T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Hayati bir toplantı

Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen ve yaşanan kriz sebebiyle biraz gölgede kalan "Din Öğretiminde Yeni Arayışlar" konulu uluslararası toplantıdan söz ediyorum.

Gerçekten hayati bir çaba bu.

Hem "din öğretimi"nin hayatiliği söz konusu, hem de, bu alanda "yeni arayış" ihtiyacının acil niteliği var...

Din öğretiminin ne kadar hayati olduğunu anlamak için, yaşanan değer aşınmasını ve ortaya çıkan değer boşluğunu görmek yeterli.

Önceki gün ekranlara yansıyan eroin krizine tutulmuş genç kızın kulaklarda çınlayacak sesini duymak, görüntüsünü izlemek yeterli hakezâ.

Birkaç gün önce yine yazdım "değer bunalımı"nı... Şu an yaşanan ekonomik-siyasî krizin kökenine indiğinizde de değer bunalımı ile karşılaşıyorsunuz... O da varıp "ahlâk" ve "din eğitimi zaafı"na dayanıyor.

İnsanımızdaki değer erozyonunda din ve ahlâk eğitimindeki eksikliğin önemli etkisi var hiç şüphesiz. Dine soğuk bakan, ahlâkı küçümseyen laiklik yorumu, din eğitimini yok saydı, din öğretimini bile kuşku alanı haline getirdi. Bunun bedelleri toplum olarak ödeniyor, ne yazık ki ödenecek.

Ama bir de işin öteki boyutu var. Yani "din öğretimi"nin gerçekten "beklenen"i verecek nitelikte olup olmadığı sorusu ile ilgili boyutu. "Yeni arayış" din öğretiminin bekleneni veremediği kanaatinden yola çıkıyor. Hiç şüphesiz burada "beklenen ne?" sorusuna da cevap aranmalı... Kimi zaman beklenen, mevcudu da götürecek bir hesapla ilgili olabilir. Ama iyi niyetle bakıldığında da, din öğretiminin bekleneni vermediği düşünülebilir.

İstanbul'un gelir düzeyi yüksek bir semtindeki lisede Din Kültürü ve Ahlâk Bligisi dersine giren bir öğretmen dostum var. İntibalarını dinledim: "İlk derse girdiğim günlerde sınıftaki çocukların çoğu ateistti, diyordu, derse girmek istemiyorlardı. Onlarla aklınızın alabildiği en geniş özgürlük çerçevesinde konuştuk, kendilerini ifade ettiler, sonunda hem onlarla, hem aileleriyle bir öğretmenden öte dost olduk... Şimdi İslâm'ı yeniden tanıdılar." Bir Din Kültürü öğretmeni modeli bu.

İlköğretim okulunda okuyan çocuklarım, sık sık inanç alanlarıyla ilgili sorular getiriyorlar. Allah'a dair, ahirete dair... Evrene dair... Bazen düşünüyorum, onlara nasıl anlatırsam zihinleri durulur diye...

Urfa'da izlediğim Hazreti İbrahim sempozyumunda, Belçikalı, katolik lisesinde görev yapan bir eğitimci, Hazreti İbrahim'i çocuklara nasıl anlatacağı üzerine geniş araştırmalar yaptığını anlatmış, bazı örnekleri tartışmıştı. Çok ilginç bulmuştum söylediklerini... Hakikaten farklı yaştaki insanlara Hazreti İbrahim örneği farklı mesajlar verebilirdi...

Üzerinde düşünülürse bir dünya soru çıkıyor ortaya...

Din Öğretimi Genel Müdürü Prof. Dr. Mualla Selçuk, sempozyumu neden düzenlediklerini anlatırken "Çünkü" diyor ve şu konuların altını çiziyor:

"-Dinin birleştirici, huzur verici ve barışı sağlayıcı gücünü ortaya çıkarmaya çalışırız.

"-Düşünen, sorgulayan, inancını aklıyla bütünleştiren öğrencilerin yetişmesine hizmet edecek yöntemlerin geliştirilmesine çalışırız.

"-Şekilcilik ve slogan değil, ahlâkî öğretilerin felsefesini önemseriz.

"-Din öğretiminde kavram kargaşası ve kavram belirsizliğini giderecek çalışmalar üretiriz.

"-Din öğretiminde oku, düşün, anla prensibini benimseriz.

"-Sağlıklı bir din anlayışının kaliteli bir öğretim sürecinden geçtiğine inanırız."

Bunlar, dikkatli yaklaşımlar. Din Öğretimi Genel müdürlüğünün okullara gönderdiği bir genelgede "eğitimin, bireylerde davranış değiştirme süreci olarak tanımlandığı" belirtilerek, bu çerçevede bir din kültürü ve ahlâk bilgisi eğitiminin gereği vurgulanıyor.

Bütün bunlar önemli. Artı, bir hassasiyet ürünü.

Türkiye dört yıldır, "din eğitimi-öğretimi" açısından soğuk bir iklim yaşıyor. İnsanlar, müthiş bir tedirginliğin içine sürüklenmiş durumda. İHL'ler ve Kur'an Kurslarının içine itildiği tükeniş seyri, ve genel anlamdaki baskıların öğretim kurumlarına yansıması sonucu, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Derslerinin "üvey evlât" haline getirilmesi ciddî bir "din eğitimi açığı" ortaya çıkardı. AB ile yüzyüze gelmek, hem "barışçı ilişki"yi hem de "kültürel varoluş sancısı"nı gündeme getirecek. Bu iki gerçeklik arasında sağlıklı uyumu arayacak. Nasıl karşılayacak Türkiye bu ihtiyacı? Temel soru bu.

Biliyorum, bu arayışların en azından bir bölümünün altında, azaltılmış bir İslâm anlayışı, buna uygun bir laiklik yorumunun telkini, tutkulu din bağlılığından soyutlanmış dünya vatandaşı kimliği inşa etme, hatta dine yönelik sorgulama çizgisinin empozesi de olabilir.

Ama doğru bir din ve ahlâk eğitimi zarureti, bir noktada tüm bu hesapları altüst edip, toplumsal bir gerçeklik olarak kendini kabul ettiriyor.

Bu işin özünde dine samimiyetle yaklaşma zarureti var. Din, ancak ona samimiyetle yaklaşana olumlu cevap verir. Allah'ın da insandan beklediği böyle bir samimiyettir.

Keşke şu olan bitenden, Türkiye'nin yaşanan soğuk günlerden sonra din eğitimini bir kere daha, yeniden ve doğruluk kaygısıyla keşfetmeye başladığı sonucunu çıkarabilsek...


30 Mart 2001
Cuma
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED