|
|
Sadece biri bizim
Siyasi hayatınızın özellikle son bölümü müthiş bir tempo içinde geçti. ANAP'tan ayrıldınız, 28 Şubat'a tavır koydunuz, FP'li oldunuz şimdi de bağımsızsınız. 55. hükümetin kuruluş tarzı ve hükümet etme biçimi beni ANAP'-tan uzaklaştırdı. Bu politikaları eleştirdiğim ve grup kararına uymadığım için beni ANAP'tan ihraç ettiler. O sırada RP kapatılmıştı ve Fazilet de yeni şartlara uygun ve yaşanan tecrübelerden ders çıkararak siyaset yapacağını söylüyordu. Beni davet ettiler. Bir süre böyle gitti ama sonra herkes aslına rücu etti. Şu anda AK Parti'de olan birçok arkadaşımızla biraraya gelerek devletle kavga eden bu tarz siyasetin gitmeyeceğini söyledik. Türkiye şartlarına uygun reel politik bir siyasetin benimsenmesi için mücadeleye başladık. O sırada Fazilet de kapatılma sürecine girmişti. Kongreyi Abdullah Gül kazansa yine kapatılır mıydı parti? Kazanmış olsaydı kapatılmayacağı gibi bir beklentimiz vardı. Çünkü biz, o noktada Türkiye şartlarını daha iyi okuduğumuzu ve daha iyi bir politika takip edebileceğimizi düşünüyorduk. Belki zaman bizi haklı çıkarabilirdi. Çünkü o kongreden sonra Erbakan'ın partiye müdahalesine ilişkin bir dava daha açıldı. Kongreyi kazanma uğruna devletin gözüne parmak sokarak siyaset yapmaya çalıştı bazı arkadaşlarımız. Sizin de içinde bulunduğunuz yenilikçi kanat bu yaklaşımdan hareketle mi doğru? Biz, "parti kapatılır ve önemli sayıda milletvekili bağımsız kalırsa" ne olur diye düşünmeye başladık. Ya, Sayın Erbakan hocamızın dediği tarzda bir siyaset yapacaktık. Ona çok saygı duymakla beraber bu tarz siyasete parti içinde de karşı çıkmıştık. Yeni şartlara uygun yeni bir siyaset üslubu geliştirmeliydik. "Bütün Türkiye'yi olabildiğince kucaklayacak bir kitle partisi kurmamız lazım" dedik. DP gibi AP gibi, bir kısım eksiklikleri giderilmiş 83 şartlarındaki ANAP gibi... Bunda bütün arkadaşlar mutabık kaldı. Kimlerdi bu arkadaşlar? 40'a yakın milletvekili vardı ama 8 kişilik bir fiili bir başkanlık divanı oluşturuldu. Tayyip Bey, Abdullah Bey, Abdüllatif Bey, bazen Bülent Bey, Melih Bey, ben, Abdülkadir Aksu ve İsmail Kahraman. Her hafta toplanıp tartışıyorduk. Ama siz ve bazı arkadaşlarınız orada yok. Niye, yakın ilişki içinde olduğunuz arkadaşlarınızın kurduğu partide yoksunuz? AK Parti, sizi açmadı mı? Herkesin gerekçesi farklı olabilir. Benim Türkiye'de siyasetin olması gerekenleriyle ilgili bazı iddialarım var. Bunlar belli ölçüde kabul edildi ama buna uygun bir kadrolaşma kurulamadı. Nitekim hâlâ en önemli sıkıntı da bu gözüküyor. Olsun, kervan yolda dizilir diyemez miydiniz? Şimdi arkadaşlarımız daha farklı düşündüler. Ben de şöyle düşündüm. Bir, oturur konuşursunuz çoğunluk karar verir, siz de ona uyarsınız. İki, "madem siz böyle düşünüyorsunuz ben böyle, o zaman ben sizin işinize mani olmayayım" tarzıdır. Üçüncüsü de... "Siz böyle düşünüyorsunuz, ben sizden farklı düşünüyorum ve sizinle aynı sorumluluğu taşımak zor olacak. Allah işinizi rast getirsin" deyip kenara çekilmek ve siyaseti ya yapmamak ya da başka şekilde yapmak. 28 Şubat şartları devam ediyor, gerçekçi olmamız lazım. Şimdi benim tesbitlerimin haklı olduğunu bu hareketin içindeki pekçok arkadaş da -eğer bir iltifat değilse- bana söylüyorlar. "Haklı çıktın" diyorlar. Bu arkadaşlarımızın kurduğu partinin kuruluşu üzerinden 8 ay geçti.Ve bu partinin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. Benim işte bütün bunların olmaması için bazı öngörülerim vardı. Söyler misiniz, nedir bunlar? Ne yapılsaydı Tayyip Bey'in başına bunlar gelmezdi? Ben sadece Tayyip Erdoğan için söylemedim. Zaman aşımına uğramış birtakım kasetlerin bugün ortaya çıkarılması demokratik düzende anlayışla kabul edilebilecek iş midir. Bu belden aşağı vurmaktır ve ben de bu belden aşağı vurmaların olabileceğini evvelden söylemiştim. Burası Türkiye, Çarşamba'dan sonra Perşembe geliyor. Bunu ezberledik artık. Türkiye'de siyasete müdahale eden unsurlar var, belki de en az siyaseti partiler yapıyor. Halkın AK Parti'ye desteği sizi tekzip etmiyor mu ? Bir ayrılık noktamız da bu. Türkiye'de, siyaset sadece vatandaştan oy alınmakla yapılmıyor ki. Sistem DYP, Saadet ve AK Parti'yi yok sayıyor. Sistem bunlara Hazine'den yardım yapıyor ve kanuni kabul ediyor ama öbür taraftan bunları iktidar yapmıyor. Siz Pazar günü seçimi kazansanız ve iktidara gelseniz bile, devlet Pazartesi sabahı size göre dizayn edilmiyor ki. Orada birçok atanmış var ve onlar görevlerini sürdürecekler. Ne yapılacak yani sistemin dümen suyuna mı girilecek? Hayır öyle değil. Sadece resmi doğru okumak lazım. İşler demokrasi teorisinde olduğu gibi değil. Bizim demokrasimiz şeker hastası. Herşeyi yiyemiyor, herşeyi içemiyor. Siyasetçi de her istediğini yapabilme imkanına sahip değil. Anayasa'nın 6.maddesini iyi okumak lazım. Burada, hakimiyetin yetkili organlar eliyle kullanılacağı söyleniyor. Doğruluğunu yanlışlığını tartışmak bir yana, reelpolitik bu. Şunu kesin kabul etmemiz lazım.. Kesin! Üç anahtar var. Biri seçilmişlerde, biri atanmışlarda biri de yarı seçilmiş yarı atanmışlardan oluşan kurullarda. Diğer iki anahtarın sahiplerini yok farzederek yol alamazsınız... Sürekli olarak, "devletle kavga olmaz" diyorsunuz. Bu, siyasetin fonksiyonunu zayıflatmak değil mi? Devleti dönüştürmek ve yenileme talebi kavga mıdır? Sizin söylediğiniz teoriyle ilgili, ben tatbikatı söylüyorum. Mesela, FP'nin son seçimlerde başörtüsü sorunu kangrene dönüşmüşken tutup da başörtülü milletvekili adayı göstermesi böyledir. Elbette başörtülülerin de aday olma hakkı vardır ama vakıa bu yüzden parti kapandığıdır. Bu uzlaşmayla çözülecek. İnsanlar bilecekler ki bunlar başörtülü ama rejimle bir kavgaları yok. AK Parti'de de kavga emaresi görüyor musunuz? Benim bilebildiğim AK Parti kavga etmek istemiyor. Ama sizin tek başınıza kavga etmemeniz yetmez. 10 sene sonra kasetler ortaya çıkıyorsa başka bir şey vardır. Adam size tokat atmaya niyetlenmiş... Siz yoksa bu tokattan pay almamak için mi geri durdunuz? Yok, ben kendi hesabıma herşeyi üstlenmeye hazırım. Benim çözümlerim bu noktada daha farklı. Konuyu kişiselleştirmek istemiyorum ama ortada Anayasa'dan, Seçim Kanunu'ndan, Siyasi Partiler Kanunu'ndan doğan zorluklar var. Bunları görmek lazım. İsim telaffuz etmek istemiyorum. Ama bu söylediğiniz zorlukların adresinde Tayyip Bey var... Tabiatıyla... Peki, kendisiyle bu konuları açık açık konuştunuz mu? Kabul etmek lazım, Tayyip Bey bir sembol isim. Hareketin motoru o, belirleyici olan da o. Siz ona fikrinizi söyleriniz, ondan sonra onun istediği gibi düşünen ve hareket eden arkadaşlar bir araya gelir siyasete devam edilir. Zannediyorum farklı düşündük bu konularda. Ben kendi değerlendirmemi yapıyorum, arkadaşlar da. Gelinen noktada, her beş kişiden birisi AK Parti'lidir. Bu da AK Parti'ye sorumluluk yüklüyor. Sadece AK Parti için değil, topyekün bir siyasi yenilenme için ne yapmalı? İdeolojik saplantıları bir tarafa bırakmak lazım. Vatandaşın önceliği ne ise siyasetin önceliği o olmalıdır. Yüzde 20 önemli ama, bu krizde niye yüzde 35- 40 olmuyor diye de kendinizi sorgulamanız lazım. İktidara talip bir parti için en önemli dönem ilk 100 gün ve ilk bir yıldır. Hangi partinin bu periyodlar için projesi var? Yapısı, kaynağı, modeli belli projeler lazım. Herkes yoksulluk diyor ama bunu önlemeye yönelik tek bir proje bile yok.
Özal'ın korktuğu nasıl başına geldi 1989'a gelirken başörtüsü meselesi yine gündemdeydi. O zaman herkes bizi, "292 milletvekilinizle çoğunluğunuz var niye bu konuda kanun çıkarmıyorsunuz" diye bizi sıkıştırıyordu. Her gittiğimiz yerde bizi sıkıştırdılar. Rahmetli Özal dedi ki, "Çocuklar bu kanun meselesi değil. Bu uzlaşmayla olur. Kanunu çıkarırsınız yarın bu Anayasa Mahkemesi'ne gidilir. Orada dediğiniz istikamette karar verilmezse de bir daha kanunla da değiştiremezsiniz bunu" dedi. Ama, milletin her yerde vekillere baskısı vardı, sonunda arka arkaya yasa çıktı ve olaylar maalesef Özal'ın dediği gibi gelişti.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv Bilişim| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |