|
|
Milletvekillerine çağrı...
Bu, yeni RTÜK yasası üzerine kaleme aldığımız üçüncü yazı. Zira bu yasa; bu şekliyle çıkması halinde internet kullanımından bilgilenme ve bilgilendirme hakkına kadar, siyasetten özel yaşama kadar tüm alanları etkileyecek, özgürlükleri gözle görünür bir biçimde sınırlayacak bir yasadır... Zira bu yasa; İslamcı ve bölücü sermaye tasfiye edilecek bahanesiyle özgürlükler rejiminde görülmemiş bir geri gidişi ifade eden, 21. yüzyılın "Takriri Sükun" kanunu olmaya aday olan bir yasadır... Zira bu yasa bu hafta içinde mecliste görüşülecektir ve aynen geçtiği takdirde yürürlüğe girecek, Sezer'in ikinci bir veto hakkı olmayacaktır... Bize düşen ise milletvekillerine ne yaptıklarını, neyle iştigal ettiklerini ve sorumluluklarını hatırlatmak... Bu üçüncü yazı işte bu amaçla yazılıyor... Cumhurbaşkanı Sezer'in bundan bir yıl önce bu yasayı neden ve nasıl veto ettiğini bir kez daha anmakta fayda var... Fayda var, çünkü hangi kesimden gelirse gelsin özgürlükçü tavra sahip hemen her yorumcu, "Cumhurbaşkanı'nın vetosunu 'devlet düzeyinde ve düzeninde yaşanan ağır otoriterleşme eğilimi'ne, bu eğilimin 'en önemli ayaklarından birisi'ne set çekmek" olarak yorumlamıştı. Sezer'in bu yasayı bir ya da iki yönüyle değil, basının sermaye yapısından devlet ihalelerine katılımına, RTÜK'ün niteliğinden para cezalarına, sınırlanan basın özgürlüğü ilkerinden sınırlanan düşünce özgürlüğüne kadar hemen "her yönü"yle geri çevirmişti... Veto metninin en çarpıcı ve önemli kısmı şuydu: "Basın özgürlüğü, düşünce ve kanaat özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan bir özgürlüktür. Düşünce özgürlüğü, düşüncelerin özgürce açıklanması yanında bunların yayılması ve öğrenilmesi özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle, basın özgürlüğünün, okuyucuların, izleyicilerin ya da dinleyicilerin haber alma ve görüşleri öğrenme olanağından yoksun kalmaları yönünden de değerlendirilmesi gerekir. Haber alma ve verme hakkı ya da haberlere ulaşma özgürlüğü, izleyici ya da dinleyicinin bireysel hakkı olarak düşünülemez ve düzenlenemez. Bunlar, izleyicilerin kolektif hak ve özgürlükleridir. Basın özgürlüğü, hem kamu güçleri karşısında hem özel güçler karşısında da korunmalıdır. Bu bağlamda medya tekelinin oluşmasına karşı gerçek sınırlamalar koymak, medyanın çoğulculuğunu koruyucu önlemler almak devlete düşen bir görevdir..." Bu mantık veto metninin her yanını kuşatıyordu. Üst Kurul'un idari para cezaları verirken yanlı ve keyfi davranabileceği... Yüksek ceza tutarlarının özellikle yerel pek çok radyo ve televizyon kuruluşunu yayın hayatına son vermeye itebileceği... Medyanın devlet ihalelerine katılmasının haksız rekabet yaratacağı, medyanın özel çıkarlarını yönlendirici yayın yapmasına yol açacağı... İnternet yayınlarının düzenlenmesinin kamu otoritesinin takdirine bırakılmasının özgürlüğü zedeleyeceği... İdarenin yargı alanına giren konularda yetkili kılınmasının özgürlükler rejimi ve hukuk devleti açısından kabul edilemeyeceği... Basın yasasında yapılan değişikliklerle öngörülen ve idareye bırakılan para cezalarının, düşünce ve kanaatlerin özgürce yayınlanmasını engelleyeceği ve tekelleşmeyi hızlandıracağı... Evet, bunların hepsi, yani Sezer'in bu tespit ve itirazlarının tümü, özgürlüklerin ve çoğulculuğun "hem kamu hem özel güçler karşısında" korunmasını hedefliyordu... Şimdi milletvekilleri ya Sezer'in işaret ettiği gerçekler yönünde oy kullanacaklardır ya da siyasetin ve özgürlüklerin boğulması yönünde... İkinci yönde kullanılacak her oy bence, rant elde etmek ve güç kaynağı satın almak için demokrasinin feda edilmesi anlamına gelecektir. Ancak unutulmaması gerekir ki, demokrasi eksikliği önce onu feda edenleri vuracaktır...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |