T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R

Çanakkale Savaşı'nı romanlarda yaşatanlar

Çanakkale Savaşı, dünya tarihinin insani boyutları en dramatik ve aynı zamanda en insani olan savaşıydı. Ancak saray entrikalarına ve harem fantazilerine takılan yerli yazarlarımız, nedense bu savaşı görmezden gelmeyi tercih etti.

Dünya dengelerini sarsan sonuçlarıyla, savaşın göz dolduran muhataplarıyla, yüzbinlerce genç insanın ölmesine neden olan yıkımıyla, üzerinden 87 yıl geçmesine rağmen, Çanakkale Savaşı'nın üzerindeki sis perdesi tam anlamıyla aralanamadı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kaderini belirleyen bu savaş, göğüs kabartan bir "zafer" olduğu kadar aynı zamanda bir imparatorluğun tüm birikiminin toprağa gömülmesi anlamına geliyordu. Zira Çanakkale Savaşı, Osmanlı aydının ve iyi eğitimli binlerce Osmanlı gencinin topluca can vermesi anlamına geliyordu. Dünya tarihini etkileyen sonuçlarına rağmen bu savaşın yazarlarımızın gözünden kaçması ise oldukça düşündürücü. Çanakkale Savaşı'nın edebiyatımıza yeterince yansımayışının nedenlerini ve bu savaşı konu alan tarihi romanların taşıması gereken özellikleri, konu üzerine roman yazan üç yazarımıza sorduk.

Tarihi roman resmi tarihi aşmalı

Geçtiğimiz sene Remzi Yayınları'ndan çıkan son romanı "Gelibolu" ile ses getiren Buket Uzuner, tarihimizdeki büyük savaşların önümüzdeki yıllarda edebi sahada dağerlendirileceğinden emin: "Tarihimiz savaşlar ve neredeyse her aileden verilmiş şehitlerle dolu. O kadar ki, o zor yılları bizzat yaşayan veya yaşamış birinden dinlemiş kuşaklar acı ve yoksulluk dolu o günlerin ağırlığıyla ezilerek, kendilerini farklı alanlara yönlendirdiler. Bu oldukça doğaldır. Ateş söndükten sonra ateş hakkında yazmak daha sağlıklıdır. Şimdi artık 87 yıl sonra benim kuşağım ve sonrakiler bunları (Sarıkamış dahil) yazmaya başladık, yazacağız." Romanı yayımlanalı 6 ay olmasına rağmen kendisine hâlâ yüzlerce e-posta geldiğini söyleyen Uzuner, roman ve diğer sanat ürünlerinin resmi tarihi aşmak zorunluluğu olduğunu, aksi takdirde ortaya çıkan ürünün propoganda metni olma tehlikesi taşıdığını belirtiyor: "Kaynak konusunda çok zorlandım. Yabancı kaynak çok boldu ama yerli kaynaklarımız hem azdı, hem de Osmanlıcaydı, varolanlar da dönemin ahlaki yapısı açısından çok kapalı, içe dönük metinlerdi. Osmanlıca'nın liselerimize yabancı dil olarak konmasının önemi burada iyice ortaya çıktı."

Birçok ayrıntıyı inceledim

Uzuner, romanı yazarken izlediği yöntemleri ise şöyle açıklıyor: "Gelibolu romanında efsane, söylenti veya gerçekten hiç olmayacak kadar uzak birçok tarihi ayrıntıyı tek tek ele aldım ve antitezlerini bazan ironik, bazan da dramatik olarak işledim. Bunlar yalnızca bize ait tezler değildi. Ama asıl zor olan, büyük bir Türk gazisinin aslında bir düşman askeri olduğu gibi çarpıcı bir iddianın peşinden giderek, roman boyunca okura tarih konusunda sorular sordurtmayı amaçlamaktı." Cumhuriyet döneminde, Çanakkale Savaşı'nı konu alan roman yazan ilk yazarlar arasında bulunan Mustafa Necati Sepetçioğlu, Çanakkale Savaşı'nın Türkiye'nin kaderini belirleyen tarihi bir dönüm noktası olduğu kanaatinde. İrfan Yayınları'ndan çıkan "Ve Çankakkale 1 Geldiler" adlı romanının yaklaşık 30 yıldır Türk okuruna ulaştığını ve okurlarından hep olumlu tepkiler aldığını söyleyen Sepetçioğlu, Batı'da Çanakkale Savaşı üzerine yazılan kitapların Türkiye'de yazılanlardan çok daha fazla olduğunu kaydediyor. Türkiye'deki yazarların pek çoğunun Batılı yazarlara öykündüğünü söyleyen Sepetçioğlu, bizde Çanakkale Savaşı'nı konu alan fazla roman yazılmamasının sebebini, Türk yazarların kendi tarihinden utanmasına bağlıyor.

Savaşı yazmak yıllarımı aldı

Ötüken Yayınları'ndan çıkan "Çanakkale Mahşeri" adlı romanıyla dikkat çeken Mehmet Niyazi Özdemir, "Çanakkale'yi müttefikler geçebilseydi daha savaşın başında Osmanlı saf dışı kalırdı." diyerek, bu savaşın tarihimizdeki önemini belirtiyor. Özdemir, bizde Çanakkale Savaşı üzerine fazla roman yazılamamasının nedenini, romancılarımızda araştırmaya yönelik çalışkanlığın bulunmamasına bağlıyor: "Tarihi romanın okunması, güncelliğini devam ettirmesi gerçeklere dayalı yazılmasına bağlıdır. Bir savaşı, hele Çanakkale gibi ondört ay altı gün sürenini derinliğine inceleyip yazmak insanın yıllarını alır. Bizde yıllarca bir romanın üzerinde çalışabilen var mı? Onun için bu konu ile ilgili pek roman yazılamadı. Yazılanlar da inandırıcı bulunmadıklarından ses getirmediler; unutulup gittiler." Çanakkale Mahşeri'ni yazmadan önce titiz bir çalışma yaptığını söyleyen Özdemir, resmi tarihin kendisi için sadece okulların müfredat programı anlamına geldiğini ancak tarihi bir konuya eğilirken diğer kaynaklar dışında resmi tarihte yer alan verilerden de yararlandığını kaydediyor: "Olayların gerçek olarak tespiti benim için çok zor oldu; yıllarımı aldı. Zira bizde Çanakkale Savaşı denince resmi tarihin yazdıkları akla gelir. Onlar da her fırsatta tekrarlandığından kimsenin ilgisini çekmez. Onların üzerine bina edilen romanı da propaganda oltasına takılanlardan başka kimse eline almaz. Eline alan da on sayfa sonra atar."

Roman gerçeği mi, gerçeğin romanı mı?

Mehmet Niyazi, "Tarihi roman gerçeklere bağlı kalmadan, roman gerçekliğiyle yazılamaz. Yoksa isteyen kalemi eline alır, kimseye hakaret etmeden istediğini yazar. Ortaya çıkan eser, propagandayla ya da zorlamayla da okunur; ama sonra bir kenarda unutulur. Biz kütüphanelerin soğuk sandalyelerinde, arşivlerin küflü dehlizlerinde yıllarımızı geçirmeyi göze alamadığımız için 'roman gerçeği' safsatasına sığınıyoruz. Roman gerçeği tarihi olmayan konularda sözkonusu edilebilir. Ben Çanakkale Savaşını anlatan bir roman okumak istiyorsam, o havayı teneffüs etmek ihtiyacını duyduğum için istiyorumdur. O hava yerine beni oksijen çadırına sokanlar, beni aldatıyorlardır." diyerek tarihi romana bakış açısını özetlerken Buket Uzuner, romanın bir kurgu sanatı olduğunu, kimi zaman modern zamanları, kimi zaman tarihi bir dönemi, kimi zaman da gelecekte bir yüzyılı kendine mekan edindiğini söylüyor. Uzuner'e göre önemli olan zaman dilimleri değil, romancının neyi nasıl anlattığı: "Romanları konunun geçtigi zaman dilimine göre sınıflamak belki kütüphanecilerin işidir, okur ve yazarın romanları başka kriterlere göre okumaları ve yazmaları gerekir."

İNSANCA SAVAŞTILAR

Bir tarafta aç, sefil ve onurlu Osmanlı askerleri, bir tarafta dönemin emperyalist Batılı güçlerinin binlerce kilometre uzaklıktan getirttiği ve ne uğrana savaşacağını bilmeyen ANZAK'lar. Haritadaki yerini bile bilmedikleri bir ülkenin askerleriyle, "daha zengin bir Avrupa hayali" kuranların emeli uğruna çarpışan ANZAK'lar ne kadar çaresizse, aydın hassasiyetiyle ülkesine kurtarmak için cepheye koşan Türk askeri de o kadar çaresizdi bu savaşta. Ve Çanakkale yeryüzünün tanık olduğu en dehşetengiz savaş olduğu kadar, muhataplarının sergilediği duruşla, insani değerler çerçevesinde savaşmayı insanlığa gösteren bir savaştı. Yaşadığımız yüzyılda naklen izlediğimiz vahşetin kol gezdiği savaşlar, Çanakkale'nin ne denli büyük bir savaş olduğunu bir kez daha gösteriyor.

 
Maximum ve Minimum Din
Abdulkerim Suruş'un İslamî Metodolojiye dair söylemi, Fecr Yayınevi tarafından dilimize kazandırıldı. Mevcut yönetim tarafından bazı düşünceleri aşırı bulunduğu için İran'ı terkeden Süruş, İran'ın son dönemde yetiştirdiği en ciddi düşünürlerin başında gelmektedir. İslamî düşünce alanındaki birikimi ve batı düşüncesine olan vukufiyeti, kılı kırk yaran tahlil ve yorum gücünün önüne derin bir ufuk sunmaktadır. Kendi deyimiyle İslam düşüncesine dışarıdan bakmaya çalışan bir aydın profilinin iyi bir örneğini bu eserle ortaya koyan Suruş, mollaların çok ucuza harcadığı bir değer olarak gözükmektedir. Eser, son dönemin en çarpıcı konularını içeren makalelerden oluşmaktadır. Bu yönüyle çalışma, okuyucunun hem daha fazla soruna çözüm bulmasına yardımcı oluyor hem de keçi boynuzu yemekten kurtarıyor. 1- İlk makale "Gelişmişlik ve Kültür arasında"ki ilişkiyi irdeliyor. 2- "Minimum ve Maksimum Din"de vahyin her konuda minimum bilgi vererek insanın yetki ve sorumluluğunu kullanmasına dönük önemli bir alan bıraktığını açıklığa kavuşturuyor. 3- "İllet ve Delil" bağlamında Despoltik bilim ve siyasetin illete dayandığını ama gerçekçi bir din, siyaset ve bilimin delile dayandığını, hem din hem de batı bilimi açısından temellendirmeye çalışıyor. 4- "Dini çoğulculuğa dair söyleşi" çoğulculuğu akla uygunluk, gerçeklik ve hidayet bağlamında bir temele oturtmaya çalışıyor. 5- "Bir metod olarak özgürlük"te özgürlüğe bir ilke, bir hak olmasının yanında bir metod olarak yaklaşıyor ve sonuçlarını gösteriyor. 6- Son olarak "Demokrasinin Kültürel Temelleri" başlıklı kısa makalede, demokrasinin diğer kavram ve kurumlarla ilişkisi ele alınıyor. Fecr Yayınları / Tel: 0 312 310 08 60
18 Mart 2002
Pazartesi
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED