|
|
Washington veya hayal kırıklığı...
Washington'a "Türk çıkarması" sona erdi. ATC toplantısı bitti. Bakanlar, yüksek bürokratlar, namlı işadamları, eski büyükelçiler, eski askerler, akademiyanın mensupları bavullarını toplayıp, birbiri ardından Washington'dan ayrılıp, Türkiye'nin yolunu tutuyorlar. Manzara, biraz, yenilgiye uğramış bir ordunun dağınık "ricat" haline benziyor. "Büyük umutlarla gelinen 'dost' topraklardan hayal kırıklığı içinde ayrılan" birlikleri andırıyor, Türkiye'nin en ünlü şahsiyetlerinden oluşan yüzlerce kişilik topluluk… Türkiye'den gelen bilgiler, zaten tedirgin bu topluluğu daha da moralsiz bıraktı. 1 milyonun üzerine tırmanan dolar, 7000'lerin ortalarına inen borsa ve yüzde 5 fırlayan faizler… "Türkiye'yi bir hafta önce böyle bırakmamıştık" duygusu hakim. "Suçlu" aranıyor. Üzerinde toplanan büyük umutlara rağmen, son 24 yılını geçirdiği Amerikan başkentinde valizini milyarlarca dolarla dolduramayan Kemal Derviş mi? Yoksa, "jeopolitik önemimiz" nedeniyle "yardımını esirgemeyeceğinden emin olunan" Amerika mı? Hem de ikide bir "Kore'den, iki ülkenin uzun silah arkadaşlığı"ndan dem vuran, "Türkiye dostları"nin yeni iktidar mevzilerini doldurduğu Cumhuriyetçi Yönetim'in Amerika'sı mı? Aslında "asli fail"in herkes farkında. Hükümet. Bir başka deyimle, Ankara. Bülent Ecevit'in "15 günde 15 kanun çıkmaz" sözleri, Devlet Bahçeli'nin "acele işe şeytan karışır" cinsinden açıklamaları, ANAP grubunda Mesut Yılmaz'in iki yıl önceki "yolsuzluk gensorudaşı" Güneş Taner'in Kemal Derviş'e yüklenen polemiği, Washington'da ATC toplantısına katılan ahalide "siyasi reform"un bu hükümet ile imkansız olacağı kanısını pekiştirmekten öteye bir işe yaramadı. Bu "Washington çıkarması"nın bir faydalı yönü varsa, o da, Ankara kendini düzeltmedikçe, yani "siyasi reform" gerçekleşmedikçe, Washington'dan para beklemenin hayal olduğunun anlaşılması oldu. Ankara'dan gelen tüm haberler ise, mevcut kadroların "siyasi reform"a niyetli olmadığını yeteri açıklıkla ortaya koydu. Kemal Derviş'in "dolarlar geliyor" müjdesini vermediği ve veremeyeceği anlaşıldıktan sonra yukarı tırmanan dolar ve faizler ve 8000'in altına inen borsa... Dolar Bülent Ecevit'i işittikten sonra daha da ayaklanıp 1 milyonu vurdu; borsa ise daha da süratli düşüşe geçti. Bu arada, bankalar sistemi tıkandığı için akreditifler de açılmıyor. Dolayısıyla, bir ay sonra hatta daha bile önce, "mal sıkıntısı"nın başlaması ihtimalleri üzerinde duruluyor. Enflasyon yükselirken, ekonominin mal arzedemeyecek ölçüde sıkıntıya girmesinin adı, ekonomide stagflasyon. Ekonomide olabilecek en büyük felaketlerden biri. Eşdeğerde ve hatta daha da büyük bir felaket ise Türkiye'nin üzerinde dolaşmaya basladı: Hiperenflasyon… Bundan iki hafta önce, ekonomistlere "hiperenflasyon olur mu" diye sorduğumuzda, niçin olmayacağını uzun uzun izah ediyorlardı. Şimdi, "niçin olmasın" diye omuz silkiyorlar. "Peki; hem stagflasyon, hem de hiperenflasyon olur mu" sorusuna, "olabilir" diye kayıtsız bir cevap vermekle yetiniyorlar. Türkiye'nin "durumun vahameti"ni yansıtacak bir medyası da yok. Soli Özel, "Bir gazete, üç ayrı isimde çıkıyor" dedi; "Evet" dedim, "Pravda, Izvestia ve Komsomolskaya Pravda…" Peki, Amerikalılar, "kendi jeopolitik çıkarları gereği" Türkiye'nin yardımına koşması beklenenler, niçin böylesine "umursamaz" haldeler? Türkiye'nin hükümetinin ve TBMM'nin umursamadığı "durumun vahameti"ni umursamalarını Amerikalılar'dan beklemeli miyiz? Ayrıca, Amerika'da yeni yönetim şu sırada daha "yerine oturma" aşamasında. "Transition" yani "geçiş" halinde ve üstelik şimdiden temel siyasi konularda -başta Irak'a karşı belirlenecek politika- çesitli gruplar arasında kıyasıya bir çekişme yasanıyor. Morton Abramowitz, bana, yeni Amerikan yönetiminin de Türkiye'ye karşı takınılacak tavır konusunda "açmazda" bulunduğunu söyledi. Cumhuriyetçilerin bir bölümü -neo-Muhafazakarlar diye nitelenen güçlü unsurları- piyasalara müdahaleye şiddetle karşılar. Bunların başında eski Dışişleri bakanlarından George Shultz gibileri var. Hazine Bakanı Paul O'Neill de o ekibe yakın ve bunlar IMF ve Dünya Bankası'ndan hazzetmiyorlar. Bunların Türkiye diye bir "özel gündem maddesi" de bulunmuyor. Türkiye'yi kollayacak olan "Soğuk Savaşçılar". Baskan Yardımcısı Dick Cheney, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'den oluşan "triumvira"dan medet umulabilir. Ancak, bunların özellikle Irak'a yönelik tavrı, Türkiye'nin politikasıyla temelden çelişiyor. Dışişleri Bakanı Colin Powell ile Dışişleri Planlama'nin basindaki Richard Haass gibilerin tutumu uyuşuyor. Ne var ki, Türkiye, bunların da gündeminde pek yer almıyor. Türkiye'ye yönelik "insicamlı bir Amerikan politikası" için zamana ihtiyaç var ve galiba Türkiye'nin tümden karaya oturması ve dibe vurması gerekiyor. İşlerin bu raddeye varması, Amerika'nın çıkarlarını zedelemez mi? Bu soruyu herhangi bir Amerikalı yetkiliye veya etkili bir gözlemciye sorduğunuzda, gülümsüyor ve su cevabı veriyor: "Ne olacak ki; Türkiye'nin gideceği bir yer mi var?" Yani, Washington'un acelesi yok. Sorunu Ankara'da çözmek zorundayız…
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |