T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Seçim hükümeti mi? Savaş hükümeti mi?

ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz Türkiye'ye niçin gelmişti? Irak'a karşı operasyona, daha doğrusu savaşa karar verdiklerini Türkiye'ye resmen bildirmek amacıyla...

Bakmayın siz basın toplantısında söylediklerine... "Türkiye'nin bu konudaki görüş ve önerilerini dinlemeye geldim" demesine.

Wolfowitz tek taraflı bir bildirim için Ankara'ya geldi. ABD'nin savaşla ilgili olarak isteklerini sıraladı ve gitti.

Siz dünkü ve bugünkü gazetelerde bu karara karşı Türkiye'nin bazı şartlar ileri sürdüğünü okudunuz. Bu tür haber ve yorumları daha da okuyacaksınız eminim...

Bunlara inanmayın. Herhangi bir pazarlık falan söz konusu olmadı. Olmayacak. ABD savaşa başlama kararı aldığı zaman ne Türkiye'ye soracak, ne de İncirlik'ten uçaklarını kaldırırken Türkiye'nin rızasını alacak.

Altı ay içinde ABD'nin inayetiyle 50 milyar dolar borç alıp batma noktasından şimdilik kurtulup, vaziyeti idare eden bir ülkenin, Irak konusundaki 'sözde' endişelerini kimse ciddiye bile almaz.

Wolfowitz, kuşkusuz Irak konusunda Türkiye'nin endişelerini ve bilinen fantezilerini dinlemeye gelmedi.

Çünkü hem bunlar bilinen yakınmalar, hem de ABD'nin bu yakınmalara bakıp Irak konusundaki kararını ve savaş planlarını değiştirmesi için bir neden bulunmuyor.

Öyleyse Wolfowitz niçin gelmiş olabilir?

Dikkat ederseniz, ABD Savunma Bakan Yardımcısı'nın gelişi ile birlikte Ecevit hükümetinin yıkılması senaryolarında bir tavsama görüldü.

Bizzat bu amaçla yola çıkmış olan ve DSP'yi parçalamaya yönelik Özkan-Cem-Derviş hareketi bile, hükümetin düşmesini istemediğini üzerine basa basa söylemeye başladı.

Ecevit de parlamentodaki sayısal desteğinin bile altına düştüğü halde, ne istifa etmeyi gündeme getiriyor ne de muhalifleri ciddi olarak onun istifasını istiyorlar.

Bilindiği gibi Ecevit, daha önce hükümetin sayısal desteğinin 275'in altına düşmesi altında istifa etmesi gerektiğini söylemişti.

Siyasal etik kuralları bunu gerektiriyordu.

Ortakları ise farklı görüşteydi. MHP ve ANAP sonuna kadar hükümette kalmayı ve hükümetteyken seçimlere gitmeyi amaçladıkları için, "Bulsunlar 276'yı bizi düşürsünler" anlayışı içindeydiler.

Şimdi koalisyon liderleri, 3 Kasım'da seçim kararı alınca herkes rahatlamış görünüyor.

Ara hükümet, seçim hükümeti, yeni hükümet gibi laflar artık edilmiyor. İktidarıyla, muhalefetiyle, iş çevreleriyle herkes aynı fikirde.

"Böyle bir zamanda hükümet krizi çıkarmanın alemi yok" görüşü ağır basıyor.

Kimse, hükümeti yıkan, böylesine önemli bir dönemde kriz çıkaran taraf olarak görünmek istemiyor.

Sadece Çiller, sağda solda, bundan sonra hükümeti düşürmek için tek yolun güvenoyu olduğunu söyleyip duruyor ama, bakmayın siz ona.

Meclis açıldığı zaman bundan da vazgeçecektir.

Peki iktidarıyla, muhalefetiyle siyasi partiler, sadece seçmene karşı mı böyle bir sorumluluk duyuyorlar dersiniz? Milliyet yazarı ve Sabancı'nın resmi danışmanı Güngör Uras, dün köşesinde iş adamlarının bakış açısından bu değişen havayı analiz ediyordu.

"Seçimlere kadar sağlığı elveririrse Ecevit'ten iyisi can sağlığı" diyordu.

İş dünyasının, yerine henüz uygun bir alternatif yokken havanın bulandırılmasını istemedikleri için Ecevit'e dönüş yaptıklarını yazıyordu.

Hatta, hükümetin yıkılması ve yerine yenisinin kurulması için yaptıkları girişimlerden pişman olduklarını söylüyordu. Bu çevreler acaba memleketin ekonomik durumunu mu düşünüyor? Yeni bir kriz çıkmaması için sorumlu davranmaya mı karar vermişler?

Hangisi gerçek neden?

Daha yukarlardan bir etkin güç Irak savaşının arefesinde Türkiye'nin hükümetsiz kalmasının sakıncalarını onlara fısıldamış olmasın?

Baksanıza, Ecevit'in hastalığından bile tek satır bahseden yok bugünlerde. Sanki o hastalık serüveni hiç yaşanmadı. Sanki bu medya organları değildi hergün Ecevit'le ilgili sağlık haberlerini manşetten veren...

Ecevit'e bakıyoruz, oradan oraya zıplayıp duruyor, o toplantı senin, bu toplantı benim.

Sanki daha önce, yatalak derecede hasta olduğu doktor raporlarıyla belirlenmiş olan o değil...

Sanki sihirli bir el herşeyi düzene soktu.

DSP'den istifalar artık tek sütuna düştü. Koalisyonun Meclis'te çoğunluğu kaybetmesi haber bile değil.

Hatta 'Rüya Takım' olarak adlandırılan Cem-Özkan-Derviş'ten bile öyle fazla bahsedilmiyor.

Liderler erken seçim kararı aldı.

Muhalefet de üç aşağı beş yukarı aynı tarihi benimsiyor. Hatta seçim tarihinin zorunlu nedenlerle daha ileri bir tarihe, 2003'ün ilkbaharına bırakılmasına bile kimsenin fazla bir itirazı yok gibi.

Kimse azınlığa düşmüş olan koalisyonu devirip bir hükümet krizi çıkmasını istemiyor.

Özellikle de Wolfowitz'in gelişi ve gidişi sırasında bu tartışmalar bıçak gibi kesildi.

Ne dersiniz? Bu hükümet artık bir erken seçim hükümeti mi? Yoksa savaş hükümeti mi?


18 Temmuz 2002
Perşembe
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED