T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Adalet Ağaoğlu yaşlanmış mı?

Milliyet gazetesinin haftalık eklerinden Kültür-Sanat'ın 22.08.2002 tarihli 32. sayısında Adalet Ağaoğlu'nun "Metin Toker anısına" başlıklı bir yazısı yayımlandı.

Türk roman, öykü ve oyun edebiyatının önemli adlarından biri olan yazar, kendi tarihi için olduğu kadar ülkemizin yakın tarihi için de anlamlı sayabileceğimiz kimi anılarından, duygulu bir dille söz ediyor.

"Babamın ağladığını hiç görmemiştim." cümlesiyle başlayan yazıdan bu ağlayışın nedeninin, İsmet İnönü'nün ölümü olduğunu, Adalet Hanım'ın babasının İsmet Paşa'ya kişisel bir yakınlık duymasını gerektirecek özel bağların bulunduğunu öğreniyoruz. Babanın İsmet Paşa'ya yakınlığı, onu Bolu'dan Ankara'ya kaçak olarak getiren jandarma erlerinden biri oluşuna dayanıyormuş. Adalet Ağaoğlu'nun Metin Toker ile ilişkileri ve ona yakınlığı ise, öyle anlaşılıyor ki daha köklü ve derin. Baba, "sabık millî şef"in ölümü üzerine "miyopun da miyopu gözlerinden pıtır pıtır yaşlar dök"tüğü gibi, kızı da, "millî damad"ın kaybından sonra duygulanır; "gözleri ıslanıp bulan"ır.

Bütün bunlar iyi güzel de, Adalet Ağaoğlu'nun yazısındaki bazı cümleler çok kötü. Bu kötü cümleleri okurken yazarın artık yaşlandığı için mi böyle kötü cümleler kurduğunu düşünmekten kendimi alamadım.

İşte birinci kötü cümle, daha doğrusu cümlecik: "Metin Toker'in Milliyet'teki köşe yazısını kendisi yerine, "şifahen" yazan kızına yazdırmasındaki sessiz ve ışıklı direnişini..."

Metin Toker'in, hasta yatağında, bizzat yazamadığı için, köşe yazısını, kızına, "söyleyerek" yazdırdığını, anlıyorum. Ama bunun "sessiz ve ışıklı bir direniş" sayılmasını anlayamıyorum. Metin Toker, Milliyet'te daha çok ülkenin siyasal yapısına ve konumuna ilişkin değerlendirmeler, eleştiriler yazıyordu. Bu yazıları sürdürmekten kendisi ya da Adalet Ağaoğlu bir "ışıklı direniş" etkisi almış olabilir ama bu çabanın "sessiz" sıfatıyla niçin ve nasıl nitelendirilebileceğini havsalam almıyor. Bu cümlecikte böyle anlam boşlukları olduğu gibi, anlatım kusurları da var.

Adalet Ağaoğlu, cümlesinden "kendisi yerine" ve "yazan" sözcüklerini çıkarmış olsaydı, daha doğru bir cümle kurmuş olurdu. Bu sözcükleri çıkararak cümleciği okuyalım: "Metin Toker'in Milliyet'teki köşe yazısını, "şifahen" kızına yazdırmasındaki sessiz ve ışıklı direnişini..."

Başka bir cümlecik: "Özden'in yanısıra bana güzel dostluğunu zarafetle armağan eden (,) genç yaşlarımda henüz ne olacağı belirsiz yazarlığımın başlıca bilirkişilerinden Metin Toker..."

Parantez içindeki virgülü ben koydum, cümleyi doğru okumamıza belki yardımcı olur diye. Fakat bu işlemin bile, anlamı ve anlatımı kurtarmaya yetmediği, yetmeyeceği görülüyor. Herhalde "Özden"in armağan edildiğini düşünemeyiz. "Güzel dostluğunu zarafetle armağan eden" Metin Toker, bu dostluğu hem Özden'e, hem Adalet Ağaoğlu'na mı armağan etmiş; yoksa bunu, bu dostluk armağan etme işini hem Özden, hem Metin mi yapmış? Hangisinin, nasıl olduğunu, kendimizi zorlasak da anlayamıyoruz. Çünkü Adalet Ağaoğlu, iyi anlatamıyor.

Bir cümle daha: "Urla'da Can Yücel'i görmeye birlikte gitmemizi önerip gerçekleştirmeyi sağlayan Metin Toker'le Özden."

"Gerçekleştirmeyi sağlayan" ne demek? "Gerçekleştiren" dense, yetmez mi? Yeter. İlle "sağlayan" denecekse, "gerçekleşmesini sağlayan" demek gerekir. "Gerçekleştirme" sözcüğünde ısrar edilecekse, "gerçekleştirmemizi sağlayan" denebilir. Kısacası, düzgün anlatım için çeşitli yollar var ama bunların hiçbiri, Adalet Ağaoğlu'nun cümlesinde yok.


27 Ağustos 2002
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED