T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J
Üç anahtar var...
Sadece biri bizim

Tatbikatta işler, demokrasi teorisindeki gibi yürümüyor. Bizim demokrasimiz şeker hastası, herşeyi yiyemiyor... Hakimiyet milletin elinde değil. Üç anahtar var ve biri seçilmişlerde, biri atanmışlarda ve biri de yarı seçilmiş yarı atanmışların elinde. Bunu görmeden atılacak her adımın sonunda tokat yemek var.

Siyasi hayatınızın özellikle son bölümü müthiş bir tempo içinde geçti. ANAP'tan ayrıldınız, 28 Şubat'a tavır koydunuz, FP'li oldunuz şimdi de bağımsızsınız.

55. hükümetin kuruluş tarzı ve hükümet etme biçimi beni ANAP'-tan uzaklaştırdı. Bu politikaları eleştirdiğim ve grup kararına uymadığım için beni ANAP'tan ihraç ettiler. O sırada RP kapatılmıştı ve Fazilet de yeni şartlara uygun ve yaşanan tecrübelerden ders çıkararak siyaset yapacağını söylüyordu. Beni davet ettiler. Bir süre böyle gitti ama sonra herkes aslına rücu etti. Şu anda AK Parti'de olan birçok arkadaşımızla biraraya gelerek devletle kavga eden bu tarz siyasetin gitmeyeceğini söyledik. Türkiye şartlarına uygun reel politik bir siyasetin benimsenmesi için mücadeleye başladık. O sırada Fazilet de kapatılma sürecine girmişti.

Kongreyi Abdullah Gül kazansa yine kapatılır mıydı parti?

Kazanmış olsaydı kapatılmayacağı gibi bir beklentimiz vardı. Çünkü biz, o noktada Türkiye şartlarını daha iyi okuduğumuzu ve daha iyi bir politika takip edebileceğimizi düşünüyorduk. Belki zaman bizi haklı çıkarabilirdi. Çünkü o kongreden sonra Erbakan'ın partiye müdahalesine ilişkin bir dava daha açıldı. Kongreyi kazanma uğruna devletin gözüne parmak sokarak siyaset yapmaya çalıştı bazı arkadaşlarımız.

Sizin de içinde bulunduğunuz yenilikçi kanat bu yaklaşımdan hareketle mi doğru?

Biz, "parti kapatılır ve önemli sayıda milletvekili bağımsız kalırsa" ne olur diye düşünmeye başladık. Ya, Sayın Erbakan hocamızın dediği tarzda bir siyaset yapacaktık. Ona çok saygı duymakla beraber bu tarz siyasete parti içinde de karşı çıkmıştık. Yeni şartlara uygun yeni bir siyaset üslubu geliştirmeliydik. "Bütün Türkiye'yi olabildiğince kucaklayacak bir kitle partisi kurmamız lazım" dedik. DP gibi AP gibi, bir kısım eksiklikleri giderilmiş 83 şartlarındaki ANAP gibi... Bunda bütün arkadaşlar mutabık kaldı.

Kimlerdi bu arkadaşlar?

40'a yakın milletvekili vardı ama 8 kişilik bir fiili bir başkanlık divanı oluşturuldu. Tayyip Bey, Abdullah Bey, Abdüllatif Bey, bazen Bülent Bey, Melih Bey, ben, Abdülkadir Aksu ve İsmail Kahraman. Her hafta toplanıp tartışıyorduk.

Ama siz ve bazı arkadaşlarınız orada yok. Niye, yakın ilişki içinde olduğunuz arkadaşlarınızın kurduğu partide yoksunuz? AK Parti, sizi açmadı mı?

Herkesin gerekçesi farklı olabilir. Benim Türkiye'de siyasetin olması gerekenleriyle ilgili bazı iddialarım var. Bunlar belli ölçüde kabul edildi ama buna uygun bir kadrolaşma kurulamadı. Nitekim hâlâ en önemli sıkıntı da bu gözüküyor.

Olsun, kervan yolda dizilir diyemez miydiniz?

Şimdi arkadaşlarımız daha farklı düşündüler. Ben de şöyle düşündüm. Bir, oturur konuşursunuz çoğunluk karar verir, siz de ona uyarsınız. İki, "madem siz böyle düşünüyorsunuz ben böyle, o zaman ben sizin işinize mani olmayayım" tarzıdır. Üçüncüsü de... "Siz böyle düşünüyorsunuz, ben sizden farklı düşünüyorum ve sizinle aynı sorumluluğu taşımak zor olacak. Allah işinizi rast getirsin" deyip kenara çekilmek ve siyaseti ya yapmamak ya da başka şekilde yapmak. 28 Şubat şartları devam ediyor, gerçekçi olmamız lazım. Şimdi benim tesbitlerimin haklı olduğunu bu hareketin içindeki pekçok arkadaş da -eğer bir iltifat değilse- bana söylüyorlar. "Haklı çıktın" diyorlar. Bu arkadaşlarımızın kurduğu partinin kuruluşu üzerinden 8 ay geçti.Ve bu partinin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. Benim işte bütün bunların olmaması için bazı öngörülerim vardı.

Söyler misiniz, nedir bunlar? Ne yapılsaydı Tayyip Bey'in başına bunlar gelmezdi?

Ben sadece Tayyip Erdoğan için söylemedim. Zaman aşımına uğramış birtakım kasetlerin bugün ortaya çıkarılması demokratik düzende anlayışla kabul edilebilecek iş midir. Bu belden aşağı vurmaktır ve ben de bu belden aşağı vurmaların olabileceğini evvelden söylemiştim. Burası Türkiye, Çarşamba'dan sonra Perşembe geliyor. Bunu ezberledik artık. Türkiye'de siyasete müdahale eden unsurlar var, belki de en az siyaseti partiler yapıyor.

Halkın AK Parti'ye desteği sizi tekzip etmiyor mu ?

Bir ayrılık noktamız da bu. Türkiye'de, siyaset sadece vatandaştan oy alınmakla yapılmıyor ki. Sistem DYP, Saadet ve AK Parti'yi yok sayıyor. Sistem bunlara Hazine'den yardım yapıyor ve kanuni kabul ediyor ama öbür taraftan bunları iktidar yapmıyor. Siz Pazar günü seçimi kazansanız ve iktidara gelseniz bile, devlet Pazartesi sabahı size göre dizayn edilmiyor ki. Orada birçok atanmış var ve onlar görevlerini sürdürecekler.

Ne yapılacak yani sistemin dümen suyuna mı girilecek?

Hayır öyle değil. Sadece resmi doğru okumak lazım. İşler demokrasi teorisinde olduğu gibi değil. Bizim demokrasimiz şeker hastası. Herşeyi yiyemiyor, herşeyi içemiyor. Siyasetçi de her istediğini yapabilme imkanına sahip değil. Anayasa'nın 6.maddesini iyi okumak lazım. Burada, hakimiyetin yetkili organlar eliyle kullanılacağı söyleniyor. Doğruluğunu yanlışlığını tartışmak bir yana, reelpolitik bu. Şunu kesin kabul etmemiz lazım.. Kesin! Üç anahtar var. Biri seçilmişlerde, biri atanmışlarda biri de yarı seçilmiş yarı atanmışlardan oluşan kurullarda. Diğer iki anahtarın sahiplerini yok farzederek yol alamazsınız...

Sürekli olarak, "devletle kavga olmaz" diyorsunuz. Bu, siyasetin fonksiyonunu zayıflatmak değil mi? Devleti dönüştürmek ve yenileme talebi kavga mıdır?

Sizin söylediğiniz teoriyle ilgili, ben tatbikatı söylüyorum. Mesela, FP'nin son seçimlerde başörtüsü sorunu kangrene dönüşmüşken tutup da başörtülü milletvekili adayı göstermesi böyledir. Elbette başörtülülerin de aday olma hakkı vardır ama vakıa bu yüzden parti kapandığıdır. Bu uzlaşmayla çözülecek. İnsanlar bilecekler ki bunlar başörtülü ama rejimle bir kavgaları yok.

AK Parti'de de kavga emaresi görüyor musunuz?

Benim bilebildiğim AK Parti kavga etmek istemiyor. Ama sizin tek başınıza kavga etmemeniz yetmez. 10 sene sonra kasetler ortaya çıkıyorsa başka bir şey vardır. Adam size tokat atmaya niyetlenmiş...

Siz yoksa bu tokattan pay almamak için mi geri durdunuz?

Yok, ben kendi hesabıma herşeyi üstlenmeye hazırım. Benim çözümlerim bu noktada daha farklı. Konuyu kişiselleştirmek istemiyorum ama ortada Anayasa'dan, Seçim Kanunu'ndan, Siyasi Partiler Kanunu'ndan doğan zorluklar var. Bunları görmek lazım. İsim telaffuz etmek istemiyorum.

Ama bu söylediğiniz zorlukların adresinde Tayyip Bey var...

Tabiatıyla...

Peki, kendisiyle bu konuları açık açık konuştunuz mu?

Kabul etmek lazım, Tayyip Bey bir sembol isim. Hareketin motoru o, belirleyici olan da o. Siz ona fikrinizi söyleriniz, ondan sonra onun istediği gibi düşünen ve hareket eden arkadaşlar bir araya gelir siyasete devam edilir. Zannediyorum farklı düşündük bu konularda. Ben kendi değerlendirmemi yapıyorum, arkadaşlar da. Gelinen noktada, her beş kişiden birisi AK Parti'lidir. Bu da AK Parti'ye sorumluluk yüklüyor.

Sadece AK Parti için değil, topyekün bir siyasi yenilenme için ne yapmalı?

İdeolojik saplantıları bir tarafa bırakmak lazım. Vatandaşın önceliği ne ise siyasetin önceliği o olmalıdır. Yüzde 20 önemli ama, bu krizde niye yüzde 35- 40 olmuyor diye de kendinizi sorgulamanız lazım. İktidara talip bir parti için en önemli dönem ilk 100 gün ve ilk bir yıldır. Hangi partinin bu periyodlar için projesi var? Yapısı, kaynağı, modeli belli projeler lazım. Herkes yoksulluk diyor ama bunu önlemeye yönelik tek bir proje bile yok.

Özal'ın korktuğu nasıl başına geldi

1989'a gelirken başörtüsü meselesi yine gündemdeydi. O zaman herkes bizi, "292 milletvekilinizle çoğunluğunuz var niye bu konuda kanun çıkarmıyorsunuz" diye bizi sıkıştırıyordu. Her gittiğimiz yerde bizi sıkıştırdılar. Rahmetli Özal dedi ki, "Çocuklar bu kanun meselesi değil. Bu uzlaşmayla olur. Kanunu çıkarırsınız yarın bu Anayasa Mahkemesi'ne gidilir. Orada dediğiniz istikamette karar verilmezse de bir daha kanunla da değiştiremezsiniz bunu" dedi. Ama, milletin her yerde vekillere baskısı vardı, sonunda arka arkaya yasa çıktı ve olaylar maalesef Özal'ın dediği gibi gelişti.


 
CEMİL ÇİÇEK
Siyaset bilgesi
28 Şubat'ın o en karanlık günlerinde, bıkmadan usanmadan karanlığa karşı ışık tutmuş ve siyasetin hep bir umut olduğunda ısrar etmişti. Hem sapasağlam duruyor hem de siyaset lisanıyla herkese yol gösteriyordu. Bu yüzden ona, çekinmeden ve rahatlıkla "siyaset bilgesi" demiştik. Cemil Çiçek gerçekten de pek az siyasetçide bulunan zengin bir analiz yeteneği ve titiz bir strateji becerisine sahip. Aynı zamanda inandığını da söylemekten çekinmeyen inatçı bir profil. ANAP'tan bu yüzden ayrıldı, Fazilet'te bu yüzden "muhalif" oldu. Şimdi bağımsız... Ve siyaseti bırakmak ile gönlüne göre bir partide yeniden o yüksek adrenalini yeniden salgılamak arasında gidip geliyor. Gidip geliyor dediysem; yani her ikisi de mümkün onun için. Siyasetsiz hayat belki zor ama partisiz, Meclis'siz hayat kâbus da değil. Niye bağımsız kaldığını anlatırken pekçok teknik açıklama yapıyor ama benim anladığım şu... Cemil Çiçek, kendi zihninde bir muhasebe yaptı ve bu kadar yılın tecrübesinin ardından "aman boşver, ne olursa olsun bir partiye gireyim" demek yerine "bu ülkede neden hâlâ işler böyle geçiştiriliyor" diye tepki göstererek kendini bütün partilerin ortasındaki o beyaz alana attı. Bunca tecrübenin ardından zevkleri inceldi ve zor beğenir oldu. İşte onu bağımız kılan bu. Ama, partilerden bağımız sadece.. Yoksa, siyasete tiryakilik derecesinde bağımlı! Aksi düşünülebilir mi zaten. Bir insan bu kadar iyi bildiği bir işe kayıtsız kalabilir mi?
Yeniden Millî Mücadele devletin bilgisi dahilindeydi!
Sizin eski bir aidiyetiniz var. Yeniden Milli Mücadeleciler hareketi içinde bulundunuz. Hâlâ böyle bir işbirliği içinde misiniz?
Hayır, hayır. Bu olmaz. Nitekim, 68 şartlarında o soğuk savaş döneminde devletin yakın ilgisi ve bilgisi dahilinde çalışma yapan kuruluşlar olduğu anlaşılıyor bunların. Ben orada belli bir süre bulundum ve neticede bazı şeyleri de görüp en erken ayrılanlardanım.
Devletin ilgisi ve bilgisini mi gördünüz?
İlgisi, bilgisi... Görüyorum. Benim böyle bir şeyim var. İster kabul edin ister etmeyin görebiliyorum bunu. Oradan ayrıldım böylece. Nitekim orayla bir irtibattan söz edilecekse de o hareketin partisi var, Millet Partisi. Bu parti de orada duruyor. Peki bunların hiç tesiri olmuyor mu? İnsanlar tabii belli bir yerde kalmış olmaktan dolayı bir analiz alışkanlığını oradan ediniyorlar. Düzgün bir şeyse bunda bir mahzur yok. O neviden gruplar o günün şartları altında kıymet-i harbiyesi olan gruplardı. Siz Yozgat'tan, Samsun'dan, Trabzon'dan kalkıp gelmişsiniz İstanbul'a. Herkes "Rusya Türkiye'yi işgal edecek, Türk devleti tehlikede. Ey ehli vatan ayağa kalkın, saf tutun bu tehlikeyi bertaraf edin "diyor. Sizler de iyi niyetlerle bu neviden kuruluşlara giriyorsunuz. Şimdi bu devletin garip tarafı. Bu nevi kuruluşları kurduruyor sonra da "buraya niye girdin" diye sorguluyor.
O teşkilatı devlet mi kurdurdu yani?
E, onun bilgisi ve ilgisi dahilinde dediğim şeylerdir. Ama bu gizli kapaklı bir şey de değildi. Şunu unutmamak lazım.Türkiye Cumhuriyeti devleti güçlü bir devlettir. Onun bilgisi dahilinde olmayan hiçbir kuruluş da yoktur zaten. Şunu da doğru bulmuyorum. Tayyip Bey açısından da böyle bizim için de böyle. İnsanların 30 sene evvelki geçmişlerini karıştırdığınızda gündeme getirdiğinizde bu ülkede hiç kimsenin doğruyu yapma şanı yoktur.. Bu ülkede gelişme nasıl olacak peki? Aksi halde Türkiye'yi idare edemezsiniz.
Nefis hepimizde var... Melih'te de
Birçok eski arkadaşınız parti kurmaya başladı. Ne yapmak istiyorlar?
Siyasette bu kadar çok parti kurulmasının nedeni çok fikir olduğundan değil çok nefis olduğundandır. Bu kadar çok parti kuruldu da kararsızların ya da "hiçbiri" diyenlerin sayısında bir azalma olmadı. Bu kadar partiye rağmen vatandaşın yarıya yakını kararsız durumda. Ben bağımsız kalınca parti kurmaya çalışan her arkadaş beni davet etti. Hepsine de biraraya gelmelerini söyledim.
Yakın arkadaşınız Melih Gökçek de yeni bir oluşum içinde...
Evet o da tercihini Demokrat Parti'den yana yaptı. Başta o da AK Parti'deki arkadaşlarla beraberdi..
O da mı nefsinin peşine takıldı?
Nefis hepimizde var canım. Zaten bunu halledebilsek, mesele kalmaz..
Siz ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Var tabiî her zaman düşünürüm bunu. Benim öyle bir işin başında olayım gibi bir derdim olmaz. Maksat, siyaset yoluyla memlekete hizmet ise de bunun tek yolu milletvekilliği değil. Bizim meslekte özeleştiri yapılmıyor. Ben 7-8 aydır bunu yapıyorum. Benim içine dahil olacağım parti de bu özeleştiriyi yapmalı.
Siz de dört dörtlük parti istiyorsunuz....
Yani, hiç olmazsa üç dörtlük olsun...
16 Haziran 2002
Pazar
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED