|
|
Uzun lafın kısası
Kendisine "Hiç işiniz gücünüz yok mu?" diye soracağımızdan endişe ediyor Ömer Asal. Ve hemen açıklamada bulunuyor: - Var. Lakin ben, artık sistemin kokuşmuşluğundan dolayı yaşamanın dayanılmaz ağırlığı altında inleyen insanlarımızın yüzündeki tebessümü, hayata bağlılıklarını kaybetmemelerini ve yarına umutla bakabilmeyi başarmalarını istiyorum. Bunun için hayatın, bir başka açıdan kendisi olan mizahın gerekliliğine inanıyorum. Bu girizgahtan sonra, "Sanal Alanda Kısa Paslaşmalar" isimli bir yazı gönderiyorum. Sanal ortamda, 'chat' yaparken, meramın muhataba intikalindeki aciliyetinden dolayı, konuların uzun uzun dile getirilmesi ve bazı duyguların ifade edilmesindeki zorluklar nedeniyle yeni bir 'chat' dilinin oluştuğu muhakkak. Biz de bunlara yenilerini ekleyerek yeni oluşan bu dile katkıda bulunmak istedik.
Bu ismi unutmayın
Öte yandan Ünye'den sevgili kardeşimiz Hacer Kontbay, "Beni unutmayın" diyor. Arada bir internetten bahsetmemizi yadırgadığını belirtiyor. Evinde bilgisayar olmadığını, taşrada 'internet cafe'ye gidemediğini ve başörtülü olduğu için okula da devam edemediğini yazıyor mektubunda. Fakat bu durumun azmini daha çok arttırdığı anlaşılıyor. "Benim ismimi bir kenara yazın, aklınızda bulunsun; göreceksiniz ileride büyük işler başaracağım. Kimse beni engelleyemeyecek." Ünyeli Hacer'i unutmayın. Bir gün karşınıza çıkıp "işte o benim" dediğinde şaşırmamak için. "İnsan beyni bizim anlayabileceğimiz kadar basit olsaydı, onu anlayamayacak kadar aptal olmamız gerekirdi." Ayrıca işte bu sözü seçmiş Hacer kardeşimiz Sofi'nin Dünyası kitabından. Seçip bize göndermiş. Sizin için, bizim için. Bir de notu var: "Size daha önce de mektup yazmıştım. Ama siz 'mail' atmakla çok meşgulsünüz herhalde!" Sitemkâr sözlerle bizi mahçup etme sevgili kardeşim, bizi böyle 'sitemzarar' eyleme. Cevapta gecikmiş olabiliriz, kusura bakma. Biz, "İşte o benim" diyeceğin günü bekliyoruz. Allah yolunu açık etsin. Ben üniversitedeyken
"Ben üniversitedeyken..." Yıl kaç bayım? 1958. 58'de mi kaldınız siz? Hâlâ orada mısınız Allah aşkına? Köprülerin altından o kadar çok su aktı ki 58'den bu yana... Köprü dedim de, şu İstanbul'un sembolü haline gelen Boğaz'daki köprüler de yoktu o tarihte. Ne Boğaz Köprüsü, ne Fatih Sultan Mehmet Köprüsü. Karayolları böyle değildi, hava meydanları bugünkü gibi değildi. Bilgisayar yoktu, internet yoktu. Dahası, televizyon yoktu bayım. Telefon kaç taneydi hatırlıyor musunuz? Demek siz üniversitedeyken öğrenci kızlar arasında başörtülüler de yoktu öyle mi? İyi, güzel. Fakat şimdi var. Ne yapacağız? Gözünüzden kaçmış olabilir bazı sosyal gelişmeler resmi makamlardan izin almadan yollarına devam eder, gider. Yanlış söyledim, bazı değil, bütün sosyal gelişmeler böyledir. Hiçbir ülkede hiçbir insan 'Bakan'lardan, 'Müsteşar'lardan, 'Başbakan'lardan, 'Anayasa Mahkemesi Başkanları'ndan, Cumhurbaşkanları'ndan izin almaz. Kimse dilekçe ile başvurup "Müsaadeniz varsa değişmek istiyorum" demez. Ben üniversitedeyken, siz de Cumhurbaşkanı değildiniz. N'olcak şimdi? DİKKAT
Güne Şekerlik'le başlayanların, krizden daha az etkilendiği tespit edildi. Övünmek gibi olmasın, bizden habersiz yapılmış bu tespit. SAYGIN ÇELİŞKİ
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |