|
|
ABD-AB prizmasından
Türkiye'nin bugünü ve yarını
Amerika dün Bağımsızlık Günü'nü tedirgin bir ruh hali ile kutladı. Amerika, Beyaz Saray politikasının etkisiyle, 11 Eylül 2001'den beri kendisini 'savaş hali'nde görüyor. 11 Eylül, Amerika'nın 'dokunulmazlığı'na son verdiği için, bu 'panikçi' ruh hali bir nebze anlaşılabilir bir şey. O yüzden, 4 Temmuz'da da Amerika'nın 'terörist saldırı endişesi'yle rahatsız bir 'bayram kutlaması' da anlaşılabiliyor. Bununla birlikte, Amerika'nın başında son derece dar görüşlü, küstah ve azgınlaşmış bir yönetimin bulunması da, dünyanın talihsizliği ve Amerika, bir de böyle bir 'yönetim zihniyeti' altında rahatsız ve tedirgin bir ruh hali içinde oldukça, Türkiye'nin de içinde bulunduğu 'jeopolitik alan' sürekli bir tedirginlik yaşıyor. 11 Eylül sonrasında Amerika'nın, kendisine yönelen 'saldırı'ya tepki vermesi, uluslararası ilişkiler sisteminin kuralları açısından 'meşru', 'kabul edilebilir' ve anlaşılabilir bir haldi. Nitekim, dünyada eşine ender raslanan bir 'konsansüs', 11 Eylül sonrası Amerika'nın yanında yer aldı. Ne var ki, George W. Bush yönetimi, 11 Eylül sonrasında öylesine keyfi, küstah, dar görüşlü ve azgın bir politika çizgisine saptı ki, söz konusu 'konsansüs' dağılmaya başladı. Bunun en belirgin görüntüsü, Amerika-Avrupa arasındaki ilişkilerde ortaya çıkıyor. Amerikan ve Avrupa pozisyonları, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana hiç bu dönemdeki kadar birbirlerinden ayrılmamış, birbirlerine sırtlarını dönmemişlerdi. Nüfuzlu İngiliz gazetesi Financial Times'ta önceki gün bu konuda bir başyazı yayınlandı. FT başyazısının dikkate değer satırları şunlar: "Atlantik bölünmesi her zamankinden daha geniş görünüyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi konusunda ABD ile Avrupa arasında patlak veren son ihtilaf, tarafların arasında kaygı veren iletişim kopukluğunun bugüne kadarki en dramatik belirtisidir. Bu, Ortadoğu politikasındaki ciddi ayrılıkların, ticaret ihtilaflarının.. üzerine oturarak, 11 Eylül sonrası konsansüsün sona erdiğini ortaya koymuşa benziyor." Ortadoğu, ABD-AB görüş ayrılıklarında özel bir yer işgal ediyor. AB, Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell ile 'iş yapılabileceği'ni düşünüyor ve bir 'uluslararası barış konferansı'nın toplanmasını mümkün görüyordu. ABD-AB-BM ve Rusya arasında bir 'uluslararası dörtlü yönetim mekanizması'nın oluşabileceğinin sinyalleri alınmıştı. Ancak, George W. Bush'un on gün önce ilan ettiği 'Ortadoğu barış planı' ile bu hesaplar suya düşmüş gibi. Çünkü, Bush'un çaldığı düdük, Donald Rumsfeld, Dick Cheney, Condoleeza Rice gibi 'Pentagon şahinleri'yle ve daha önemlisi İsrail'deki Ariel Sharon hükümetiyle aynı 'dalga boyu'nda bulunan sertlik yanlılarının eğilimlerini yansıtıyor. Bush'un 'sözde barış planı', Sharon'un aylardır izlediği politikanın ve Sharoncu söylemlerin bir tekrarı halinde. Filistin halkına, Yasir Arafat'ın devrilmesini dayatıyor ve Arafat'ın bertaraf edilmesi halinde, üç yıl sonunda bir 'bağımsız Filistin devleti' kurulabileceği ve bunu Amerika'nın 'finanse edebileceği' vaadinde bulunuyor. Bırakın liberal Haaretz gazetesini, Maariv ve Yediot Aharanot gibi İsrail gazetelerinin birçok köşe yazarı dahi, Bush'un sözde barış planıyla alay ederek, Amerikan Başkanı'na 'Sharon'u basın sözcüsü yapması' halinde, hiç değilse vakit kaybetmeyeceği önerisinde bulundular. Amerikan politikası, bir yandan Washington'daki en ateşli İsrail yanlısı Yahudi lobisinden; diğer yandan 'Hristiyanlığın dirilişi' için İsrailoğullarının tüm 'Vaadedilmiş Topraklar'a hükmetmesinden yana Hristiyan Sağı'nın 'köktendinci' hezeyanlarından güç alıyor. 'Kara ses' diye ilan edilen Cemalettin Kaplan'ın Türkiye'de hükümet politikalarını belirlemesi neyse, Jerry Falwell ve Pat Robertson gibi 'protestan köktendinciler'in Beyaz Saray'ı etkilemesi o. Böyle bir Amerika ile, Ortadoğu'nun yakın geleceğinde 'kan ve barut' kokuyor. Amerikan Yönetimi'nin aynı kanadı, Irak'a saldırmak için de sabırsızlanıyor. Bu 'zihniyet', Amerikan Yönetimi içinde özellikle Pentagon'da mevzilenmiş durumda ve ne ilginçtir ki, bu politikanın Pentagon'da başına çekenler arasındaki Richard Perle ve Doug Feith gibi unsurlar, Washington'daki 'Türkiye dostları'nın da başında yer alıyorlar. Bu tür 'Türkiye dostları', bir süre önce Washington'da yapılan ATC toplantılarında, 'Sizin AB'de ne işiniz var; AB'den size fayda yok. Biz, varız. Biz, size yeteriz' mesajlarını ileten kişiler. Ve, bu kişiler, 'Avrupa sistemi içinde bir Türkiye' yerine, Ortadoğu'da İsrail'in 'stratejik partneri' olacak ve Irak'a ilişkin Amerikan harekatında bir 'Amerikan askeri üssü' halinde işlev görecek bir Türkiye'den yanalar. Türkiye içinde AB'ye karşı olanların bir kısmı, Washington'daki bu 'azgın zihniyet'in içerdeki ortakları, 'İsrail Sağı'nın Türk dostları' ve 'tam bağımsızlık ve ulusal onur' adına AB'ye karşı çıktıklarını zannederken, iplerini Amerikan Sağı'na kaptırdıklarından habersiz 'solcu salaklar'. Türkiye'de şu anda yaşanan 'siyasi belirsizlik' ve bunun beraberinde getirdiği 'ağır ekonomik kriz' ihtimali, Washington'daki bu 'zihniyet'i rahatsız etmiyor. Bunlar, 'kaz gelecek yerden, tavuk esirgenmez' mantığı ile, 2003'te Türkiye'ye 10-15 milyar dolar daha akıtılabileceğini, Amerikan çıkarları namına Türkiye'nin 'sırtının yere gelmesine izin verilmeyeceği'ni tasarlıyorlar. Bu tasarımın tutabileceği pek kuşkulu. Türkiye, Avrupa'dan uzaklaştığı oranda, Amerikan Sağı'nın stratejisi çerçevesinde sadece bir 'askeri değer' olarak kendini değersizleştirecek ve bu hal, Türkiye için tasavvuru dahi ürkütücü siyasi, ekonomik, toplumsal bir krizin içine ülkemizin düşmesini ifade edecek. Türkiye'nin bugünü ve geleceği, Washington'un 'küresel politikası'nın parametreleri farkedilmeden ve giderek açılan 'ABD-AB makası'nın 'prizması'ndan bakmadan anlaşılamaz.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |