T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yine 'vesayet' ve patronlar kazanacak

Türkiye ne kadar talihsiz bir ülke ki, AB ile "tam üyelik" müzakerelerinin başlamasını beklediğimiz bir dönemde değişim umutlarını yine yasakların karanlık duvarları arasına kapatarak belirsiz bir geleceğe doğru yol alıyor.

Değişim ve demokratikleşme sloganıyla başlattığımız bütün girişimlerin sonucu yeni yasaklarla ve "Milli güvenlik" duvarlarıyla bitiyor. Örneğin, özerk kurullarla siyasete "rant" kapısını kapattığımızı, devleti yeniden yapılandırdığımızı iddia ediyoruz ama RTÜK yasasıyla rantın ve yasakların dibini buluyoruz.

Şimdi sivil siyaset, kendini devre dışı bırakan vesayete endeksli "devlet siyaseti"ne teslim olmuş bulunuyor. Başka bir deyişle sivil siyaset, eğitimden ekonomiye, dış politikadan "AB uyum yasaları"na kadar bütün alanlarda "milli güvenlik ideolojisi"nin adeta bir uygulama aracı haline geliyor.

Bunun en önemli göstergesi, bir yıl önce baskıcı, sansürcü ve "rantçı" özellikler taşıdığı için Cumhurbaşkanı Sezer tarafından veto edilen RTÜK yasası virgülüne dokunmadan Meclis'e geliyor olmasıdır. Bu yasayla, adeta demokrasiye inat yasaklar alabildiğine genişletilerek basın özgürlüğü "militer" bir denetime tabi tutulurken, rantçıların önündeki barajlar da yerlebir ediliyor.

Artık patronlar özgür... Yasa Meclis'ten geçerse, özel radyo ve TV'lerde yüzde 10'dan fazla hissesi bulunanlar doğrudan ve dolaylı olarak devlet ihalelerine katılabilecekler. Özgürlüklerin devleti zaafa uğratmasından korkan siyasi anlayış, ne yazık ki sığındığı "milli güvenlik ideolojisi" ile patronlara "rant" kapısını sonuna kadar açıyor.

Gördüğünüz gibi, yıllardır bitmeyen "vesayet" gerçeği, AB hayalleri kuran Türkiye'nin önüne bir kez daha yeni bir umutsuzluk fotoğrafı olarak çıkıyor. Öyle ki, Şaron Filistin'de katliam yaparken Türkiye İsrail'le tank anlaşması imzalayarak Şaron'u ödüllendiriyor ama siyasi irade ortalarda yok...

Durup dururken İmam-Hatip okullarında başörtüsü yasağı başlıyor, kız öğrencilere kelepçe vuruluyor ama bu emri kimin verdiği bilinmiyor. Aslında biliniyor da bilinmiyor... Ve bu olayda da siyasi irade ortalarda yok. Çünkü sivil siyasal irade, "devlet siyaseti"nin sadece bir aracı...

Eğer bir ülkede, temel hak ve özgürlüklerin, sivil örgütlenmelerin sınırı, demokratikleşme adımlarının kontrolü, hatta ekonomik gidişatın seyri askeri otoritenin vesayetine bırakılmışsa, artık o ülkede siyasi iradeye de gerek kalmamış demektir. Nitekim, utanç verici de olsa ABD Başkan Yardımcısı Cheney Türkiye ziyaretinde siyasal iktidardan çok, askeri otoriteyi esas almıştı.

Gerçi kendi parlamentosuna "hakaret" eden bir başbakan tarafından yönetilen bir ülkede daha "onurlu" gelişmeleri beklemek de mümkün değildir.

Türkiye, böylesine "çarpık" bir iktidar mantığı ile bir yere gidemez. Ayrıca, bu iktidar modelinin de adı konulmalıdır. Eğer "vesayet" sistemi böyle devam edecekse, her şey doğrudan askeri otoritenin kontrolüne verilerek, sistem gerçek kimliği ile ortaya çıkmalıdır.

Açıkçası, iktidarın "gerçek sahibi" sorumluluğu devralarak, Türkiye'nin içinde yer alacağı yeni "rejim kategorisi"ni belirlemelidir. Zaten bu "vesayet" mantığı ile Türkiye'nin özgür dünya ile bütünleşmesi diye bir olgudan da sözedilemez.

Böylesine iradesini "vesayet"e teslim etmiş bir iktidardan da ancak RTÜK gibi yasakçı ve "rant"a endeksli yasalar beklenebilir. Muhtemelen, Meclis RTÜK yasasında "milli güvenlik ideolojisi"nin çizdiği çerçevenin dışına çıkamayacaktır. Yani sizin anlayacağınız, yine devlet ve patronlar kazanacak, biz kaybedeceğiz.


15 Nisan 2002
Pazartesi
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED