|
|
Kuzey'e göç edenlerin çilesi
Gün geçmiyor ki gazetelerde Avrupa'ya çeşitli yollardan kaçak olarak girmeye çalışan mültecilerle ilgili bir haber yer almasın. En son Manş Tüneli'ni yürüyerek geçip İngiltere'ye girmeyi düşleyen göçmenlerin Fransız polislerince daha tünelin girişinde yakalanmalarının haberi vardı gazetelerde. Daha önce de bir konteyner içinde kaçak olarak İngiltere'ye girmek isterken havasızlıktan ölen bir ailenin dramı haber olarak yer almıştı. Botlarla, gemilerle kaçak olarak Avrupa'ya göç etmek isteyen, yolda yakalanan veya can veren nice göçmen haberi okuduk şu geçtiğimiz yıl içinde. Kuzey'in Güney'de yaşayan insanların göç iştahlarını kabarttığı bir vakıa. Aynı iştah kabarıklığı Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya gibi ülkeler için de geçerli. Geçtiğimiz yıl ülkemizden de 2 milyon kişinin yeşil kart almak için ABD'e başvurduğu biliniyor. Güney'den Kuzey'e göç haberlerinin iki yönü var. Birinci gelişmemiş ülkelerin -ki maalesef biz de bunlara dahiliz- yöneticileri, sorumluları ülke insanlarının huzur içinde yaşayacakları bir refah ortamı yaratamıyorlar. Ya bir zenginlik üretemiyorlar veya ürettikleri zenginliği adil bir biçimde paylaştırmayı beceremiyorlar. Türkiye daha çok ikinci grupta yer alıyor. Böyle olunca da bu ülkelerin insanları bazan ölümü de göze alarak zenginliğin var olduğu ve daha insanca yaşayabileceklerini ümid ettikleri ülkelere göç etmenin yollarını arıyorlar. Bu ayıp gelişmemiş ülke yöneticilerinin, sorumlularının... Meselenin ikinci yönü küreselleşmenin tutarsızlığıyla ilgili. Küreselleşme rüzgarlarının bu kadar güçlü estiği, gelişmiş ülkelerce üretilen ürünlerin, bilgilerin, sermayenin sınırları neredeyse bütünüyle ortadan kaldırdığı bir dönemde insanların diledikleri ülkelere gitmelerini engelleyen sınırlar daha bir yükselmekte. Hakim anlayış sanayi ürünlerinin ve sermayenin dolaşımına evet, insanın dolaşımına hayır. Halbuki eğer sanayi ürünleri, sermaye ve bilgi dünya üzerinde serbestçe dolaşabiliyorsa, sınırlar bunlar için gittikçe artan oranda ortadan kalkıyorsa insanlar için de aynı oranda kalkması gerekmez mi? Çünkü yoksul insanların içine düştükleri yoksulluğun bir sebebi kötü yönetilmeleri kötü yönlendirilmeleri ise bir diğer sebebi de yetersiz sanayilerinin ve sermaye birikimlerinin sanayi devlerinin, küresel sermayenin rekabetine dayanamamasıdır. Tıpkı endüstri devriminin başlangıç yıllarında el tezgahlarının büyük dokuma fabrikalarının rekabetine dayanamaması gibi. Ve bu durum geri kalmış ülke insanlarını daha fazla göç ihtiyacıyla karşı karşıya bırakıyor. O zaman küreselleşme olgusu unutuluyor ve göçmenlerin karşısına birdenbire yasaklar çıkıyor. Bu neden böyle? Nedeni belli. Malların ve sermayenin serbestçe dolaşımı küreselleşmenin aktörlerinin işine yarıyor. Daha çok mal üretip satabiliyorlar, sermaye hareketleriyle güçsüz olan şirket ve ülkeleri kolayca teslim alabiliyorlar. Bu yüzden de gümrüklerin indirilmesi, ticaretin serbestleştirilmesi, bu serbestinin hukuki imtiyazlarla korunma altına alınması günümüzün yükselen değerleri. Ama aynı serbestinin insanlara tanınması küreselleşmenin gündeminde yok. Ancak sınırlı bir göçe izin var. Çünkü göçün serbest olması küresel aktörlerin işine gelmiyor. Böyle bir serbesti gelişmiş ülkelerdeki sosyal yapıyı alt üst etme riskini taşıyor. Göçmen işçiler daha az ücretle çalışacaklarından yerli işçilerin işsizliği mahkum olma ihtimali var. Bu sebeple mal dolaşımı "in", insan dolaşımı "out." Burada vurgulamak istediğimiz küreselleşmenin yükselen değerleri olarak takdim edilenlerin bu sürecin aktörlerinin yararına olan değişimler olduğudur. Bu aktörlerin yararına olmayan değişimlerin desteklenme ve yükselen bir değer olma şansı yoktur. Bu sebeple gelişmemiş ülke insanları gemilerde, tünellerde ve TIR'larda hayatlarını tehlikeye atmaya daha uzun süre devam edeceklerdir. Bu ayıp da küreselleşme aktörlerinin...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |