T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

G Ü N D E M
'Ben ülkemle davalı değilim'

Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu öğrencisi Zeynep Tekin ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencisi Leyla Şahin, 1998'de derslere türban takarak girdikleri için aldıkları disiplin cezalarının insan hakları ihlali olduğunu ileri sürerek Türkiye aleyhine şikayet başvurusunda bulunmuşlardı. Şikayet başvurularının geçtiğimiz Temmuz ayında kabul edilmesinin ardından AİHM'de açılan davanın ilk duruşması geçtiğimiz hafta yapıldı. Açtığı dava ve tuttuğu avukatla ülke gündemine gelen ve eğitimini Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde sürdüren Leyla Şahin neden bu davayı açtığını ve nasıl bir sonuç beklediğini Yeni Şafak'a anlattı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)'ne neden başvurdunuz?

Başörtüsü yasağının temel bir insan hakkı ihlali olduğunu düşünüyorum ve bu yasağın da ancak hukuki yollarla kesin bir çözüme ulaşabileceğine inanıyorum. Bu amaçla 1998 yılında AİHM'ye müracaatta bulundum. Aslında ülkeme karşı dava açmış konumunda olmak benim için üzücü bir durum. Ülkemle davalı değilim. Tek isteğim bu insan hakkı ihlalinin ortadan kaldırılması ve mağduriyetimin sona erdirilmesi.

Davanız hangi aşamada?

Davam 4 yıl sonra Temmuz 2002'de AİHM tarafından kabul edildi ve 19 Kasım'da da ilk duruşmam yapıldı. Mahkeme süreci halen devam ettiği için şu aşamada söyleyebileceklerim bunlar. Umutluyum. Hakkın yerini bulacağına inanıyorum.

Viyana'ya gelişinizi ve burada yaşadıklarınızı anlatır mısınız?

Viyana'ya gelmek kolay bir karar değildi. Ailemi, arkadaşlarımı, herkesi geride bırakıp bilmediğim bir yolculuğa çıkmıştım. Öncelikle dil konusunda zorluk çektim. Almanca zor bir dil. Dil kursundan sonra Tıp Fakültesi'ne başladım. Türkiye'de beşinci sınıfta idim. Viyana'da eğitim sistemi farklı olduğu için dördüncü sınıftan başladım diyebilirim.

Aynı korkuyu yaşadım

Okula kaydımı yaptırıp ilk başladığım sıralar üniversitenin kapısından içeriye girerken "Acaba şimdi polisler beni geri çevirecek mi, anfiden dışarı çıkarılacak mıyım?" gibi garip duygulara kapıldım. Avusturya'da başörtümle ilgili hiçbir sorun yaşamadım, her zaman saygıyla, hoşgörüyle karşılanıyorum. Farklı dinlerden ve kültürlerden olan arkadaşlarım ve meslektaşlarım ile biraraya gelerek, fikir alışverişinde bulunabiliyorum. Bunun bir ülke ve toplum için bir zenginlik olduğunu bizzat yaşayarak görüyorum.

Viyana'da ayrım yapılmadı

Geçtiğimiz günlerde Tıp Fakültesi'nden mezun olan başörtülü bir arkadaşımın mezuniyet törenine katıldım. Başka başörtülü arkadaşlar da bu törene katılmışlardı. Üniversite rektörü orada güzel bir konuşma yaptı ve bizlerin de içinde bulunduğu o mekanda "Viyana Üniversitesi hiçbir ayırım yapmaksızın herkesin özgürce okuyabildiği ve kendini geliştirebildiği bir bilim kurumu olarak tarihi bir üne sahiptir ve bundan da kıvanç duymaktadır" şeklinde bir ifade kullandı. Sonunda başörtülü arkadaşımız diğer meslektaşlarıyla birlikte hiçbir ayırıma tâbi tutulmaksızın rektörün elinden diplomasını aldı. Hüzünlenerek, gözlerimiz nemlenerek, buruk duygularla kendi ülkemizi hatırladık.

Viyana'da başörtülü olmanız okulda ve sosyal yaşantınızda bir engel teşkil ediyor mu?

Başörtüsü Viyana'da kültürel bir zenginlik olarak kabul ediliyor. Eğitimli bir Türk hanımı olarak Avusturya toplumu içinde aktif olmam ve onlarla diyalog kurabilmem çok saygıyla ve takdirle karşılanıyor. Burada insanların farklı dinlere ve kültürlere sahip olmasının toplumsal zenginliğe, hoşgörüye nasıl vesile olduğunu bizzat yaşıyorum ve bunları yaşamak gerçekten güzel. Türkiye'nin de tekrar böylesi bir toplumsal zenginliğe kavuşmasını diliyorum.

Peki Türkiye'deki başörtüsü sorununu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başörtüsü benim için kişisel bir tercih ve kişisel bir haktır. Bu sorunun hükümetler üstü bir mesele şeklinde ele alınması gerektiğine inanıyorum ve ancak bu şekilde çözümlenebilir diyorum. Böyle bir çözüme Türkiye'nin kesinlikle ihtiyacı var.

AB yolundaki Türkiye'ye yakışmıyor

AB sürecine girmiş bir Türkiye'nin artık bu tür meselelerle uğraşmaması gerekir. Türkiye'nin özgürleşmesi, gelişmesi için önemli bir adımdır bu. Türkiye'nin eğitimli kadınlara ihtiyacı var. Bu yasak kadınların eğitim haklarını, seçme özgürlüklerini ellerinden alarak ayrımcılığa maruz bırakmaktadır. Halbuki bir toplumun en önemli gelişmişlik göstergelerinden birisi eğitimli kadın sayısıdır.

DEVLET DİNE TARAF OLMAMALI

Sizce başörtüsü laiklik ilkesi ile bağdaşıyor mu?

Laiklik şu anda benim de başörtüsü ile okuyabildiğim Avrupa ülkelerinde olduğu gibi devletin herhangi bir dine taraf olmaması ve de herhangi bir dine baskı yapmamasıdır. Aksine dinler ve kültürler arası diyalog ve hosgörü ortamını sağlaması ve bunun alt yapısını oluşturmasıdır. Dinler ve kültürler arası medeni bir diyalogdan toplumları geliştiren bir dinamizm doğacağına inanıyorum. Viyana'da bunu bizzat yaşayarak görüyorum.

Fakat "başörtüsü" Türkiye'de siyasi bir tehlike olarak algılanıyor.

Bir ülkenin ve devletin tehlikelere karşı kendisini koruması en doğal hakkıdır, bunu anlıyor ve kabul ediyorum. Ancak, sadece dini inancından ötürü başörtüsü takanları böyle bir tehlike olarak görmeyi anlayamıyorum. Çünkü başörtüsü kişide başlayan ve kişide biten bir durum. Bu şekliyle inanma ve kişisel tercihini yaşayabilme hali. Bu bir insan hakkı. Bütün demokratik toplumlar insan hak ve özgürlüklerine müdahale etmeden gelişmenin yolunu ve yöntemini bulabilmişlerdir. Türkiye'nin de insan haklarına ve özgürlüklerine müdahele etmeden kendisini koruyabilme ve geliştirmenin yöntemini bulacağına inanıyorum.

  • RÖPORTAJ: ABDULLAH GÜRSEL



  • 7 Aralık 2002
    Cumartesi
     
    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu
    Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür

    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED