|
|
Sorun baş-örtüsü ise...
Mesele, bizim "nine" veya "anne-annelerimiz"in meselesi değildir. Bütün hikaye, dram ve komedi, bugünkü tatbikatla ilgili... İş o noktaya vardı ki, bu hayatı yaşamak isteyenler varsa, hepsi birden: -Eşimin meselesi, kızımın sorunu ve anamın çarşafı, demelidir... Çünkü, "anne-annelerimiz"e bakarsanız onların şahsiyet ve kimlikleri soylu-onurlu bir "inanç ve iman kavgası" ile noktalanmıştır. Hiç kimse, askeri paravan yapıp, kendini laik ve ilerici diye baskıcı ve tutucu yöntemleri uygulamasın!.. Nitekim 12 Eylül sonrasında kurulan hükümette, Kültür ve Turizm Bakanlığı bir kitap yayınladı: "Manisa ve Yöresinde İşgal Acıları" (Ağustos 1982/Ankara). Yazarı da, Cumhuriyet dönemi öğretmen ve yazarlarından Kamil Su!.. Açın bu 120 sayfalık "kitapçığı", baştan sonra zulûm ve işkencelerle dolu... Okusun şu satırları, YÖK Başkanı, İÜ Rektörü ve yardımcısı bayan öğretim üyesi: "İşgal ile birlikte Müslüman-Türkler'in başlarından feslerinin alınıp yırtılması; kadınların peçelerinin açılması gibi çirkin ve küçültücü hareketler de başladı. Eskiden Müslüman-Türkler'in gözünde fes çok mühim idi. Hatta bunun dinî bir anlam taşıdığına inananlar vardı. Bir Müslüman'ın başından fesini alıp yırtmak, yere atmak şahsına olduğu kadar dinine yapılmış bir hakaret anlamı taşırdı. Bu inanç Türk cemiyetinde yaygın halde idi. Bunu bildiklerinden işgalden sonra Rumlar hemen her yerde Müslümanlar'ın başlarından feslerini alıp yırtmak, yerlere atmak suretiyle onları küçültücü hareketlere giriştiler. Bunun ilk örneklerine İzmir'de rastlanmaktadır." "Gerçekte'in işgalinden sonra İzmirli Müslüman-Türkler'in pek çoğunun fesleri yırtılmış; bazıları da şapka giymeye zorlanmıştır. Bu durum İzmirliler arasında büyük bir heyecana sebep olmuştur." "Ama bu durum, öteki bölgelerde de Müslümanlar'ın başlarının fesleri, kadınların örtülerinin yırtılıp atılması, yerlere serpilmesi olayları hiç eksik olmadı." "Hatta Anadolu'da fesli bırakmayacağız, "Baş örtülerinizi yırtıp atacağız!" diye şarkılar-türküler söyleyip Yunan askerlerine söyletmekten büyük zevk alırlardı!" (sh: 23) Demek ki, "işgal güçleri", asırların içinden gelen kin ve düşmanlıklarını gidermek ve hakimiyetlerini sürdürmek için, karşılarında gördükleri en büyük engel, "anamızın başörtüsü" ve "dedelerimizin fesi" imiş!.. Pekiy, İstanbul'u feth etmemizden rahatsız olan yerli işbirlikçi yazarlar, 550. yıl kutlamalarının hazırlığı başladığı şu günlerde, acaba "işgalden dem vuran" Bizantinist hortlaklara gereken cevabı vermeyecekler mi? Görülüyor ki, Bizans yeniden hortlatılıyor!.. Yeniden, eş-dost, akraba ve ana-babaya varacak bir toplu-hücum, toplu-müdafaa zemininde, "salon beyleri" ve "yalı dilberleri"karşısında, sosyal ve kültürel "kurtuluş savaşı" vermemiz gerekecek!.. Bunun böyle olması gerektiğini, yine gençliğimizin "Koca Reis"i olan Dr. Saadeddin Bilgiç'in, "Hatıralar" adlı kitabını gönderme lütfunda bulunup; takdiminde: "...Hafızanızda hadiseleri tazelemek istersiniz diye, selam ve sevgilerimle!" yer alan "kitabı"nın (Boğaziçi Yayınları/İstanbul-2002) her satır arası, son elli yıllık siyasal tarihimizin acı-tatlı olayları ile doludur!.. Şu anda, Sayın Bilgiç'in "müzmin rakibi" Demirel, 9. Cumhurbaşkanı olmanın "forsu"nu taşıyıp, 57. Hükümetin başı Ecevit'in içinde bulunduğu durumu, hiç kimse kaale almadığı ortamlarda; "gücü olan devirsin" diyerek, "ihtilalcilerden daha güçlü" bir lobinin son halkası olduğunu adeta ilân eder bir görüntü veriyorlar!.. Nitekim, Sayın Bilgiç'in kitabının 265. sayfasında şöyle bir paragraf geçer: "Cemal Gürsel, Cumhurbaşkanlığı seçimine tek aday olarak girdi. Çünkü aday olması muhtemel Prof. Dr. Ali Fuat Başgil'in elinden hukuk ve Anayasa dışı zorlama ile istifası alınmış ve parlamentoya sokulmamıştı. Bu şartlar altında ve yeni gelmiş milletvekili, senatör ve partililerin henüz birbirini tanımadıkları bir ortamda toplanan Parlamento Gürsel'i Cumhurbaşkanı seçmişti." Merhum Sunay'la ilgili de aynen şöyle der: "Cevdet Sunay, TBMM'nin tamamen kendi iradesiyle ve gizli oy, açık tasnif esasına göre seçilmiş bir Cumhurbaşkanıydı. Faruk Gürler'in değil de Fahri Korutürk'ün Cumhurbaşkanlığı seçilmesi ise, "zaman ve durum"dan kaynaklanmıştı." (sh: 265 vd) İşteş imdi de aynı ortam ve aynı hava!.. "Zaman ve durum" neyi gerektiriyor veya ne gibi bir hareket tarzı seçmemiz lâzım diye sormak istersek, birçok hatırat ve tecrübeli siyasetçi ortaya çıkıp, "bilge kişi" ve "ermiş erdemli" olarak bu milletin önüne ışık olmalıdır!.. Fakat görüyoruz ki, hiç kimse, atalarımızın, nine ve dedelerimizin çektiklerinin binde birine bile talip olacak, yeni bir bahadır ve pehlivan bir türlü ortaya çıkmıyor veya çıkmak isterse de, önce anasının örtüsü ve babasının sakalı ile "doğuştan suçlu" olarak, damgalanmak istendiğini görüyoruz!.. Bunların bütün derdi, asil ve necip bir milletin, temel dinamikleri ile alay edip, Bizantinist bir "hortlaklar" galerisinde yer almaktır! "Pazar"a size bir liberal (Rahşan Hanım'ın babası), biri Ateist ve biri de Şeriatçı olan "Üç Şebinkarahisarlı"nın nasıl üç ayrı kulvarda koştuklarını anlatayım da, işin nereye vardığını görünüz!..
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |