T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye, Ortadoğu'da 'tarihi rol' oynayabilir

Türkiye, 'Filistin-İsrail Savaşı'na ilişkin olarak son günlerde izlediği politikadan farklı ve 'daha sonuç alıcı' bir politika izleyebilir mi? Evet, izleyebilir.

Aslında, gerek Başbakan Bülent Ecevit ve gerekse Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Türk diplomasi dilinde pek az raslanır sertlikte ifadelerle İsrail'i eleştirdiler. Cem, Filistin lideri Yasir Arafat'a zarar verilmesi halinde, Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerini baştan aşağı gözden geçireceğini ima eden beyanlarda bulunurken; Bülent Ecevit'in İsrail saldırılarını Filistin halkına 'soykırım' diye nitelemesi, hem İsrail'i, hem de Amerika'daki Yahudi lobisini ayağa kaldırdı.

Ecevit, dikkatle izlenirse, iddia edildiği gibi sözlerini geri almadı; 'maksadını aşan biçimde anlaşılmış olabileceğini' ve 'İsrail halkına değer verdiğini ve üzülmesini istemediğini' söyledi. 'İsrail hükümeti' demedi; yani Ariel Sharon hükümetine ilişkin geri adım atmadı. 'İsrail halkı' ile 'Sharon hükümeti'ni ayırdeden bir dil kullandı ve doğru yaptı.

Bu durumda 'Türkiye daha fazlasını yapmalı' demenin anlamı var mı? Evet, var; çünkü Türkiye'nin tutumu Ecevit ve Cem'in açıklamalarıyla 'retorik'ten öteye gitmedi. Üstelik, İsrail tanklarının, Ramallah'a saldırdığı ve Arafat'ın merkezinin duvarlarının yıkıp, Filistin liderini 'ölüm tehdidi altında' kuşattıkları saatlerde, yangından mal kaçırır gibi imzalanan ve görülmemiş bir 'diplomasi gafı'nı ifade eden 'tank modernizasyonu anlaşması', Ecevit ve Cem'in çıkışlarını sıfırla çarpar nitelikte. Sözler, uçup gidebilir; yazılı açıklamalar kağıt üzerinde kalabilir ama İsrail'e sıkışık zamanında 688 milyon dolarlık bir çek gönderen anlaşmalar somuttur.

Ortaya çıkarttığı manzara ise, Türkiye'nin tam ne yaptığını bilmediği ya da 'iki cami arasında binamaz' kalarak, bölge politikasında 'zaaf taşıdığı', varolduğuna varsayılan 'ağırlığını hafiflettiği'dir.

Bu noktada sorulacak soru; Türkiye, bugüne kadar ortaya koyduğundan daha 'ağır' ve daha 'aktif' bir tavır takınmalı mıdır ve 'niçin' takınmalıdır.

Evet, takınmalıdır. Bunun birkaç nedeni var:

1. 'Moral' açıdan zorunludur. Türkiye'nin içinde yer aldığı bir bölgede, 400 yıl boyunca yönetmiş olduğu ve hiçbir sorununun bulunmadığı, 35 yıldır işgal altındaki bir 'mazlum halk', Filistin halkı boğazlanırken ve 'meşru direnişi' bastırılmak istenirken; Türkiye, Amerikan müttefiki ve İsrail'in 'stratejik ortağı' görüntüsüyle 'zalimler safı'nda yer aldığı görüntüsünü veremez. Böyle bir görüntü, Türk dış politikasının meşruiyet zeminini geleceğe ilişkin olarak yok eder.

2. Günümüzde hiçbir 'demokratik ülke'de 'ulusal dış politika', 'ulus'un eğilimlerine zıt yönde yürütülemez. Türkiye halkının ezici çoğunluğu Filistin halkına büyük sempati duymaktadır; İsrail kelimesi ise 'çirkin çağrışımlar' yapmaktadır. Boğaziçi Üniversitesi'nin 'Türkiye halkının dış politika anlayışı' konusunda 3000'den fazla denek üzerinde 2001 Kasım ayında yaptırttığı bilimsel bir çalışmada, Türkiye halkının Azerbaycan halkından sonra, –Japonlar istisna tutulursa– kendisine 'en dost' halk olarak Filistin halkını gördüğü, İsrail'in ise listenin en altında Yunanistan ve Ermenistan'ın yanıbaşında yer aldığı görülmüştür. Aynı çalışma şimdi, yani 2002 Nisan'ında yapılsa, hiç kuşkusuz, İsrail daha da dibe batacak; Filistin kavramı daha da yukarı tırmanacaktır.

3. 'Realpolitik', Türkiye'nin tam da şu dönemde 'İsrail'in yedeği' ve 'Amerika ne derse onu yapar, yapmaya mecburdur' görüntüsünden çıkmasını zorunlu kılıyor.

Bu konuyu açmak gerekli. Şöyle:

Türkiye-İsrail ilişkilerinin 'yakın' olmasını savunanlar, bunu birkaç gerekçeye bağlıyorlar. Bunları şöyle sıralamak mümkün:

1. Türkiye, İsrail ile yakın ilişkileri sayesinde başta Suriye, güneyinden gelen ve gelebilecek 'tehditleri' caydırma imkanına sahip olmuştur. Apo'nun yakalanmasında ve PKK'nın ezilmesinde Türkiye-İsrail ilişkileri başlıca rolü oynamıştır.

2. Türkiye-İsrail yakınlaşması, Amerika'da Yahudi lobisini, Türkiye karşıtı Rum ve Ermeni lobilerinin karşısına, 'lobisiz Türkiye'nin yanına çekmiştir. Bu olgunun, Türkiye açısından paha biçilmez yararları vardır.

3. Türkiye ve İsrail, Ortadoğu bölgesindeki iki 'laik ve demokratik ülke'dir; birbirlerine gayet yakın olmaları doğal ve aklın gereğidir.

4. Türkiye'nin, Araplarla (bu arada Filistin Yönetimi ile) ilişkilerini korurken, İsrail ile 'özel ilişkiler'e sahip olması, bölgedeki 'rolü'nü arttırmış ve İsrail üzerinde de 'kendisini dinletebilme imkanı'nı sağlamıştır.

Ateşli bir siyonist (Yahudi milliyetçisi anlamında) olan İsrailli profesör Efraim Inbar 'The Israeli-Turkish Entente' (İsrail-Türk Antantı) başlıklı çalışmasında yukarıda ifade ettiklerimizi bir paragrafta şöyle özetliyor:

"... İki ülke arasındaki stratejik yapıştırıcı, bölgesel ve uluslararası konulara benzer bakış açısına dayanıyor. Birbirine paralel algılamanın unsurları: şiddet ortamındaki ve istikrarsız bir Ortadoğu; Suriye ile hasmane ilişkiler; İran ve Irak'tan kaynaklanan, özellikle kitle imha silahlarına ilişkin, değişen yoğunlukta güvenlik kaygıları; İslami aşırılığa yönelik paylaşılan rahatsızlık; Orta Asya'nın geleceği üzerinde benzer teşhis; Avrupa ile sorunlu ilişki; yeniden yükselen Rusya hakkında kuşkular ve herşeyin üzerinde, Amerika'ya ortak bir yöneliş."

Bunların bir kısmı artık geçerli değil, bir kısmının ise kat'iyen geçerli olmaması gerekiyor. Suriye artık söz konusu olan 'hasmane ilişkiler'den ziyade, 'yumuşak ve her alanda gelişmekte olan' ilişkiler. Türkiye, Irak'tan kaynaklanan bir 'tehdit algılaması'na sahip bulunmadığı gibi, Irak, Türkiye üzerinden bir 'Amerikan harekatı'nın tehdidi altında. Yani, Irak ve İran gibi gerekçeler; Türkiye'nin İsrail'in yanıbaşında durmasını gerektirmiyor. 11 Eylül'den sonra Rusya'ya bakışın da 'radikal' bir değişiklik geçirmekte olduğu ortada.

Ancak, bu 'İsrailli' ve Türkiye ile 'stratejik beraberliği' öngören bakış açısında, Türkiye için 'en kabul edilmez' iki husus var:

1. Türkiye-İsrail ilişkilerinin 'stratejik' olabilmesinin, Türkiye-AB ilişkilerinin 'sorunlu' olmasıyla mümkün olabileceği;

2. İsrail'in İran ile 'hesaplaşması'nı, tüm Türkiye'yi bir 'üs' haline getirerek, mümkün kılabileceği.

İsrail kim? Bölgede ancak 54 yıldır varolabilen, hala bölgede 'meşruiyet arayışı' içinde didinen, arkasında Amerika ile anlam kazanabilen, 6 milyon Yahudi nüfusu olan, içindeki 1 milyon Arap'ın 'ikinci sınıf vatandaş' kaldığı, 3.5 milyon Filistinliyi 35 yıldır işgal altında tutan ve tüm çevresiyle sorunlu bir devlet. Türkiye ise Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı, 70 milyonluk, AB aday üyesi, ayrıca NATO üyesi yani 'Batı sistemi içinde' özel yer sahibi, bir 'potansiyel uluslararası politika devi'...

İsraillilerin algıladığı türden bir 'stratejik ortaklık', ancak, Türkiye'yi 'Ortadoğu devleti İsrail'e bir 'emniyet sübabı' haline getirir ve Türkiye'nin 'rolünü' küçültür. Mevcut ilişki, İsrail'i Türkiye'nin peşine takan değil, Türkiye'yi İsrail'in 'yedeğine takan' nitelikte.

Bu 'ilişki kalıbı' tepeden tırnağa değişmek zorundadır. Bu 'ilişki kalıbı'nı ortaya çıkartan 'şartlar' değiştiği için değişmek zorundadır.

Çünkü;

1. Unutulmamalıdır ki, Türkiye, 1980'de İsrail'in Doğu Kudüs'ü ilhak etmesi üzerine, dönemin Dışişleri Bakanı İlter Türkmen'in politikasıyla, İsrail'le ilişkilerini 'ikinci katip düzeyi'ne indirmiş ve İsrail'e karşı elinde sürekli bir 'koz' tutarak; kendisini diplomatik olarak 'güçlü ülke' konumunda tutmuştur. Bu 'cezalandırma'nın ortadan kalkması, ancak, 1991'de Madrid Barış Konferansı ve 1993 Oslo Barış Süreci olarak mümkün olabilmiştir. Yani?

2. Yani, İsrail'in Arap ülkeleri ile 'barış' yapma ve 'Filistin toprakları üzerindeki işgaline son vermesi' ihtimalinin belirmesi üzerine, Türkiye, İsrail ile ilişkilerini yenilemiştir. Ariel Sharon hükümeti, Oslo'yu gömmekle, bu amaçla Türkiye'nin 'meşru Devlet Başkanı' olarak tanıdığı Arafat'ı öldürmeyi ya da sürgün etmeyi tasarlamakla, meşguldür ve Ortadoğu, bu İsrail politikalarının sonucunda, Türkiye'yi de gayet olumsuz biçimde etkileyecek, son derece tehlikeli bir 'istikrarsızlık ortamı'na ve 'şiddet iklimi'ne sürüklenmektedir.

Dolayısıyla, İsrail'in gözünde bölgedeki 'tek stratejik ortağı' Türkiye'nin bu İsrail politikasının karşısına sözlü ya da yazılı açıklamalardan öteye 'somut' biçimde dikilmesi, kendi 'ulusal güvenlik çıkarları'nın ve İsrail'in 'caydırılması'nın bir gereğidir.

Madrid ve Oslo 'parametreleri', bizzat İsrail tarafından ortadan kaldırıldığı için, o parametrelere dayalı Türkiye-İsrail yakınlaşmasının son birkaç yıllık zemini de ortadan kalkmıştır.

Ne yapılabilir?

İsrail'de batık olduğu aylardır yazılıp çizilen devlet şirketi IMI (İsrail Askeri Endüstrileri)'ye kaynak aktarıp diriltmeye yarayan 'tank modernizasyonu anlaşması' öncelikle iptal edilmeli ya da en azından askıya alınmalıdır.

Bunun dışında, diplomatik ilişkilerin düzeyini 'yine düşürmek'ten başlayarak, AB ile İKÖ'nin liderlerini biraraya getirerek, Washington'u hedef alan ve Ortadoğu sorununun çözüm girişimlerinin başını çekecek 'çok geniş çaplı bir diplomatik atak'a kadar çeşitli diplomatik seçenekler üzerinde bir an önce düşünülmeli ve neye karar verilecekse, vakit geçirmeden uygulanmalıdır.

Türkiye, Şubat ayında İstanbul'da AB ve İKÖ'yü biraraya getirebileceğini, 80 dolayındaki ülkenin, 50'yi aşkın Dışişleri Bakanı katılımıyla gerçekleştirebileceğini kanıtlamıştır.

Sharon ile arasında 'çatlaklar' oluşmaya başlayan Bush yönetimindeki Amerikan politikasının bu tür bir diplomatik baskıya dayanabilmesi ve hem bölgeyi, hem İsrail'i hem de kendi çıkarlarını tehlikeye düşürecek kör bir gidişte inat ve ısrar etmesi mümkün değildir.

Amerika ve İsrail gibi 'tarihsiz' devletlerin izlediği politikaya ilişkin, bu politikaları etkilemek ve değiştirmek üzere, bölgede derin tarihi ve tarihi bilgisi bulunan Türkiye'ye 'tarihi rol' düşüyor.

Yarın, devam edeceğiz...


10 Nisan 2002
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED