|
|
Yazar Sibel Eraslan, 'Fil yazıları' adlı kitabında başörtülü gençlerin örtülerinden dolayı yaşadıklarını, tuzağa düşürülerek vahşi bir şekilde eğitilen fillerin kaderlerine benzetiyor.
Kitabın arkasında şöyle bir tanıtım yer alıyor "Merhaba.. Ben aslında bir fil'im. Fil kadın." Baş örtüsü takanlarla fillerin ortak kaderleri nerede kesişiyor? Filleri terbiye etmek için kullanılan yöntemlerle, küresel bir dünya düzeni için vatandaş olarak yaşadıklarımız darbeler birbirine benziyor. Başörtülü kızlar çok ağır bir sorumlukla yola çıktı. Kendi taşıyacakları yükün ötesinde bir yükü üstlendiler. Aynı şekilde fillerde çok ağır yükleri taşıyan varlıklar. Bunun dışında yaşadığımız pek çok darbe, incinmeler fillerin eğitilirken yaşadıkları vahşeti hatırlatıyor. Hak arama noktasında başörtülü öğrencilerin yaşadıkları aslında tuzağa düşen filin terbiye edilmesi sırasında aldığı darbelere çok benziyor. Seksenli yıllarda aynı sorunları yaşayan bir isim olarak 2000'li yıllarda aynı sorunu yaşayan başörtülü gençleri izlerken kendi ayak izlerinizi gördüğünüzü söylüyorsunuz. Bu yüzleşmede neden yalnızca derin kırılganlıklar ve umutsuzluklar yaşanıyor? Öyle olmasını istemiyoruz. Ama durum böyle. 1968 yılından beri kamu alanından içeri alınmıyoruz. Bu çok ağır bir bedel. Oysa bu kadar zaman içinde doğu bloku iflas etti, Berlin duvarı yıkıldı ve bunun gibi dünya düzeninde pek çok şey değişti ama bizim ülkemizde hiç bir şey değişmedi. 28 Şubat'ın faturasını en ağır şekilde başörtülü gençlik mi ödedi dersiniz? Toplu olarak ödendi. Ama en ağır bedeli evet, başörtülü kadınlar, kızlar ödedi. Kadınlar sadece örtülerinden dolayı resmi anlamda bir sıkıntı yaşamadılar. Kendi içimizde de sıkıntıya düşürüldüler. Evlerinde, aile içinde, kendi holdinglerimizde başörtülü oldukları için ikinci defa 28 Şubat darbesi yediler. Evet bu ülkede başörtüsü sorunu aşılamıyor ama aynı şekilde başörtüsü takan gençlerde başörtüsü meselesini aşamıyor ve başörtüsü meselesi dışında başka hiç bir şeyi kendilerine dert etmiyorlar. En azından böyle bir tablo var karşımızda ne dersiniz? Bu çocukların başka kaygıları olamıyor, çünkü yürüyemiyorlar. Bakın karşınızda 17 yıldır büyümemiş bir çocuk var. Halen daha arkadaşlarla biraraya gelip okul günlerimizi konuşuyoruz. İçimizde çocuk bu yasaklar yüzünden büyüyemedi. Elbette sadece başörtüsü sorunuyla ilgilinilmemeli ama bir çeşit buna mecbur ediliyoruz. Bu sorunu aşmadan başka birşeylerin kaygısını taşımamız mümkün değil.
|
|