|
|
Kartelin istediği
herşey oluyor...
Daha kötüsü geliyor ama, onlar "demokratlıklarını" ispat etmek için, hâlâ yürürlükteki RTÜK Yasası'na saldırıyorlar. Mevcut yasa yetersizmiş. Hem ekran karartıyormuş, hem de irticai yayınlara "tolerans" gösteriyormuş. Yetkililer ise (Nuri Kayış ve arkadaşları) zehir saçan ekranlar karşısında sus-pusmuş. "Patronumuz kamu ihalelerinden yararlanamıyor, ayrıca birkaç televizyona birden sahip olup kartel imparatorluğunu ilan edemiyor, bu nedenle bizim maaşlarımıza da beklediğimiz miktarlarda zam yapamıyor" diye açıkça itiraf etseler, daha "saygıdeğer" davranmış olacaklar ama... Aslında bir tek kişi yazıyor. Bu örnek dışında, RTÜK Yasası'nın serencamına ilişkin yorum yapan kimse yok. Beklemedeler. Ertuğrul Özkök bile susuyor. Hükümet yeni yasanın güvenliğini garantiye aldı nasıl olsa; "olduğu gibi" komisyonlardan geçirip Çankaya'nın onayına sunacak. Sezer'in birtakım harcamalarını manşetlere taşımak suretiyle Köşk'ü de bloke ettiler. Darbe yaptırmalarına da gerek kalmadı. "1997 yılında ordunun baskısı sonucu istifaya zorlanan İslamcı koalisyon hükümetine karşı benim medya organlarım savaş verdi" diyordu ya büyük patron... Darbe hükümetinin yapamadığını "üçlü koalisyon" (kuzu kuzu) gerçekleştirecek nasıl olsa... "İrticai yayınlara tolerans gösteren" mevcut RTÜK Yasası'na göre, (aynı zamanda kamu ihalelerine giren) bir müteşebbis, bir televizyon kuruluşunda yüzde 10'dan fazla hisse sahibi olamıyordu. Ama onlar hileyle, muvazayla, düpedüz sahtecilikle işlerini pekala yürüttüler. Çünkü, 28 Şubat sürecinde paspas edilen RTÜK Yasası medya kartellerine işlemedi, işletilemedi. Ellerindeki silah, yani gazete ve televizyonları, korkutucu bir kalkandı yasa uygulayıcıların önünde... Mesela, Danıştay TEDAŞ ihalelerini iptal ettiğinde, koro halinde "yargının siyasallaştığını" işleyip aba altından sopa gösterme yoluna gitmişlerdi. Aynı Danıştay "iptal" kararını bozunca, bu kez yargının "hukuk"a uygun bir karar aldığı görüşünü seslendirmişlerdi. Artık bu sıkıntılara gerek kalmadı.
Hakan Arslanbenzer'e Not:
"11 Eylül Eyyamcıları Neden Susuyor?" başlıklı yazımın muhatabı Hakan Arslanbenzer değil, 11 Eylül sürecinin dünyaya barış, huzur, refah getireceğini (dolayısıyla Filistin meselesini çözüme kavuşturacağını) söyleyen, 11 Eylül'ün "aslında ne olduğu" ortaya çıkınca da çarkedip ucuz popülizmle Filistincilik oynayan 68 kuşağından bazı ağabeylerimizdi. Amerikan müdahalesine karşı çıkanlar, onların gözünde "terör yandaşı"ydı. Çatışma eksenini "terörden yana olanlar" ve "teröre karşı olanlar" şeklinde koymuş, işgal ettikleri köşelerde terör estiriyorlardı. Bu "büyüklerimize" göre, ABD'nin "teröre karşı savaşı"nı anlamalı, desteklemeli, hatta bu sürece "entelektüel olarak" katkıda bulunmalıydık. Yani, ya "global histeri"yi kutsamalı ve olana rıza göstermeliydik, ya da ufuksuz, astigmat, ahmak suçlamalarını "peşinen" kabullenmeliydik. Bu not vesilesiyle, Arslanbenzer'in, "11 Eylül olayının bir Amerikan iç-darbesi olduğunu düşünmüyorum. Amerika Birleşik Devletleri iç-darbe sürecini tamamlamış bir ülke-devlettir. Çünkü iç-darbeler dış güçlerce yönlendirilir. Ve genellikle güçler ayrılığı ilkesini sapıkça uygulayan ülkelerde olur" sözlerini önemli ve kayda değer bulduğumu belirtmeliyim. Benim gönlüm de, elbette, "sistem-karşıtı" güçlerden yana.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |