kaynaklık eden evrim teorisi, Batı düşüncesini derin bir entelektüel bunalıma sokmuştur. Bu bunalımda başrolü Freudizm, ateizm, eksistansiyalizm ve sosyalizm gibi ideolojiler oynamıştır. Yirminci yüzyılda ortaya çıkan kitlesel kıyımların nedeni dinlerde değil, insanı ve varlığı kutsal referansların kurtarıcı ışığından bağımsız tanımlayıp yeryüzünde başıboş ve çaresiz bırakan ideolojilerde aranmalıdır.
Tarihî mekânlarda sanat adına yapılan tahribat: Konser
AHSEN OLCAY / ENFORMASYON UZMANI
Sanat tarihçilerine göre konserlerden çıkan yüksek volümlü ses, tarihi eserlerin dokusunda telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açıyor ve eserler üzerinde deprem etkisi bırakıyor. Prof. Dr. Semavi Eyice, Kültür Bakanlığı'nın konserlere izin vermeden önce bu durumu göz önünde bulundurması gerektiğine dikkat çekiyor. Eyice, daha önce Tarkan konserleriyle gündeme gelen Aspendos Antik Tiyatrosu, Sultan's of teh Dance'in gösterilerine ev sahipliği yapan Efes Antk Tiyatrosu ile her yıl pop konserlerine ev sahipliği yapan Rumeli Hisarı'nın dokusunun, yüksek volümden zarar gördüğünün tespit edildiğini belirtiyor. ABREC ses ve ışık sistemleri yetkilisi ve ses mühendisi Cihat Coşkun, Borusan Flarmoni Orkestrası'nın Ayasofya'da verdiği tartışmalı konser için yapığı açıklamada 90 desibelin üzerindeki ses seviyesinin dairesel dalgalar halinde yayıldığı için tarihi mekanlarda deprem etkisi yaptığını belirtiyor. Konserer esnasında fark edilmese bile dairesel ses dalgalarının Ayasofya'daki mermer oymaları, işlemeleri ve mozaikleri titreşe titreşe yerinden oynatacağını, zamanla bunların yerlerinden düşeceğini söyledi. Ancak uzmanların bütün bu açıklamalarına rağmen tarihi mekanlarda verilen konserler devam ediyor. Uzmanlardan ve kamuoyundan gelen tepkiler üzerine Kültür Bakanlığı, Aya İrini Müzesi, Aspendos ve Efes Antik Tiyatroları ve Rumeli Hisarı'ndaki konserlerdeki ses seviyesini 90 desibel ile sınırladı. Ancak bu mekanlardaki hemen her konserde ses seviyesi limitlerinin aşıldığı ve seyirci alkışlarıyla birlikte 130 desibele çıktığı ispat edildi. Ben daha etkili tedbirlerin alınabilmesi için daha fazla duyarlılığa ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda içinde bulunduğumuz şu günlerde devam eden Rumeli Hisarı konserlerine göstereceğimiz tepkinin ve konuyu gündemde tutmanın ne denli önemli olduğu ortaya çıkıyor. Tarihî eserler hepimizin dahası çocuklarımızın, torunlarımızın ve onlara sahip çıkmak her birimizin boynunun borcudur.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |