T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kof "Batılılaşma İdeolojisi" Türkiye'yi Bitiriyor!

Yazının başlığına bakıp da, benim kör-kütük Batı karşıtı biri olduğumu vehmetmeyin. Batı kültürünü, Batı düşüncesini, Batı tarihini iyi bilen; Minos'lardan Mikenlere, Antik Yunan'dan eski Roma'ya, Avrupa çağlarına ve "yeni Roma ABD"ye kadar süregelen Batı kültür, düşünce, sanat ve medeniyet tarihini özümsemiş, bu konularda üniversite içinde ve dışında dersler veren biriyim.

Ancak Türkiye'de Batı kültürünün dayandığı temel dinamikler, Batı medeniyetinin geçirdiği tarihsel evreler, yaşadığı dalgalanmalar / seyrüseferler konusunda yeterli donanıma, zihinsel berraklığa sahip bir elitler ve aydınlar sınıfı olmadığını görüyorum. Aynı şey, kendi tarihsel serüvenimiz, deneyimlerimiz ve dinamiklerimiz konusunda da geçerli. Üstüne üstlük bu ülkede elitlerin de, "aydın"ların da, bunların yetiştiği üniversitelerin de kendi kültür, düşünce ve medeniyet tecrübemiz, birikimimiz konusunda son derece cahil, hatta zır cahil ve dolayısıyla kompleksli ve yetersiz olduklarını gözlemliyoruz. Yani kendi iç dinamiklerine, kendi tarihsel / kültürel ben'ine de; dışarıya, dış dünyaya / Batı'ya da kapatılan, yabancı ve o yüzden yabanıl ve zihinsizleştirilmiş bir entelijensiya hükümferma Türkiye'de.

Bu entelijensiya'nın varlık nedeni, ne olduğunu asla anlayamadıkları, ne olduğuna karar veremedikleri içi boş / retorikten ibaret bir Batılılaşma ideolojisi.

Bir yandan, kendi dinamiklerini bilmeyen, üstüne üstlük kendi dinamiklerini, tarihsel / kültürel derinliğini "nefret edilecek bir şey" olarak algılayan; öte yandansa Batı düşüncesini, kültürünü ve tarihini de anlamaktan uzak ama kör kütük bir Batılılaşma ideolojisine delicesine sarılmaya çalışan; kendi toplumuna ve içinde yaşadığı ülkeye artık Batı'da bile çoktan tarihin çöpsepetini boylamış kaba, pozitivist ve oryantalist gözlüklerle bakan, zamanını şaşırmış, ontolojik güvensizlik duygusu ve aşağılık kompleksi yaşayan, tastamam patolojik vakalara dönüşmüş, ilkel bir entelijensiya var karşımızda. Zihinsel melekeleri sıfırlanmış, entelektüel yetileri sakatlanmış, bakışı şaşılaşmış bu hilkat garibelerinin dünyada olup bitenleri anlayabilmesi ve algılayabilmesi de; Türkiye'nin imkanlarını, dinamiklerini kavrayabilmesi de imkânsız hale gelmiştir.

Artık Batı'da bile karşılığı olmayan koflaşmış bir Batılılaşma ideolojisi ile Türkiye'nin önünde takoz gibi duran, hastalıklı, dünyada nesli tükenmiş ve Türkiye'yi her an hem perişan eden, hem de Türkiye'nin imkanlarını su gibi harcayan tuhaf bir entelijansiya geleceğimize karar verme konumunda bugün. Bu ilkel entelijensiya'nın bu haliyle bu dünyada varlığını daha fazla sürdüremeyeceğini, dünyada olup bitenleri izleyebilen herkes kolaylıkla görebilir. Ama bu "patolojik vakalar", Türkiye'de güç ve çıkar odaklarını ellerinde bulunduruyorlar. Bu insanların tek derdi, ellerindeki güç ve çıkar araçlarının kontrollerinden çıkmamasını sağlamak. Toplumu, ülkeyi, ülkenin geleceğini değil, yalnızca kendi geleceklerini düşünüyor bu insanlar.

Burada sadece belli bir kesimden sözetmiyorum. Türkiye'de güç ve çıkar araçlarını ellerinde bulunduran bütün kesimlerden sözediyorum. Türkiye'de güç ve çıkar araçlarını ellerinde bulunduran ve şu an birbirinden farklı ideolojik yönelimlere sahipmiş görünen bu insanların tümünün ortak paydası, Batılılaşma ideolojisi veya artık din haline getirilen ve dünyada eşi-benzeri olmayan sekülerizm anlayışı.

Bu insanların bir kısmı AB'ye şiddetle karşı çıkıyor; bir kısmı da, şiddetle ve hararetle AB'nin yanında yer alıyor. Şaşırtıcı ama gerçek!

Evet, AB konusunda iki zıt kutbu temsil eden bu iki kesimin de kalkış noktaları aynı: Batılılaşma ideolojisi. AB'den yana olanlar bunu şöyle dillendiriyorlar: "Türkiye, Batılılaşma idealini ancak AB'ye girerek gerçekleştirebilir."

AB'ye karşı olan güç ve çıkar odaklarının kalkış noktası da Batılılaşma ideolojisi. Bunlar da AB karşıtlıklarını şu tür cümlelerle açıklıyorlar: "Türkiye, Cumhuriyet'le birlikte Batılılaşma'ya karar vermiş bir ülke. Bu kararımızdan vazgeçmemiz mümkün değil. Fakat..." "Evet fakat, ne?" diye sorduğunuzda, aldığınız cevap şöyle oluyor: "Fakat AB, Türkiye'nin aleyhine olacak bir takım projeler dayatıyor bize. O yüzden AB'ye karşı kuşkuluyuz". Burada müthiş bir çelişki var: Bugüne kadar "Türkiye'nin Batılılaşması, Avrupalılaşmasından geçer" diyenler bu insanlardı. Şimdi kalkıp hem Türkiye'nin Batılılaşma idealinden vazgeçemeyeceğini, hem de AB'nin Türkiye'ye zararlı olacağını söylemek, nasıl bir zihin yapısının ürünüdür anlamak mümkün değil, doğrusu.

Görüldüğü gibi Türk entelijansiyasının kafası allak bullak olmuş durumda. Türkiye'nin AB konusunda sağlıklı bir yol, yöntem, politika ve strateji geliştirebilmesi, bu patolojik (hastalıklı) kafayla mümkün değil.

Türkiye, her şeyden önce, önceliğini Batılılaşma olarak koyma hastalığından vazgeçmek zorunda. Türkiye'nin sorunu Batılılaşmak değil, çağdaşlaşmaktır. Çağdaşlaşmak, Batılılaşmak demek değildir. Çağdaşlaşmak, ekonomik, siyasi ve kültürel bakımlardan güçlenmek ve dolayısıyla Türkiye'nin yeniden bölgesel bir güç haline gelmesi demektir.

Türkiye'nin çağdaşlaşmasının Batılılaşmaktan geçtiği masalını hâlâ makul ve vazgeçilmez bir gerçekmiş, bir idealmiş gibi dayatanlar, Batılılaşmanın artık bir "saldırganlık", "Batı'ya teslim bayrağı çekmek" demek olduğunu, bunun Batılılar tarafından bile savunulmadığını; Batılıların hegemonyalarını küreselleşme, karşılıklı bağımlılık gibi daha örtük, daha sofistike, daha iki yüzlü kavramlarla sürdürmeye çalıştıklarını kavramaktan aciz, entelektüel melekeleri hadım olmuş, zamanını şaşırmış, zamanın dışına düşmüş tuhaf kişilerdir.

O halde Türkiye'nin AB konusunda da, ABD ile ilişkiler konusunda da başvurabileceği en rasyonel kalkış noktası şu olmalıdır: Türkiye, çağdaşlaşmak zorundadır. Türkiye'nin çağdaşlaşması, dolayısıyla bölgesinde yeniden güçlü bir aktör haline gelebilmesi, kendine özgü iddia, söz, proje ve stratejiler geliştirebilmesinden geçer. Bu da şu demektir: Türkiye, hem kendi kültürel ve tarihsel derinliğini ve dinamiklerini harekete geçirebilmenin yollarını keşfetmek, hem de dışarda çok seçenekli, çok boyutlu dış politika stratejileri geliştirebilmenin yollarını araştırmak zorundadır.

Aksi takdirde Türkiye'de sadece belli güç ve çıkar odaklarının çıkarlarının korunması için başvurulan yegane yol olan içi boş, koflaşmış, hiç bir teorik ve pratik değeri ve karşılığı olmayan Batılılaşma ideolojisi'nin Türkiye'nin imkânlarını, dinamiklerini ve enerjisini su gibi harcamasını, kısacası Türkiye'yi bitirmesini önleyebilmek imkânsızlaşabilir.


18 Mart 2002
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED