|
|
"Siyasal İslam" zokası
Bugün "Siyasal İslam" alerjisi olanlara bir yeni "Siyasal İslam" değerlendirmesi yapmak istiyorum. Belki şu yaşananlar noktasından bakıldığında kanaatlerini sorgulama ihtiyacı duyabilirler... Öncelikle bilinmeli ki, "Siyasal İslam" Müslümanlar'ın kendilerini tanımlamak için ürettikleri bir deyim değildir. Bir dış tanımlamadır. Dış, yani Batı cenahından bir bakışın üretimidir. "Siyasal İslam"ın, Batı'nın İslam dünyasındaki İslam'la bağlantılı iki eğilimi tanımlamak için üretildiği söylenebilir: 1. Yerel sistemlerin "Batı eksenli ve jakoben" ruh dokusunu sorgulayan ve daha islami bir doku arayışına yönelen çizgi. 2. İslam coğrafyasındaki Batı sömürgeciliğini sorgulayan çizgi. Şimdi 100 yıllık sürece bir bakalım: Birinci Dünya Savaşı sonrasında İslam coğrafyasında bir yanda Sovyetler, diğer yanda kapitalist Batı egemenliğinin oluştuğunu, bunun hem "siyasal-kültürel sistem" hem de "ekonomik sömürü" boyutunda gerçekleştiğini, üstelik bunun birbiriyle bağlantılı biçimde gerçekleştiğini, bu ikili odağın İslam coğrafyasında "hakim sistemler"le "ekonomik sömürü" boyutunu birbirine bağlantılı olarak korumaya yöneldiğini söylemek mümkün. Buna karşılık İslam dünyasında, "mukabil bir oluşum"un, yani hem siyasal-kültürel sistem planında yerli değer kaygısı taşıyan, hem de ekonomik sömürüyü reddeden bir çizginin her zaman mevcut bulunduğu söylenebilir. Mesela Türkiye'nin "Milli Mücadele"si özde Batı ile hesaplaşma niteliği taşır. "Din eksenli"dir ama, sırf dinden öte anlamlar taşır. Ya da din, İslam toplumları için bağımsızlık, milli çıkarlar vs'yi de kapsayan geniş bir muhtevanın adıdır. Türkiye, başlangıçta söylendiği gibi "Mazlum milletlerin öncüsü" bir rol üstlenmeyi sürdürseydi, herhalde, Mustafa Kemal Paşa Batı jargonunda "Siyasal İslamcı"lığın başını çekmiş olacaktı. Türkiye Batı'nın düşmanlığını çekme anlamına gelecek bu tavır yerine "Batılılaşma"yı tercih ederek, kaderini İslam coğrafyasından ayırabileceğini ve kendini böyle kurtaracağını düşündü. "Kendini İslam coğrafyasından ayırma" hesabının tuttuğunu söylemek mümkün mü, ya da tutabilmesi mümkün mü soruları her zaman tartışmaya açık sorulardır. Türkiye, devlet olarak, Batı ile hesaplaşmayı benimsemedi. Ama halkın ruhunda bir direniş özü devam etti. Aynı direniş özünün diğer İslam ülkelerinde de hakim yönetimlerin aksine mevcut olduğunu söylemek bir gerçeğin ifadesi olur. Bu öz, "zaman içinde" ete kemiğe büründü. "Zaman içinde" derken, İslam'la ilgili bilgilenmenin derinleştiği, entelektüel planda daha zengin bir birikimin oluşmaya başladığı, sömürge statüsünün daha derinden algılandığı ve farklı bir medeniyetin çocukları olma bilincinin dirildiği süreci kastediyorum. İşte burada şu iki soru soruldu: 1. Neden bu coğrafyada Batı'nın çıkarlarına hizmet eden bir sömürü düzeni devam etsin? 2. Bu sömürü düzeni ile İslam ülkelerindeki siyasal-sosyal-kültürel hakim yapının bir ilişkisi var mıdır? Neden tüm İslam ülkelerinde İslam ikinci sınıf bir değer statüsüne indirgenmiştir? Bu sorgulamanın, birisi uluslararası sisteme, diğeri yerel yapılanmaya yönelik iki hedefinin bulunduğu açıktır. İşte bu noktada, bu sorgulamanın İslam coğrafyasındaki hayati çıkarlarını "tehdit" edeceğini hesap eden uluslararası sistem harekete geçti ve öncelikle "yerel güçler"i bu oluşumun üzerine sevketmenin yollarını aradı. Kendisini yerel yapılarla bütünleştirdi ve "Tehdit değerlendirmesi"ni ihraç etti. "Tehdit"in adını "Siyasal İslam" koydu. "Tehdit"in "Fundamentalizm" vs. gibi başka adlarla da anıldığını biliyoruz. Kabaca İslam ülkelerindeki yerel hakim odaklara hitaben şöyle bir mesaj üretti: Bu İslami gelişme sizin iktidarınızı tehdit ediyor. "Sizin iktidarınız" derken, bunu sadece belli kadroların iktidarı olarak değil, bir sistemin iktidarı olarak, daha açıkçası "laik sistem ve kadroların iktidarı" olarak takdim etti. Böylece, gerçekte Batı sömürüsünü sorgulayan çizgiye, içerden bir cephe açma imkanı doğuyordu. Yani İslam toplumları içerden kavgaya tutuşuyordu. Oysa Batı, sistem değerleri konusunda çok da duyarlı değildi. Mesela kendi çıkarlarına dokunmadığı takdirde şeriatçı bir yönetimle de pekala uyum içinde çalışabiliyor, buna mukabil, kendi çıkarlarını tehdit ettiği takdirde, laik yönetimleri bile gözden çıkarabiliyordu. Batı şu anda, İslam dünyasındaki sömürü statüsünü sürdürebilmek için yerel odaklarla işbirliğini yeterli görmeyecek bir noktaya gelmiş bulunuyor. İslam coğrafyasına yönelik askeri operasyonların devreye girdiği bir dönemi yaşıyoruz. Bunun için aynı coğrafyada eylem yürüten başka güç odaklarının zaman zaman buluştuklarını gözlemliyoruz. Kafkasya'da birileri, Doğu Türkistan'da başkaları, Keşmir'de başkaları, Filistin'de başkaları ile... Irak'ta ise son derece dramatik bir durum sözkonusu. İran'a karşı Saddam'ı kullanan Amerika, şimdi Saddam'a karşı başkalarını kullanmaya çalışıyor. Türkiye'de "Siyasal İslam"ın "İsrail rezervi"ne karşı 28 Şubat'ı kullandı, belki yarın askerin Irak operasyonu konusundaki tereddüdünü, dünkü İslamcılar'la kırmayı hesaplayacak... Neler oluyor hayatta... Ah bir doğru anlayabilsek... Belki o zaman "Siyasal İslam tehdidi"nin bizi avlamak için üretilmiş bir zoka, ya da İslam coğrafyasındaki sömürüyü perdelemek için üretilmiş bir slogan olduğunun da farkına varırız.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |