|
|
Türkiye elit kurbanı
Türkiye'nin temel problemlerinden biri, ekonomik elitiyle askeri elitinin ayrı saflarda bulunması; siyasi elitinin ise arada köprü kuracak bir güç ve yeteneğe sahip olmamasıdır. Türkiye'nin ekonomik eliti ağırlıklı olarak "Avrupacı"dır. Çünkü Türkiye'nin ekonomik ilişkilerinin yüzde 65'i AB iledir. Buna karşılık Türk askeri eliti ise aynı doğallıkla "Amerikancı"dır. Halil İbrahim bugünlerde çok düşünceli. Bush'un Yıldız Savaşları'nı başlatma projesinden rahatsız. Bu da babası gibi, diyor. Baba Bush, Yeni Dünya Düzeni diye tutturup Körfez'i kana bulamıştı. Oğul Bush ise Kuzey Kore'den başlayıp İran, Irak ve Libya'ya kadar geniş bir coğrafyayı nükleer ablukaya alacağa benziyor. Kendisine Kırgızca'da düzen kelimesinin olmadığını, onun yerine "tüzülüş" kelimesini kullandıklarını söyleyince çok hoşuna gitti. Evet, Yeni Dünya Tüzülüşü! Yeni Yıldız Savaşları'nın adı geçen "terörist" ülkelere değil, aslında Birleşik Avrupa'ya yönelik olduğunu söylediğimde nutku tutuldu. Bu proje 30 yıl önce ABD ile SSCB arasında varılan dehşet dengesi anlaşmasıyla rafa kaldırılmıştı. Şimdi Rusya herhangi bir tehdit oluşturmaktan uzak olduğuna; Kore, Irak veya İran'ın da ABD ile kapışmaktan çok daha önemli işleri olduğuna; ayrıca böyle bir şeye güç yetirmekten çoook uzak olduklarına göre, Yıldız Savaşları'nın gerçek hedefi kim olabilir? Cevap son derece basittir: İktisaden Birleşik Amerika'ya yetişen, ama bununla uyumlu askeri gücünü geliştiremediği için dünya siyasetinde sözü geçmeyen Birleşik Avrupa. AB, "NATO'nun varlık sebebi sona erdi, artık kendi ordumuzu kurmalıyız" görüşünde direttiği için, Oğul Bush yeni bir "tüzülüş" projesi uygulamaya yöneldi.
NATO ile AB birbirine zıtNATO ile AB'nin kuruluş gerekçeleri birbirinin aşağı yukarı zıddıdır. NATO, Avrasya'nın parçası olmayan ABD'yi sistemin "içinde", Avrasya'nın kocaoğlanı Rusya'yı sistemin "dışında", Avrupa'nın vahşisi Almanya'yı da sistemin "altında" tutmak için kurulmuştu. ("To keep the Americans in, the Russians out, and the Germans down!") AB ise ABD'yi dışarıda, Rusya'yı kenarda (gereğinde içeride), Almanya'yı ise ortada tutmak için kurulmaktadır. Almanya milli birliğini çok geç gerçekleştirdiğinden, emperyalizm yarışında geri kalmıştı. Onun için Avrupa sisteminden talepleri yüksek oldu. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, yükselen Alman gücüne karşı Paris-Londra ekseninin meydanı boşaltmama çabalarının ürünüydü. Her iki savaşta da ancak iki dış gücün (ABD ve Rusya) katkısı ile Almanları dize getirebildiler. Ve daha ikinci savaş sona ermeden, üçüncü bir savaşı imkansız hale getirecek bir Fransız planı gündeme getirildi. AB, bu planın 50 yıllık ortak çabayla ulaşılmış neticesidir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Avrupa iki parçaya bölündü. Bir parçası (Avrupalılar'ın kültürel bakımdan kendilerinden aşağı gördükleri) ABD'ye, diğer parçasıysa kocaoğlan Rusya'ya bağlandı. Birkaç yüzyıldan beri dünyaya nizam vermekte olan Avrupalılar için büyük bir itibar kaybıydı bu. AB, içeriye doğru ne kadar "Almanları zapt ü rapt altında tutma" girişimi ise, dışarıya doğru "Avrupa'ya yitirdiği itibarı kazandırma" girişimiydi. Elli yıllık çabanın sonunda ekonomik itibarlarını elde ettiler. Fakat dünya siyasi sisteminin sözügeçer bir oyuncusu olamadılar. Çünkü yükselen ekonomik güçleriyle orantılı bir askeri güçleri yok. Son bir yıldaki gelişmeler, başta Almanya olmak üzere AB üyelerinin NATO'yu bir tür işgal kuvveti gibi görmeye başladıklarını göstermektedir. Kendi ordularını kurmadıkça, sistem içinde siyasi itibar sahibi olamayacak; ayrıca başta Ortadoğu ve Orta Asya olmak üzere, dünyanın ham madde yatakları ve gelişen pazarları üzerinde (ekonomik potansiyelleriyle mütenasip) bir hakimiyet kuramayacaklardır.
Amerika'ya karşı cephe arayışıABD, 30 yıldır rafta beklettiği nükleer füze savunma sistemini Kuzey Kore, İran veya Irak ile Libya'ya karşı değil, hatta Rusya veya Çin'e karşı değil; Avrupa'nın ordu kurma girişimine karşı gündeme getirmektedir. Kendisinin bu alanda büyük yatırımı mevcut olduğundan, çok az ilave masrafla füze sistemlerini yenileyebilmektedir. Eskiden Rusya böyle bir manevraya hemen cevap verebiliyor ve ABD'yi az çok caydırabiliyordu. Şimdi ekonomik gücü böyle bir yenilenmeye elvermiyor. Avrupa benzer sistemleri kurabilecek durumda değil; kurmaya çalışsa muazzam masraf gerekecektir. Bu durumda ya AB ordu kurma girişimini askıya alacak veya AB-Rusya yakınlaşması hızlanacak, AB kendi yapamayacağı işleri Rusya'ya yaptırmaya çalışacaktır. Ancak, uluslararası sistemde bütün kısa vadeli çözümler, orta ve uzun vadeli problemlerin kaynağıdır. Rusya böyle bir atılımdan sonra yeniden zaptedilemez askeri bir güç haline gelebilir ve Avrupa'dan talepleri yüksek olabilir.
Türkiye şansını kullanamadıİşte böylesi kaotik ortamlarda Türkiye gibi büyük bölge güçlerinin manevra alanları genişler. Sistemin merkezindeki çelişkilerden azami yararlanma şansları doğar. Bu şanstan yararlanabilmek için, kendi konumlarını çok iyi değerlendirebilmeleri, kendi iç çelişkilerini uluslararası sistemin kullanım aracı olmaktan çıkarabilmeleri ve ekonomik bakımdan ciddi biçimde güçlenme arayışı içinde olmaları gerekmektedir. Türkiye bu alanların hemen hepsinde en akıldışı seçmeleri yaptığından, sistemik çelişkilerden yararlanmak şöyle dursun, büyük güçler arası kapışmada en ucuza kapatılan ve büyük maliyetler ödetilen "müttefik" konumuna sürüklenmektedir. Mali krizi sözümona hafifletmek için verilecek birkaç milyarlık kredi karşılığında sadece Telekom ve benzeri stratejik kamu şirketleri kelepir fiyatına kapatılmış olmayacak; Türkiye Rusya'nın füze savaşlarındaki birinci "meşru" hedefi haline getirilecektir. Ermenistan'da konuşlandırılacak S-300 füzeleri Moskova'dan yola çıkmak üzeredir.
Çıkarları kadar özgürlükçülerBugün AB üyeliğine karşı çıkan "solcu" yok, çünkü "sosyalist" solculuğu yeni dünya şartlarında yeniden yorumlayabilecek düşünürler yok. Daha garibi, dindarlar da AB safına geçtiler. Özellikle 28 Şubattan sonra. Gerekçeleri, AB üyesi olunduğunda özgürlükler, insan hakları, vesairenin daha geniş olacağı. Oysa insanlık tarihinde Avrupa kadar tekbenci, Avrupa kadar insan haklarına kıyıcı bir "medeniyet" topluluğu görülmemiştir. Avrupa (ve onun uzantısı olan ABD), kendi çıkarlarına dokunmadığı müddetçe özgürlükçüdür. İşin içinde en küçük çıkar kaybı olursa, akılalmaz derecede özgürlük düşmanı kesilirler. Bu işte çok ustalaştıkları için, öylesine incelikli davranırlar ki, onları dünyanın centilmenleri saymaktan kendinizi alamazsınız. Müslümanlar kendi ülkelerinde elde edemedikleri eşitliği Avrupa'dan veya sözümona "küresel" sistemin merkezi güçlerinden taleple elde edemeyeceklerini bilmelidirler. Avrupalı kendi tarihi tecrübesinden çok iyi biliyor ki, bütün eşitlik arayışları aslında hükmetme arayışlarıdır. Gruplar önce eşitlik ister, sonra (eşitlikten önce) çektiklerinin acısını çıkarır, yani karşı tarafı baskı altına alırlar. Müslümanlar tarih boyunca eşitlik değil, adalet arayışı içinde olmuşlardır. AB ile ABD'nin merkezinde yer aldıkları mevcut dünya sisteminin en bariz vasfı ise ekonomik ve siyasi adaletsizliğidir. Bu güçlerden adalet istemek boşa kürek çekmektir.
Sivil elit AB'ye, asker ABD'yeTürkiye'nin temel problemlerinden biri, ekonomik elitiyle askeri elitinin ayrı saflarda bulunması; siyasi elitinin ise arada köprü kuracak bir güç ve yeteneğe sahip olmamasıdır. Türkiye'nin ekonomik eliti ağırlıklı olarak "Avrupacı"dır. (Şimdilerde sözü edilen "Rusçu" elit, Avrupacı elitin küçük bir uzantısıdır.) Niçin? Çünkü Türkiye'nin ekonomik ilişkilerinin yüzde 65'i AB iledir. ABD ile ekonomik ilişkilerimizin payı ise yüzde 5 dolayındadır. Avrupacılık bu bağlamda mutlaka Avrupa çıkarlarının Türkiye çıkarlarına üstün tutulması değil, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerinde Avrupa'ya öncelik vermesinin savunulması demektir. Buna karşılık, askeri (dolayısıyla siyasi) angajmanımızın yüzde 95'i ABD iledir. Yani Türk ekonomik eliti ne kadar doğal biçimde Avrupacı ise, Türk askeri eliti aynı doğallıkla "Amerikancı"dır. ABD ile askeri ittifakın adeta alternatifsiz olduğunu düşünmektedir. Ekonomik elitin gerçek bir ağırlığı olsaydı, Türkiye büyük ihtimalle çoktan AB üyesi olurdu. Avrupa'nın "Kürtçülüğü", Türk askeri elitinin Amerikancılığı'na tepkidir. Türkiye biraz Avrupacı olsa, Kürtler Avrupa'da iki günde siyasi kıyıma uğrarlar. AB, Amerikancı Türkiye'yi gümrük birliğinin parçası haline getirmekle, aslında onun dış ticari ilişkilerini topyekün ipotek altına aldı. GB üyesi olmak Türkiye'ye kazançtan çok kayıp getirdi; Avrupa'ya ise hiçbir yük yüklemedi. Şimdi doğal olarak Türkiye'yi ortak güvenlik kimliğinin (Avrupa Ordusu'nun kibar adı bu) dışında tutuyor.
Onlar ortak, biz pazarAB muhalefetine gelince. 1960 ve 70'lerde Türkiye'de bütün muhalif kanatlar AET karşıtıydı. Solcular da, dindarlar da "Onlar ortak, biz pazar olacağız" diyorlardı. Bu son derece haklı, fakat abartılı bir karşı çıkıştı. İki taraf da bir anlamda içe kapalılığı, bağları kesmeyi savunuyordu. Oysa hedef, dışa açık ama yüksek verimlilikle çalışan bir ekonomik yapı oluşturmak olmalıydı. Türk ekonomik eliti sadece kısa vadeli kazanca odaklandı ve küresel pazara sırt çevirdi. Siyasi elit, ekonomik elitin suç ortaklığını seçerek kendine hayat alanı buldu. Askeri elit, her yıl milyarlarca dolar askeri araç gereç ihaleleri kazanan şirketleri ciddi bir savunma sanayii kurmaya yöneltmedi. Dilediği zaman kolayca etkileyebildiği siyasi eliti, bu hususta nedense hiç zorlamadı.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |