T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ah "Ece", vah "Ece"!

20 yıl önce yayınladığım bir kitapta ("Sivil Toplum ve Devlet") şu satırları buldum: "XIV. yüzyıldan itibaren yazmak, okumak ve hesap Kilise'nin tekelinden çıkmaya başlıyor. Tüccarlar işlerini yürütebilmek için bunlara sahip çıkmaya çalışıyorlar. Ocak ayının başından başlayan düzenli bir takvime geçiliyor, zaman yeniden ayarlanıyor. İlk olarak 1336'da Milano'ya bir meydan saati dikiliyor. Çalan saat toplumda önemli değişikliklerin olduğunu, burjuvaların devrinin başladığını haber veriyor."

Söz ne zaman "zaman"dan ve "takvim"den açılsa, rahmetli babamdan geriye kalan evrak içinde bulduğum 1953 yılının "Ece Muhtırası"nı hatırlamadan edemem. Ne güzel bir "muhtıra"dır o! "Ece" yine aynı şekilde mi yayınlanıyor bilmiyorum; ama 53'ün "Ece"si Türkiye'de bir insanın ihtiyacı olan bütün "takvim" ve "zaman"lara cevap verecek niteliktedir. Herşeyden önce şu ayrım yapılmıştır: "Kozmik zaman" ve "İnsanoğlunun elinden çıkan zaman" ikinci sınıfa giren "zaman" da üçe ayrılmıştır: Miladi Hicri ve Milli. Hadi gelin bu "muhtıra"dan (tesadüfen) karşımıza çıkan birkaç yaprağı birlikte gözden geçirelim: "27 Mayıs Çarşamba, 14 Ramazan-Koyun kırpma zamanı"; "1 Aralık Salı, 23 Rebiyülevvel, Soğukların başlaması"; "25 Ağustos Salı, 15 Zilhicce, Sümum rüzgârlarının sonu"; "19 Nisan Pazar, 5 Şaban, Kuğu fırtınası; "29 Ekim Perşembe, Cumhuriyet Bayramı, 20 Sefer"...

Görüyorsunuz; kendimi tutmasam, bu güzel "muhtıra"nın hepsini aktaracağım! Bu öyle bir "muhtıra" ki, sonradan karşılaştığımız gibi sadece tek bir cenahın "zaman"ı ve "takvim"ini dayatmıyor; bu "takvim"de herkese yer var...

Rahmetli babam bu "muhtıra"yı "özel tarihi" ile daha da zenginleştirince, ortaya daha da hoş bir "takvim" çıkmış. Nasıl mı? Mesela şöyle notlar: "Numan'dan alınan: 111.34 krş." / "Kızım Alev bugün yürüdü." / "Meliha'dan üçüncü ve tam sıhhatli tel geldi. Çok sevindik." / "349055, 1/10 Yılbaşı bileti" / "Oğlum bugün ilk olarak erkek hamamına gitti. Çıkış: 9.50" / ve de "Çubuklu Gazeli"nden birkaç dize...

Bana göre de, "çok takvimli" bir hayat insana en uygun olanıdır. Eğer tek bir "zaman" ölçüsüne sıkıştırılmışsak, hayatta çok ama çok şeyleri kaçırdığımız muhakkaktır. Ama artık ne yazık ki, "zaman"ın zenginliğini çoktandır elimizden kaçırdık. Aramızda artık hangimizin "Serçe kuşlarının toplanması" gibi bir günden haberi var?

Bir toplumun "zaman"ı nasıl böldüğü, "takvim"i nasıl anladığı üzerine düşünmesinin yapılacak ilk işlerden birisi olduğu muhakkak. Dolayısıyla, son günlerde televizyon ekranında karşılaştığımız "Yılbaşı" tartışmaları, eğer olması gerektiği gibi gerçekleşse, çok yararlı olabilirdi. Ama ne gezer! Bu tartışma da diğerleri gibi "hocaefendiler"le "liberaller" arasında geçen "teoloji" tartışmasına dönüştü... Söz konusu tartışmalarda (izleyebildiğim kadarıyla) hiçbir cenahtan şu soruların gelmemesi beni şaşırttı: "Miladi takvim"in Türkiye'de 1926'dan itibaren kullanılmaya başlanması bir zorunluluktan mı kaynaklanıyordu? "Cumhuriyet" rejimi ile "Miladi takvim" arasında tarihsel/ideolojik bir yakınlıktan söz edebilir miydik?

İsterseniz son sorudan başlayalım, çünkü bu sorunun cevabı ilk soruya da bir cevap teşkil ediyor. Apaçık bir olguyu tespit ederek başlayalım: Bugünkü "Gregoryen takvim", "Noel"di "Yılbaşı"ydı tartışmasına girmeksizin, tabii ki bir Hrıstiyan takvimidir. Bunun böyle olması bu takvimin "Güneş takvimi" olmasından kaynaklanmıyor tabii ki... Çünkü daha çok "Ay takvimi" kullanan İslâm ülkelerinde de, Abbasiler devrinden başlayarak "Güneş yılı" esasına dayalı takvimler kullanıldığını biliyoruz. Yani sorun "Güneş" ya da "Ay" yılının esas alınmasında değildir. Sorun, "Gregoryen takvim"in "tarihi" başlatmasından itibaren ("İsa'dan önce/İsa'dan sonra" demiyor muyuz?) Kilise'nin "zamanı"na yansıtıyor olmasındadır. Yoksa bir yılı hangi ölçüye dayandırdığınız ya da kaça böldüğünüz ve "artıklar"ı ne yaptığınızın, "pratik" olduktan sonra hiçbir önemi yok. Ona bakarsanız, Türkler de zamanında 12 veya 60 yılda bir devir yapan ve birbirinden oniki hayvan adıyla ayrılan yıllardan oluşan bir takvim kullanıyorlardı. Demek ki "takvim" de işin bir yönüyle esas olan, fazla problem yaratmamak ve işlevsel olmaktan ibaret. Fakat iş bununla bitmiyor ki...

"Gregoryen takvim"in Hırıstiyan takvimi olduğunu ben söylemiyorum. Bunu tarihte ilk (ve son) kez Fransız cumhuriyetçileri söyledi... Şaşırtıcı değil mi? Bizim "cumhuriyet"in bir icabı olarak kabul ettiğimiz "Miladi takvim", Fransa'da cumhuriyetciler tarafından 1793-1806 arasında "Kilise işi"dir denerek bir kenara itilmişti. Yerimiz dar olduğundan şimdi uzun uzun anlatmak mümkün değil. Ancak şu kadarını söyleyelim ki, Konvansiyon'a sunulan pek çok yeni takvim tasarısıyla, Devrim kendi "zamanını ve günlerini" tiranların ve Kilise'ninkinden ayırmak istiyordu. Devrim yeni bir "takvim" istiyordu; günleri "azizler"e tahsis edilmemiş, pazar gününü tatil günü olarak kabul etmeyen "rasyonel" ve cumhuriyetçi bir takvim... Fransız Devrimi'nin on yıl bile yürürlükte kalamayan yeni takvimi, bütün zayıflıklarına rağmen şu doğru tespitten kaynaklanıyordu: "Zaman"ına ve "takvim"ine sahip çık! Yoksa "zaman"ını çalarlar...


1 Ocak 2002
Salı
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED