|
|
Haziranda sevmek zordur
Haziran'ın "beyaz geceli" bölgelerinde bulundunuz mu hiç? Sevmenin zamansız ve mekansız bir "varlık" boşluğu içinde çınladığı o muhteşem mevsim... Zamanın ve mekanın kokusunun bir yürek boşluğunda eriyip küllere karıştığı yokluğun bir bölümü yani... Sıcağın kavurucu ve kısa ışıkları altında tarifsiz kokular içindesinizdir. Tıpkı bir operanın büyülü havasında olduğu gibi görünmez bir bülbül türkü söylemeye başlar ama haziranda sevmek zordur. Bütün haziranlarda kayısı rengi bir güneşin bahçesinde, her insanın tarihinde nesiller boyu süren farklı farklı kokuların var olduğunu görürsünüz. Dünyanın bir başka ucuna gitsen de, nekadar büyüsen de hep sende kalacak kokular vardır... Bu bazen bir anne kokusudur, bazen bir baba, bazen de bir sevgili... Ancak sonsuza dek taşınabilecek kokuların en güzeli, henüz yeni doğmuş ve hiç koklanmamış bir bebeğin o hiç anlatılamayan, tarif edelimeyen kokusu olsa gerek... Bütün haziranlarda tarifsiz kokular ve acılar içinde oluruz. Her gün kalbimizin meridyenlerinden düşüveren bir başka sevginin küllerini savururuz "haziranın balkonu"ndan... Kokuları ve sevgileri bölen, parçalayan, zamanın içinde başka bir "sevgi zamanı"nı yaratan tuhaf bir şey var belki de haziran'da... Belki de haziranda sevmenin zorluğu bundandır... Biliyorum, bütün haziranlarda saklı duran "zor sevgi"lere randevunuz var. Büyük şehirlerde biriktirdiğiniz en küçük umutlar da bile, sevmenin haziranda bu kadar zor olmasına yanıyorsunuz... Kalbinizin meridyenlerine ateş düştüğünden beri, "haziranda sevmek zordur" cümlesini kurmak bir türlü gelmiyor içinizden. Hâlâ tepelerinde yeşil yapraklar var haziranın, yapayalnız, şaşkın ve korkak... Biliyorum, hiç sardunyalarınız olmadı pencere önlerinizde büyüttüğünüz. Tıpkı kahredici bir "yasak" uğruna boyunları bükülen "kardelen kızları"nız olmadığı gibi... Biliyorum, Filistin'de karanfilleri soldurulan anneler kadar hiç yanmadınız. Okul önlerinde elleri kelepçelenen kızların yanarken ne söylediğini, kimi çağırdığını hiç duymadınız. Çünkü siz hiç yanmadınız... Üstelik ölümle de hiç randevunuz olmadı, bir kez olsun şiirin kıyılarında başka türlü bir "hasret"le buluşmadınız. Tıpkı Edip Cansever'in şiirinde olduğu gibi... "Ölü mü denir şimdi onlara
Ellerinde karanfil taşıyan kızlar yukarıdan aşağıya mı, aşağıdan yukarıya mı yanmaya başlar bilir misiniz? Önce yürekleri mi yanar, yoksa saçları mı? Sizin kalbinizin meridyenlerine hiç ateş düştü mü? Biliyorum, sevgileriniz kilitli, sevmenin zor olduğu haziranlara ayarlı ruhunuzun bütün saatleri... Ama siz kaybettiniz bu gözlerinizden belli. Sevmesi zor olsa da haziran en büyük hasretinizdi ama siz onda yoktunuz... Biliyorum, sizin anlatamadığınız sırlarınız, paylaşamadığınız anılarınız, arayamadığınız kayıplarınız da hiç olmadı. Şimdi ne Mecnun anlatır bizi, ne de Leyla... Yusuf'a âşık olan Züleyha'ya ise çok geç kaldık. Yorgunuz ama söyleyecek çok şeyimiz var.. Biz aslında usul usul yanacaktık, haziran'da sevmek zor olsa da hep yanarken gençleşecektik...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |