|
|
Baykal'a ve
Derviş'e inanmak
Derviş'li CHP'nin şöyle bir söylemi var: -Derviş IMF ile işbirliği halinde bir istikrar programı uyguladı. Bugüne kadar programın en çetin günleri yaşandı. Halk büyük fedekarlığa katlandı. Ama yangın da kontrol altına alındı. Yangının tam söndürülmesi ve yeniden inşanın başlaması için, bize bir fırsat daha verin. Bunu en iyi, bu işi bugüne kadar getiren başarabilir. Yani Derviş başarabilir. Başkası macera olur. Bu, bugüne kadarki uygulamadan yola çıkarak Derviş'in yeniden satışı demek. Bizden istenen, bugüne kadarki uygulanan programın doğruluğuna inanmamız, bu inançla, peşinden gelecek programların da Türkiye'yi düzlüğe çıkaracağı inancına vararak program yöneticisini dümene yeniden geçirmemiz. Derviş'in IMF kredilerinin de yardımıyla ekonomiyi bir uçurumun kenarından döndürdüğüne ve iyi yolda götürdüğüne inanan bir kesim var, özellikle bir işveren kesimi bu inançta. O yüzden de, seçimler sonunda da Derviş komutasında bir ekonomi yönetimi ve siyaset arzusu daha çok onlardan geliyor. Ancak bu inancın, gerçekten ekonomik değerlendirmelerden mi kaynaklandığı, yoksa diyelim bir AKP iktidarına karşı oluşturulan sun'i kuşkuların ekonomik dışavurumu mu olduğu tartışılabilir. Çünkü, aslında yangının durduğu, uçurumun kenarından dönüldüğü teslim edilse bile ekonomik programın bugünü ve geleceği alanında derin bir kuşku olduğu da görülüyor. "Bu program, gerçekten Türkiye'yi düze çıkaracak mı?" sorusuna büyük bir inançla "evet" diyen kaç sorumlu işadamı gösterilebilir? Uygulanan programın "devlete borç verenler" dışında herkesi yaktığı bir gerçek. Bir çok küçük, orta boy, hatta büyük işadamı da yandı bu süreçte. Ama, daha altta kalanlar var ki, işçi ve tarım kesiminde esnafta, orta sınıfta, onlar tam bir felaketi paylaşıyorlar. Onlar, "Derviş programı"nın yangını söndürdüğüne, ülkeyi uçurumun kenarından kurtardığına da inanmıyorlar, çünkü halen yanıyor, düştükleri uçurumun dibinde, kemiklerini toparlamaya çalışıyorlar... Dolayısıyla, en çok ezilenlerde en çok yoğunlaşmak üzere, genellikle yüzde 30'larda net faizle gönenen kesim dışında tüm toplum, geleceğe güvenini yitirmiş durumda. En başta iç borç var, sürekli katlanan... Bu borç Türkiye üzerinde Demokles kılıcı gibi durduğu müddetçe ve Türkiye ekonomisi, bu borcun faizini karşılayacak kadar milli hasıla üretemedikçe, nasıl olacak da fasit daireden kurtulacağız, sorusu cevap bulamıyor. Bakın siz, ekonomiyi, olabildiğince tarafsız bir gözle takip etmeye çalışan bir bilim adamı, yazar Güngör Uras, "Kimse kusura bakmasın ama, durum ortada... Biz bu borcu ödeyemeyeceğiz. Ödeyemeyeceğimiz borcu durduk yerde büyütmeye, ödüyormuş gibi yaparak eldeki avuçtakini faize yatırarak aç ve açıkta kalmaya gerek yok." (Milliyet, 22 Ağustos 2002) Sonra altta 1998'den 2002 Temmuzuna uzanan borçlanma rakamlarını veriyor. 1998 sonunda 11 milyar dolarlık bir iç borç var, 2000 sonunda 36 milyar olmuş iç borç. 2002 temmuzunda borç 130 milyar dolara çıkmış... Ödemişiz, ödemişiz ama, borcun bilmem kaç misli artmasına mani olamamışız. Bu dönemin içine Derviş'in 17 ayı da giriyor. O dönem de borç yükünün katlandığı dönem... Yazıyor Sayın Uras: "Üretim artmıyor. Boğazdan kestik. Daha fazla kesmeye imkan yok. Yatırımları durdurduk... Oradan gelecek para yok... Satacak birkaç parça devlet malı kaldı ama onlar da para etmiyor. Lafı dolandırmaya kendimizi ve başkalarını kandırmaya gerek yok. Biz bu borcu ödeyemeyeceğiz." Alın bakalım. Doğrusu bu programın patronu olan Derviş, "Bana ve Baykal'a güvenin gerisini merak etmeyin"den daha başka, ya da "Kapının önüne diken ekeceğim. Dikenler büyüyecek. Buradan gelip geçen koyunlar dikene takılacak, bu arada dikenlerin üzerinde kalan yünleri toplayacağım, satacağım ve sana olan borcumu ödeyeceğim" daha inandırıcı bir şey diyen ve gülen alacaklısına "Peşin parayı gördün gülersin köftehor" diye espri yapan Nasreddin Hoca'dan daha inandırıcı bir şey söylemeli bize. Baykal ki, daha düne kadar, tüm bilim kadrosu ile IMF politikalarının ülkelere getirdiği hüsranı anlatarak geliyor. İçerden bir ses, muhalif görüşleri sebebiyle görevden alınan Dünya Bankası Başkan Yardımcısı ve başekonomisti, Nobel Ekonomi Ödülü sahibi ve Stanford Üniversitesi emekli öğretim üyesi Joseph Stiglitz kaç zamandır bağırıyor: "IMF tavsiyelerine uyan tüm ülkelerde sonuç facia oldu" diyor, Endonezya'yı, Tayland'ı, Güney Kore'yi, Rusya'yı, Brezilya ve Arjantin'i örnek gösteriyor. "6 yılda 6 başarısızlık. Bu kadarı da fazla. Bir doktorun 10 hastasından 9'u ölüyorsa, o doktorun ne yaptığını bilmediği ortada" diyor. Derviş'in tüm hüneri, IMF programlarının güvenle uygulanacağının garantörü olması. IMF'nin ise, uluslarası finans camiasının tahsildarı olduğu biliniyor. Bilinen bir şey daha varsa, Derviş, IMF kredileriyle ilk iş olarak Türkiye'nin aciliyet kazanmış borçlarını ödemiş bulunuyor. Evet, borçlanma ve borç ödeme döngüsü sürüyor. Ama ötesine sıra gelmedi.... Ötesi yani üretim, yani büyüme, yani iş, aş... Enflasyonun düşmesi bile, sadece vatandaşın alım gücünün sıfırlanması ile mi ilgili yoksa gerçekten yapısal bir iyileşmeye mi bağlı belli değli. Çünkü hâlâ faizler, enflasyonun 30-35 puan üzerinde... Nasıl çıkılacak bu işin içinden? Derviş'in bugüne kadarki performansı, belki dünya finans çevrelerinin parasını tahsil eden IMF için olumlu ama, Türkiye'nin yarını için maalesef ümit vermiyor. Stiglitz Tayland örneğini vererek "Böyle durumlarda IMF'nin adamları sadece "Pardon" der işin içinden çıkarlar" diyor. Baykal ile birlikte, bizden tek başına iktidar isteyen Derviş bir gün Kahkonen'le aynı masaya oturup "Pardon, olmadı" derse ne yapacağız? Ya Derviş'e rozet takıncaya kadar IMF politikalarını yerden yere vuran CHP bültenleri haklıysa... CHP'nin dünkü bültenlerine mi inanalım, yoksa bugün pragmatist bir yaklaşımla söylemini imajı IMF ile bütünleşen Derviş'e uyduran Baykal'a mı? Stiglitz'e mi inanalım, Derviş'e mi?
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |