|
|
Millet-devlet inatlaşması
Halk içindeki itibarı görüldükçe, kulaklara fısıldanıp duruyor: Tayyip Erdoğan'ın önünü kesecekler. Ama 312'den mahkûm edilen Hasan Celâl Güzel için, Yargıtay Başsavcılığı'nın Anayasa Mahkemesi'ne müracaatı, beklenmedik bir sonuç verdi: "Güzel siyaset yapabilir" Güzel siyaset yapabilir, bir partiye üye olabilirse, Erdoğan'a da aynı haklar tanınmalıydı. Hasan Celâl Güzel'e yeşil ışık yakılmasıyla birlikte, Tayyip Erdoğan AK Partiyi kurdu ve Genel Başkan seçildi.
12 Eylül mevzuatı
Siyasi Partiler Kanunu ve Milletvekili Seçimi Kanunu, 12 Eylül döneminde yazılmıştı. Her iki kanunun 11'inci maddesinde, 312'den mahkûm olanlar yasak kapsamına alınmıştı. Üstelik Milletvekili Seçimi Kanunu'nda –Siyasi Partiler Kanunu'ndan farklı olarak– "312'nci maddeden mahkûmiyet halinde, af çıksa dahi, yasağın sürmesi" öngörülmüştü. Siyasi Partiler Kanunu ise, kuruculara, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olma şartını getiriyordu. Bu durumda Tayyip Erdoğan kurucu da olamayacaktı. Çünkü 312'den mahkûmiyeti dolayısıyla milletvekili seçilme yeterliliğine sahip değildi.
İddialar bu şekildeydi; buna mukabil, Erdoğan ve arkadaşları, "Cezanın ertelenmesi, bu cezadan doğan diğer kısıtlamaların da ertelenmesi anlamına gelir. Bu istikamette Danıştay kararları vardır" tezini ileri sürüyorlardı. Konu, Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu tarafından Anayasa Mahkemesi'ne taşındı. Anayasa Mahkemesi, iki ay önce, Erdoğan'ın kurucu genel başkanlık yapamayacağını karara bağladı. Kurucu Genel Başkan olamazdı ama, siyasi partilere üye olabilir, dolayısıyla kuruculuk vasfını taşımadan gene Genel Başkan seçilebilirdi.
312 değişikliği
Bu arada Türk Ceza Kanunu'nun 312'nci maddesi değişti. Mahkûmiyet için, –kamu düzeni açısından tehlike yaratacak bir şekilde– halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek, suç sayıldı. Halbuki, değişikliği takiben, suçun aslî unsuru haline getirilen "kamu düzeni açısından tehlike yaratma şartı", önceden, sadece ağırlaştırıcı sebebti ve bu şart gerçekleşmeden de mahkûmiyet verilebiliyordu. Nitekim Tayyip Erdoğan'ın cezaya çarptırılmasında, ağırlaştırıcı sebebler uygulanmadı. Dolayısıyla, 312'nin yeni şeklinden yararlanmasının önünde bir engel yok. Çünkü Türk Ceza Kanunu'nun 2'nci maddesine göre, müspet düzenlemeler geriye doğru işliyor. Zaten bu yüzden, –sırf Erdoğan'ın yolu tıkalı kalsın diye– uzun bir süre, 312'nci maddede demokratikleşme istimaketinde adım atılamadı. Ve ancak, Erdoğan'ın aktif siyaset yapmasına mâni bir hal bulunmadığı ortaya çıkınca, (Hasan Celâl Güzel kararından sonra) 312'nci maddenin yeniden düzenlenmesi, iktidar partileri tarafından kabul edildi. Kısacası, 312'nci madde değişikliğinden sonra, Siyasi Partiler Yasası ve Milletvekili Yasası'ndaki kısıtlamalar devam etse bile, Tayyip Erdoğan milletvekili seçilebilecek. Mahkemenin, siyasi hakkını iade edip etmeme gibi bir takdir yetkisi yok. Çünkü 312'nci maddenin değiştirilmesi ve önceki mahkûmiyetinde, ağırlaştırıcı bir sebebe dayanılmaması, Erdoğan'ın kısıtlılık halini, tartışmasız sona erdirecek.
Siyasi yasak
Kaldı ki, Avrupa Birliği deniliyor; hak ve özgürlüklerden söz ediliyor. İnfazla birlikte 4 ay hapis yatıyorsunuz, ama bir ömür –memnu haklarınız iade edilmezse– siyasi yasaklı olarak kalıyorsunuz. Yüz kızartıcı bir suçtan dolayı mahkûmiyetiniz yok; hırsız arsız değilsiniz; adam öldürmemişsiniz; teröre bulaşmamışsınız. Sadece düşüncenizi ifade etmişsiniz. 3 kelime konuşup bir şiir okuduğunuz için, –kamu düzeni açısından bir tehlike yaratılmamış olmasına rağmen– af'edilseniz dahi (ceza ertelense bile) milletvekili seçilemeyeceksiniz. 312'nci madde değişikliğinden sonra, konunun, Tayyip Erdoğan ile ilgisi kalmadı. Çünkü o artık milletvekili seçilebilecek. Ama böyle kazalar başkalarının da her an başına gelebilir. Yasak, 12 Eylül döneminde, Siyasi Partiler Kanunu'na ve Milletvekili Seçimi Kanunu'na ilâve edilmiştir. (Evvelce 312'nci maddeden mahkûmiyetin böyle bir sonucu yoktu) 12 Eylül hukukunu ayıklarken, "düşünce suçu"(!) işleyenlerin siyasi yasağa çarptırılmaları ayıbından da kurtulmak gerekmez mi?
İnatlaşma
Tayyip Erdoğan konusunda, devlet ile millet arasında bir inatlaşma var. Eğer millet, "Zaten iktidarı ona teslim etmezler" gibi, peşin bir yenilgi hissinden kendini kurtarır, bu soygun ve vurgun düzeninin değişmesi için oyunu kullanırsa, halkın iradesinin önüne geçilemeyeceğini anlayacaktır. Tayyip Erdoğan İstanbul'da Belediye Başkanlığı yaptı. Kimsede İstanbul Belediyesi soyuluyor diye vicdanî bir kanaat oluşmadı. Aksine, vatandaş, hizmetlerinden memnun kaldı ki, o tarihte RP'nin İstanbul'daki oyları yüksek oranlara doğru tırmandı. Şimdi Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Tayyip Erdoğan hakkındaki iddiaları tazeleyerek, yeniden vizyona sokuyor.
Danıştay kararı
Söz konusu iddialar, Danıştay 2'nci Dairesi'nin önüne gelmişti. Kanuna göre memuriyetle ilgili suçların yargılanması için, İçişleri Bakanı'ndan izin gerekmektedir. Bakan izin verince, Erdoğan'ın vekilleri, bu kararın iptâli için Danıştay'a dava açtılar. Danıştay 2'nci Dairesi, çete suçunun oluşmadığı görüşünü ileri sürerken, Tayyip Erdoğan'ın görevi ihmal ile suistimal suçlarından da (TCK 230-240) yargılanmasına izin vermedi. Meselenin esasına giren mahkeme, AK Parti Genel Başkanı'nı "suçsuz ilân etti." Aslında sadece Erdoğan değil, diğer suçlananlar hakkındaki iddiaları da dayanaktan yoksun buldu: "Albayrak isimli şirkete haksız ve usulsüz olarak para aktarıldığı ve bu şirket ile adı geçen Belediye Başkanları (Recep Tayyip Erdoğan ve Ali Müfit Gürtuna) arasında özel çıkar ilişkisi kurulduğu saptanmamıştır. Buna göre, ileri sürülen iddiaların gerçekleşmediği ve Yargıtay İçtihatlarında öngörülen ölçütler de gözönüne alındığında adı geçenlere atılan TCK'nın 313'üncü maddesinde anlamını bulan cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak suçunun maddi unsurlarının olayda oluşmadığı sonucuna varılmıştır."
Danıştay Tayyip Erdoğan'ın yargılanmasının önünü kesti, fakat Türk adaletinde, çare tükenmez. Sabih Kanadoğlu, Danıştay'ın, sadece memuriyet göreviyle ilgili suçlarda (görevi ihmal veya suistimal) devreye girebileceğini, çeteye ilişkin iddiaları incelemeye yetkisinin olmadığını belirterek, dava dosyasını İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı'na gönderdi. Üstelik Danıştay'ı "yetkisini aştığı, konunun esasına girdiği" gerekçesiyle eleştiri bombardımanına tuttu. Oysa Danıştay, yetkili olup olmadığını belirlemek için, çete suçunun (TCK madde 313) işlenip işlenmediğine bakmak zorundaydı. Danıştay, "Burada çetenin unsurları yok" demiş, iddiaları mesnetsiz bulmuştur. Şimdi dosya İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı'nın önünde. Çünkü çete suçları DGM kapsamından çıkarıldı ve ağır cezalık oldu.
Psikolojik harekât
İşin hukuki vechesi, yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi. Özetle: Tayyip Erdoğan'ın önünde, 312'nci madde değişikliğinden sonra, hiçbir siyasi engel kalmadı. Bu defa, çeteden yargılanıp, mevcut olmayan 1 milyar doları, politikadaki geleceği için topladığı iddiasıyla, onu mahkûm etmeye çalışıyorlar. Danıştay'ın, yargılanmasına izin vermemesine (bir anlamda takipsizlik kararına rağmen) illâ, onu mahkeme önüne çıkaracaklar, yıpratmaya çalışacaklar. Bu dava buram buram siyaset kokuyor. Hele Hürriyet'in, haberi iri puntolarla vererek büyütmesi, bu gazetenin "28 Şubat'ı silâhsız kuvvetler başardı" manşeti hatırlandığında, pek hayra alâmet de değil. Bakalım devlet ile milletin arasındaki bu inatlaşmada, medya karteli ve menfaat odakları tarafından beslenerek Erdoğan'a karşı psikolojik harekât yürütenler mi kazançlı çıkacak, yoksa milletin dediği mi olacak? Sahi, Kanadoğlu, "Erdoğan çetesi" yerine, bir zamanlar Borsa'da manipülasyon yapan, hisseleri bir yükseltip bir düşüren 18 ailenin peşine düşse ya. Hiç şüpheniz olmasın. Bir düzen değişikliği Türkiye'de ancak bu kişilerin yakasına yapışılırsa gerçekleşebilir. Zaten o yüzden çok korkuyorlar. İktidar değişikliğinden sonra, Ali Balkaner'in kaybolan ifadesi de belki bulunacaktır.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |