T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Herkes çocukluğunun bayramlarını özler

Bizim kuşak ucundan, kıyısından yetişti. Özellikle mahallenin mahalle olduğu dönemin çocukları, bayramın nasıl bayram edildiğini iyi bilirler ve artık birer yetişkin oldukları her bayramda, biraz da çocukluklarının bayramlarını ararlar.

Yaklaşan günlerinde başlardı bayramın telaşı. Hem de ne telaş. Sanki mahallede seferberlik ilan edilmiş, kadınlar duruma el koymuş gibiydi. Bayramın ayak sesleri, annelerden oluşan komşu kadın toplantılarında duyulurdu önce. Bayramın ne güne denk geldiğinin hesabı, yapılacak işlerin programı yapılırdı bu oturumlarda. Sonra bütün evlerde "büyük temizlik"ler başlardı. Kimse evine "temizlikçi kadın" çağırmaz, kendi işini kendi görürdü. Köşelerinde el örgüsü kırlentleriyle koltuk takımları, örtüler üstünde kül tablaları, sigaralıklarıyla sehpalar ve dantel örtülerle sıra sıra süslenmiş raflarında süt ve kahve takımlarının sergilendiği vitrinlerden oluşan değişmeyen mobilyalarıyla "misafir odaları"na özel ihtimam gösterilirdi. Çocukların her girdiğinde bir şeyleri kırıp dökecekleri korkusuyla kovalandığı, misafir gelmedikçe kapısı pek açılmayan bu odalar, iyice bir havalandırılır, her köşesi silinip süpürülür, gelecek misafirler için hazır edilirdi. Sonra baklava açardı anneler. Bayram yemeklerini hazır eder, dolaplara sığıştırmaya çalışırlardı.

Çocukların bayram heyecanı, sıra bayram alışverişine geldiğinde başlardı. Anne babalarının ellerinden tutup çıktıkları çarşıdan, alınanlar bir yana, kalplerini büyütmüş olarak dönerdi çocuklar. Kız çocuklarının avuçlarına arefe gecesi kına yakılırdı. Sabah olup da yıkanınca eller, giyilince yeni kıyafetler-ayakkabılar, saçlar taranıp tokalanınca, işte o zaman başlardı bayram. Eller öpülür, harçlıklar alınırdı. Ve tabii dualar; "el öpenlerin çok olsun / düğünün güzün olsun", "beyhudar olasın", "ömrün uzun, her günün bayram günü olsun"... Kimseden hiç birşey almaması öğütlenen çocuklar, meşrulaşan hediye kabul günlerinin ilkinde, mahalle arkadaşlarıyla birlikte minik ellerinde torbalar, komşu kapılarını çalar, kapıya çıkanın bayramını kutlayıp elini öper, başları okşanırken ikram edilen çikolata, şeker, fındık-fıstıkları torbalarına doldurur, devam eden günlerde ısrarlı uyarmalara rağmen, bu kısa günün kârını yiyip yiyip hasta olurlardı. Bu günlerde çocukları üzen tek şey, bayramlığın kirlenmesi olur, kıyafet yıkanıp kuruyana kadar geçen zaman, ne geçmez bir zaman olurdu.

Bayramlaşmaya gelip misafir odasına alınanlara kolonya ve çikolata ikramı "bir görev olarak" çocuklara tevdi edilir, iki elle ancak kavranabilen kolonya şişelerini taşımak, onlar için sanıldığı kadar da kolay olmazdı. Her gelene mutlaka "iade-i ziyarete" gidilir, kısa bir süre önce yapılan konuşmalar burada da tekrarlanır, yahut sohbete kalınan yerden devam edilirdi. Telefonun sık rastlanmayan bir iletişim aracı olduğu bu yıllarda, gidilen evde kimsenin olmadığı anlaşılınca, kapıya kısa notlar bırakılırdı. Aile büyüklerinin evindeki bayramlaşmalar uzun tutulur, neşeli-gürültülü toplu yemekler yenir, dayı-amca-teyze-hala çocuklarına mutlaka ayrı sofra kurulurdu.

Boyları, büyüklerinin bel, en fazla göğüs hizasına ancak gelen çocuklar, bir tek bu günlerde büyümeyi istemezdi. Bayramın herkesten çok, çocuklar için olduğu zannına kapılır, bayram harçlıklarını çar-çur etmek için bakkallara koşar, alacaklarını alıp sokağa fırlarlardı. Kızlar çiklet, balon, yaldızlı kağıtlara sarılmış rengarenk şekerler, artiz resimleri çıkan abur-cubur alırken, oğlanlar paralarını miskete, mantar tabancasına, kızkaçırana, çatapata yatırır, gülüştüklerine bakılırsa, ürküttükleri kızlardan fırçayı yemekten büyük keyif alırlardı.

Gün geçtikçe havası dağılan bayram günleri biter gider, anne babalara öteki bayramın ne zaman geleceği sorulurdu. Geçen her bayramda biraz daha büyüyen çocuklar, çocukluk bayramlarının bir daha geri gelmeyeceğini çok iyi biliyorlar artık.

Bugünün çocukları bunu biliyor mu, çok merak ediyorum. Mahalle kültürünün kalmadığı, eskisi gibi öyle büyük temizliklerin, ev baklavalarının yapılmadığı, misafir odalarının yerlerini çoktan salonlara bıraktığı, yeni kıyafetlerin alınması için bayramların beklenmediği, bakkalların tarih olduğu, oyun alanlarının (olabildiğince) açılıp sokakların çocuklara kapandığı günümüzde, onlar nasıl yaşıyorlar bayramlarını? Kendi boy hizalarından nasıl görüyor bayramı, hafızalarına neleri kaydedip, neleri eliyorlar? Neler hissediyorlar? Büyüyün çocuklar, büyüyün ve anlatın bize; nasıl bayramlar yaşattık biz sizlere, nasıl yaşadınız bayramlarınızı...


7 Aralık 2002
Cumartesi
 
FADİME ÖZKAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED