|
|
İstanbul'suz Türkiye olmaz
Türkiye'de "Tek Parti" dönemi, Osmanlı mirasının bütünüyle reddedilerek, "kurtuluş"u Avrupa'da aramanın en yoğun biçimde yaşandığı yıllardır. "Taban"dan daha çok "tavan"dan gelen bir baskıyla ekonomik, sosyal ve kültürel yapıdaki Osmanlı izleri bir bir yok edildi. Bu bağlamda başkent, İstanbul'dan Ankara'ya taşındı. Çünkü yeni dönemin Osmanlı mirasına dayanması istenmiyordu. Bunun için de Ankara değiştirilemez "başkent" ilan edildi. Ankara'nın gücünün İstanbul'dan kaynaklandığı büyük ölçüde unutuldu. İstanbul'un bir dünya "başkent"i olduğu gözardı edildi. Anadolu insanı için İstanbul'suz bir Türkiye, İstanbul'suz bir kültür düşünülemez. Bu gerçeği kavrayabilmek için camileri, medreseleri, dergahları, hanları, hamamları, yalıları, koruları, köşkleri ve konaklarıyla bütün İstanbul'un gezilmesi, görülmesi ve okunması gerekir. İstanbul sevdalısı Doç. Dr. A. Haluk Dursun "İstanbul'da Yaşama Sanatı" isimli kitabında İstanbul'u bütün köşeleriyle bir uçtan diğer uca ayrıntılarıyla anlatıyor. İstanbul tutkunları Fatih'in Türk toplumuna armağan ettiği şehri, Dursun'un kitabıyla, tanımakla kalmayacaklar, her köşesini bir kitap gibi satır satır okuyacaklar. Geçen pazar günü Akif Emre ile birlikte Dursun'un rehberliğinde Emantur'un düzenlediği "Boğaziçi'nde İlkbahar" gezisine davet edildik. Emantur'un kurucularıyla birlikte seçkin bir grubun katıldığı Boğaziçi gezisinde Dursun saatlerce tarihi, yalıları, köşkleri, koruları, ağaçları, çiçekleri ve kuşlarıyla birlikte İstanbul'u anlattı. Bizans döneminde Boğaziçi'nin "köy"lerinin hiçbiri yoktu. Günümüzde büyük ölçüde tahrip olsa da, beş yüzyıl içinde oluşan Boğaziçi'nin eşsiz güzelliklerinin kaynağında Anadolu insanının gönül ve ruh zenginliği var. Bu yüzden Boğaziçi'ni gören herkes Yahya Kemal gibi: "Artık bu diyar dünya durdukça Türk kalacaktır" demekten kendini alamaz. Türkler İstanbul'u Doğu Roma'dan harap olmuş bir şehir olarak aldı. Ancak Fatih büyük bir imar çalışmasına girişti. Fetih'in üzerinden daha bir yüzyıl geçmeden, İstanbul Avrupa'nın en güzel, en büyük ve en düzenli şehirlerinden biri haline geldi. Yüzyıllarca Avrupa'ya örnek şehir olarak tanıtıldı. Şehirlerin serpilip gelişmesinde mabetler vazgeçilmez bir fonksiyon yüklenirler. Bu yüzden Fatih İstanbul'da ilk olarak Eyüp Camii ve türbesini yaptırdı. Böylece İslam'ın doğuşundaki aşk ve ruh İstanbul'a da taşındı. Eyüp'le İstanbul Mekke, Medine ve Kudüs gibi kutlu bir kente dönüştü. "Dünya" ve "Ahiret" arasındaki eşsiz uyum ve düzen Eyüp'ten Fatih, Beyazıt ve Eminönü'ne taşındı. Eyüp yüzyıllarca İstanbul'daki ekonomik, sosyal ve kültürel hayatın odak noktasını oluşturdu. Osmanlı'nın kalbi İstanbul, İstanbul'un kalbi de Eyüp'tür. İstanbul'u İstanbul yapan ruh Eyüp'ten beslendi. Üsküdar "Kâbe" toprağı olarak görüldü. Türk toplumu yitirdiği kültürel zenginliği yeniden kazanmak istiyorsa, İstanbul'da somutlaşan Osmanlı'nın bıraktığı mirasa bütün ayrıntılarıyla sahip çıkmak zorunda. İslam'ın ana kaynaklarına yaslanarak, ekonomik, siyasal ve kültürel yapının yenilenmesi gerekir. Ancak örnek olarak "çöküş" dönemi değil, "yükseliş" dönemi alınmalıdır. Hiçbir alanda yıkılma süreci model olarak alınmaz. Ekonomi savaşlarından daha çok kültür savaşlarının önem kazandığı bir dönemde, dünyayı yeniden Fatih'in gözüyle görmek gerekir. O dünyayı bir medeniyete çok, iki medeniyete az görüyordu. Bu yüzden İstanbul'dan sonra gözünü Roma'ya dikmişti. Ancak "İkinci Roma"dan sonra "Birinci Roma"yı da ele geçirmeye ömrü yetmedi. "Toprak büyüklüğü" artık bir güç kaynağı olmaktan çıktı. Günümüzde güç coğrafya zenginliğinden kültür zenginliğine kaydı. Yoksul bir kültür üzerine güçlü bir ekonomi inşa edilmez.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |