|
|
Erdoğan'ı nasıl saklasak?
Magazin programına da çıkar, sinema sektörünün sorunlarını tartışmak üzere Anahtar'a da... O Yılmaz Erdoğan... Medyayla barışık da yaşar, devlet-sistem-ekonomi üstüne komiklik de yapar. Yola çıkarken başladığımız yerle bulunduğumuz yer arasındaki mesafe elbet bir gelişmeyi tanımlar. Ancak bu kat edilen yolda yaşam çizgisindeki tutarlılık bütün değişimlere rağmen birbirini yalanlamamalı. Magazin dünyası bize bu mesafelerin devasa boyutlara ulaştığı "star"ların hikayesini taşıyor. Artık fazlasıyla kanıksadığımız bu yapay starlığı tartışmayalı çok oldu. Şimdi ise sorun, sanatsal bir üretimle bizlerin gündemlerine gelmiş insanların magazin dünyasının çarkları arasında öğütülmesinde. Hayata karşı bilinçli-bilinçsiz iradi bir göstergede bulunan insanların tercihen kendilerini bu dünyanın kollarına atmasındaki sorun... Bu insanlarda süreç içinde biriken gücün nasıl despotik iktidara dönüştüğünü hayretle izliyoruz. Nam-ı diğer "Mükremin Abi" ve "Otlu peynir kokusu altında sevebilme ihtimali" ile tanıdığımız Yılmaz Erdoğan, uzun süredir gündeme üretimlerinden çok magazin haberleri ve iktidarının despotik görüntüleri içinde taşınıyor.
Her telden oynayacak kadar yetenekli
Geçtiğimiz günlerde Erdoğan'ı formatları farklı iki programda izledik. Biri NTV'de Mithat Bereket'in sunduğu Anahtar, diğeri ise bir magazin programı... Bu iki programda, karşımıza hayatla meselesi başka rotalarda meselesizliğe dönüşmüş iki ayrı Yılmaz Erdoğan çıktı. Erdoğan, Anahtar programında mercek altına alınmış Hollywood'u ve sinema sektörününün sorunlarını devlet, sistem ve ekonomi ekseninde yapay bir mizah uslubuyla sayıp dökerken, bizlere "Yılmaz Erdoğan herşeyi mizahi bir uslupla tartışır" mesajı vermekte. Ancak aklımızda "Bu konu niye Yılmaz Erdoğan'a sorulur ki?" sorusunu bırakarak. Cevap, Türkiye'nin en fazla izlenen filmini yapma başarısı gösteren tek filmli tek yönetmeni olması. Ama Türk sinemasının en iyi filmi değil bu. Sadece en çok izlenen ya da en popüler filmi... Anahtar programının ardından bir iki gün sonra yeniden ekrana çıkan Erdoğan, magazin programında, manken sevgilisinden ayrılma gerekçelerini anlatıyor. Sıra başka bir "komik adam" olan Okan Bayülgen'in kameraları kovma olayına geldiğinde Bayülgen'e ortak aklı açıklıyor. Çatallanan hayatlarında sadece iki yolun olduğundan bahsediyor; "Ya medya ile birlikte benim gibi barışık yaşayacaksın"a getiriyor, "Ya da kendi dünyanda muktedir medyanın mahkumiyeti altında"... Erdoğan birincisini tercih etmiş olacak ki Türkiye'nin en büyük gönüllü reklam kampanyası ile en fazla izlenen filminin sahibi oldu...
Bir bilinçaltı patlaması mı?
Diğer medyatik malzeme sorusu olarak Ferhan Şensoy'un yeni komiklere karşı sert tavrı soruluyor. Ilımlı bir iki değerlendirmeden sonra belki muhabirin "abi bu cevaplardan tartışma çıkmaz" gibi telkinlerinden olacak Erdoğan, Şensoy'un "kabiliyetsizliğine" hüküm getiriyor. Geçer akçe olmanın altındaki o pragmatik doğruculuğun muzaffer güvenini taşıyor. Halbuki bir sanatçı perspektifi varsa üretilenin niteliğini çok satmanın belirlemeyeceğini iyi bilmeliydi. Yıllar önce tiyatroya yeni başladığında onun yeteneksizliğine hüküm veren ve tiyatrosuna almayan Şensoy'un haksızlığına Erdoğan, freudyan bir bilinçaltı patlaması ile yıllar sonra böyle karşılık veriyor, elinde yıllar önce Şensoy'dan aldığı kabiliyet terazisi ile. Çünkü O bir marka. Sultanların Dansı'nda yaptıkları hala bir muamma iken afişlerin altında kalın yaldızlı harflerle yazılacak kadar büyük bir marka. O, milli takıma gönderdiği mektupla motivasyonlar sağlayan komik bir adam. Reklamdaki çocuğun sıraladığı gibi "O şair, yazar, tiyatrocu, oyuncu, yönetmen" ve ayrıca Beşiktaşlı, O Hakkari treninin en saygın, rengi beyazlaşmış Kürt yolcusu, magazin sayfalarının en komik ciddisi, ciddi programların en fazla izlenmiş filmin yönetmeni olarak konuğu, kabiliyet icazetçisi ve magazin basını ile barışık yaşayan, patlamaya hazır bir volkan. SELAH KEMALOĞLU / İSTANBUL
|
|
|