T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

G Ü N D E M

Tarihin unuttuğu savaş

Mehmet Niyazi Özdemir, "Yazılamamış Destanlar" romanında 1913 yılında Teşkilat-ı Mahsusa'nın organize ettiği gönüllü kuvvetler tarafından kurulan Batı Trakya Cumhuriyeti'ni ele alıyor.

Balkan savaşları, arkasından Birinci Cihan Harbi... Galiçya'dan Yemen'e, Varna'dan Trablusgarp'a, Makedonya'dan Filistin'e kadar her cephede devam eden bir savaş. Çocuklarını bir cepheden bir cepheye gönderen analar, "şehit düştü" haberi niteliğindeki asker künyelerini bekleyen kadınlar. Meğer o yıllarda kadınlar, askerlik şubelerine giderek kocalarının künyelerinin gelip gelmediğini soruyorlarmış. Acılarla, kahramanlıklarla renklenen anılar, unutulan özveriler.

Mehmet Niyazi Özdemir, amcasının da şehit düştüğü Balkan savaşlarını anlatan bir roman yazdı. Ötüken Yayınları tarafından neşredilen roman, devletler oyununun içinde ülkenin bir parçasını korumaya ant içmiç bir avuç insanın inanılmaz macerasını konu alıyor. Mehmet Niyazi büyük amcası Süleyman Özdemir'e ithaf ettiği romanına "Yazılamamış Destanlar" adını layık görmüş. Teşkilat-ı Mahsusa elemanları tarafından müthiş bir mücadele sonucunda 31 Ağustos 1913'de Batı Trakya'da kurulan, kendi adına parası, bayrağı olan müstakil bir Türk hükümetinin hikayesini anlatıyor. Süleyman Özdemir'in babası Topal Ali de Aziziye Tabyaları'nda dizkapağına aldığı bir şarapnel mermisi yüzünden bir ayağı eksik olarak dönüyor cepheden. Sırada oğlu Süleyman var. Nişanlısı Naciye'ye veda bile etmeden koşuyor Topal Ali'nin oğlu. Oğlu Süleyman'ı şehit veren Topal Ali'nin ikinci oğlu Mehmet de arkasından cepheye alınır. Niyazi Özdemir'in babası Mehmet Özdemir Batı Trakya'yı Bulgar çetelerinin tasallutundan kurtaran ve hükümet kuran askerlerden biridir. Romanın başkahramanlarından biri de bugün mezarının yeri bile bilinmeyen Said-i Nursi'dir.

Akyazılı Mehmet, 'Özel Birlik'te

Niyazi Özdemir "Yazılmamış Destanlar" isimli romanına, "Eşref Sencer Kuşçubaşı, Selim Sami, Cihangiroğlu İbrahim, Said-i Nursi, Süleyman Askeri, Zenci Musa, Mamaka Mustafa... Destanlar yazdınız. Ama bizler destanlarınızı ne okuduk, ne de okuttuk. Kiminizi vatan haini ilan ettik, kiminize mezarı bile çok gördük" sözleriyle başlıyor. Mehmet Özdemir, Teşkilat-ı Mahsusa'nın komutanlarından Kuşçubaşı Eşref'in emrine girer. Edirne'nin düşman işgalinden kurtarılması için kurulan özel birlikte ve "Van Gönüllüleri" adlı sivil kuvvetlerde yer alıyor. Başlarında ise Said-i Nursi var.

Said-i Nursi ve talabeleri cepheye koşan ilk gönüllülerdir. Özel Birlik'e alınan askerler, nerede görev yaptıklarını herkesten gizlerler. Verilen talimat böyledir, yakalanır ya da şehit düşerlerse, Gönüllü Kuvvetler Kumandanı Eşref Bey'in emrinde savaştıklarını söyleyeceklerdir. Bu nedenle kışlada görev yaptıkları sırada kendilerine verilen askeri elbiseleri de çıkararak sivil kıyafetlere bürünürler. Görevleri Bulgarlar'ı Londra Antlaşması'nda kabul edilen Enes-Midye Hattı'nın gerisine kadar püskürtmek. Bu sağlanamadığı takdirde, İstanbul tehdit altında kalacaktır. Bulgarlar anlaşma hükümlerine uymamak yoluyla Edirne dahil Trakya'nın önemli bir bölümünü işgal altında tutuyor. Eşref ve emrindeki özel kuvvetler Bulgarlar'ın elindeki mevzileri tek tek düşürürler. Enver Paşa komutasındaki askerler de Edirne'yi düşman işgalinden kurtarıyorlar. Eşref Bey ve arkadaşları, Osmanlı Hükümeti'nin dışında ama İttihat ve Terakki ile anlaşmalı olarak Gümülcine'ye kadar girerler. Müslüman Türk çoğunluğun olduğu bu bölgede katliam yapan Bulgar çetelerini bir bir ortadan kaldırırlar. Said Nursi ve emrindeki Van Gönüllüleri de bu inanılmaz mücadelenin her aşamasında yer alarak savaşıyorlar.

Hükümete rağmen cumhuriyet

Kitapta, Said-i Nursi, Enver Paşa, Kuşçubaşı Eşref, Cemal Paşa ve Deli Fuad Paşa arasında geçen pekçok anekdot ve diyalog da yer alıyor. Eşref Bey en sonunda Batı Trakya Cumhuriyeti'ni ilan eder, bir meclis, arkasından da geçici hükümet kuruluyor; bayrağı, parası, ordusu, pulu olan bir hükümet. Yunanlılar da Bulgarlar'la aralarında bir tampon Türk hükümeti olmasını ehven görüyorlar. Ne var ki Osmanlı Hükümeti barış yapmak için Edirne'ye kadar geri çekilmeyi öngörüyor. Eşref Bey ve arkadaşları uzun bir süre bu karara, "Biz gönüllü kuvvetleriz, Osmanlı Hükümeti bizi kolayca reddedebilir. Burada çoğunluk Türk ve Müslüman'dır. Hükümet Bulgarlar'la istediği gibi anlaşma yapsın. Bizi dışarda bıraksınlar. Bizi tedip etmek Bulgar Hükümeti'nin işi olsun" diyerek direnirler. Uluslararası dengeler buna izin vermeyecek kadar hassastır. Birinci Cihan Harbi'nin başlamasını ramak kalmıştır. "Şimdi elden çıksın, nasılsa geri alırız" mantığı burada da işler ve Batı Trakya Hükümeti'ni kuran gönüllü kuvvetler istemeyerek Gümülcine ve İskeçe'yi terkederler. O günden beri Gümülcine ve İskeçe Bulgar'dadır. Savaşarak elde edilen mevziler masa başında birer birer terkedilir.

Geriye kalan bir künye oldu

Romancı Mehmet Niyazi kitabında, Batı Trakya'nın terk edilişini, "Cemal Paşa gelinlerin hıçkırıklarıyla yoğrulan ecdat topraklarını Bulgar generali Toşef'e teslim etmek üzere Gümülcine'ye hareket ettiği zaman gönüllüler adım adım vuruşurak elde ettikleri yerlerden çekiliyorlardı. Ay yıldızlı, yeşil, siyah bayrakları pencerelerden indiren başörtülü kadınların, fesli, sarıklı ihtiyarların gözyaşları dinmiyor, çoluk çocuğun feryadı yüreklere saplanıyordu. Vanlı Molla Kazım, Sudanlı Zenci Musa, Mamaka Mustafa, Uşaklı Mehmet Baba, henüz yirmisine basmamış Akyazılı Mehmet (Özdemir) diğer gönüllüler gibi tüfeklerinin namlularını aşağıya çevirmişlerdi; çünkü yağmur yağıyordu. Arkada kalanların ve bütün şehitlerin acısını duyan Said-i Nursi mahzundu.

Süleyman Askeri, Selim Sami, Cihangiroğlu İbrahim için bu, bir galiplerin mağlubiyetiydi, hazmedilmesi güçtü Eşref Bey kaygılıydı; yangın vatanın neresinden başlayacak, kader onları nereye sürükleyecekti" sözleriyle betimliyordu. Cihangiroğlu İbrahim Bey, 1920'lerin başında cumhuri esaslara dayalı Kars Şûrâ Hükümeti'ni kurarken, Said Nursi de talebeleriyle birlikte Bitlis'i savunurken, Ruslar'a esir düşmüş ve iki buçuk yıl süren esaretin ardından firar ederek İstanbul'a dönmüştü. Süleyman Askeri Bey ise Suriye'de uğradığı yenilginin acısıyla düşmana esir düşmemek için intihar etti. Diğerleri de pekçok cephede savaşarak ya şehit düştüler ya da gazi oldular. Özdemir'in amcası Süleyman Özdemir'den geriye kalan ise askerde boynuna taktığı bir künyedir.

Said-i Nursi de Batı Trakya'da

Batı Trakya'nın terkedilip terkedilmemesinin müzakere edildiği sırada Said-i Nursi, Gönüllü Kuvvetler'in komutanı Kuşçubaşı Eşref'e hitaben, "Kahraman kumandanım; kardeşlerimin düşüncelerine katılmamak mümkün değildir. Cihangiroğlu İbrahim Bey kardeşimiz, insanı yürekten dağlayan sözler söyledi. Silah adamı değilim. Çocukluğumdan beri kitaplarla uğraşıyorum. Fakat içinde bulunduğumuz şartlar bizlerden silaha sarılmamızı istediğine inandığımdan kitapları raflara koyduk ve saflarınıza katıldık. Kafkas dağlarındaki mezarlar yalnız onun ceddi değildir, hepimizin ceddidir. Bir gün oralar uğruna bayrak açılırsa bu can, bu ten kafeste ise elbette o bayrağın altında da olacağım. Bizler buraya Allah diyen insanların yalnız olmadıklarını ispat etmeye, kardeşlerimiz için ölmeye geldik. Buraları terkedersek, bu yalnız insanlara, istemeyerek de olsa, ikinci kere ihanet etmiş oluruz, buna hakkımız yoktır" diyecekti. Sonunda hükümetin dediği olur.



22 Nisan 2002
Pazartesi
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED