|
|
Artık üçüncü nesil İslamcılar'ın dönemi başlıyor ve yeni bir İslamcılık dönemine adım atıyoruz. Küresel çizgiye uygun ve çevreyi merkeze taşıyabilen yeni bir siyaset gerekiyor. RP hareketi, bir "Siyasal İslam deneyimi" olarak başarısızlıkla mı sonuçlanmıştır? Refah'ın referans aldığı toplum ve bu toplumun yaşadığı sorunlar olduğu gibi devam ediyor. Dolayısıyla bu siyasetin referansları varlığını koruyor. Refah Partisi öncelikle Adil Düzen'i öne çıkarıyordu. İnsanların Adil Düzen'den anladığı gelir dağılımındaki adaletsizliğin düzeltilmesiydi. Bugün Türkiye'de toplumun ilk yüzde 20'si milli gelirin yüzde 60'ını, son yüzde 20'si ise ancak yüzde 4'ünü alabiliyor. Son ekonomik kriz bu adaletsizliği daha da derinleştirdi. RP, Güneydoğu'daki soruna karşı Türk-Kürt kardeşliğini öne çıkararak destek buluyordu. Üçüncüsü RP, siyasette ahlaki arınmayı, temiz siyaseti, şeffaf yönetimi öne çıkarıyordu. Bugün de aynı ilkelere ihtiyaç duyuluyor. RP ayrıca, bu toplumun kimliğini inşa eden iki önemli unsurun bulunduğunu bunlardan birisinin din diğerinin de tarih ve gelenek olduğunu söylüyordu. Şimdi bu referanslar açısından baktığımızda Refah Partisi'nin çok doğru bir temele dayandığını görüyoruz. Bu durumda, lokomotifliğini Kemalizm'in yaptığı modernleşme projesi Refah'ın temsil ettiği projeyi yenilgiye mi uğratmış oldu? Aslında Kemalist modernleşme projesinin bütün referansları 1990'lardan itibaren ortadan kalkmış oldu. Refah Partisi ise modern dünyaya bakıp bir siyaset tasarlamıştı. Bir siyasetin iflasından söz etmek gerekirse bu modern devletin kendisinin iflasıdır. Bütün dünyada da zaten Refah gibi, yani devlet merkezli düşünülüyordu. Ama Refah'ın iktidardan düşürülüşü bu gerekçeyle değil daha çok siyaset dışı yollar kullanılmak suretiyle olmuştur. Artık üçüncü nesil İslamcılar'ın dönemi başlıyor ve yeni bir İslamcılık dönemine adım atıyoruz. Küresel çizgiye uygun ve toplumsal talepleri yani çevreyi merkeze taşıyabilen bir siyaset gerekiyor. Tarihimizde ilk kez dış baskılar ile toplum talepleri örtüşüyor. Burada merkez, dünya ile toplumsal talepler arasında sıkıştı parantez içine alındı. FP veya yenilikçiler bunu değerlendirmek zorundadır. Yaptığı tesbitler doğru olmasına rağmen Refah'ın bir kurum olarak ortada bulunmayışını neye bağlıyorsunuz? İki şey, siyasetin yeniden dizaynını gerekli kılıyor. Birincisi küreselleşme dediğimiz olgu. İkincisi de toplumsal gelişmenin kentleşme bağlamında sürecini tamamlamış olması. Bir kimliğin, bir siyasi çizginin bütün bir toplum üzerinde egemen olması artık mümkün değil. Kabul etmek lazım ki RP-FP çizgisi konjonktürün ürünü olarak ortaya çıkmıştır ve konjonktür değiştiği için bu siyasi dili de değişmelidir. Türkiye'de merkez sağ da merkez sol da çökmüş durumdadır. Ama, barajı aşabilen parti yok ama anketlere göre birinci parti Fazilet Partisi.. Demek ki İslamcılık toplumsal güç olarak duruyor, siyasi taleplerde bulunuyor. Vardır ve hâlâ birinci parti durumundadır. Türkiye'de ancak, İslam ve İslamcılık Türkiye'de demokrasiye bir açılım getirebilir ve Türkiye'ye demokratik ufuk açabilir. "Siyasal İslam"ın taleplerinin dünyanın gitmekte olduğu küresel istikametle çeliştiği yönünde bir kanaat var. Dinin görünürlülüğünü talep etmek bir çelişki mi? Türkiye'de demokrasi olacaksa bunun İslam'la olan sorunlu ilişkisinin analiz edilmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir. Demokrasi donmuş bir fotoğraf değil işleyen bir süreçtir. Türkiye'de siyaseti belirleyen toplumsal aktörler Yalçın Akdoğan'ın da dediği gibi çevrede toplanmıştır. Ancak Müslümanlık'la yüzleşmiş ve bir uzlaşma noktası bulmuş bir hareket bu potansiyeli hareket geçirebilir. Bugünden başlayarak talepler hangi önceliklerle yansıtılmalı? Türkiye şu anda bir krizin içinden geçiyor ve bu krizin sorumlusu İslam ya da Müslümanlar değildir. Bu kesimler daha, bir toplumsal projeyi hayata geçirebilmiş değildirler. 1997'de halk oyuyla iktidar oldular ama siyaset dışı yollarla alaşağı edildiler. Ama ekonomik açıdan da başarılı bir program ortaya koydular. Toplumsal ve siyasal projesi çok da İslami değildi. Fakat bu, İslamcılığın kendini test ettiği bir tecrübe sayılamaz. Geldiğimiz noktada, Türkiye'nin İslam'a göre yeni bir sistemin ortaya konulması sorunu değil bu ülkenin demokratikleşmesi sorunu vardır. Müslümanlar devletin dinden el çekmesini, özgür olmayı yani çoğulcu bir toplumu istiyor. Bu süreçte bütün kimlik ve farklılıklar kendini çoğulcu toplum içerisinde sadece bireysel alanda değil, sivil alanda da kamusal alanda da ifade edecektir. Tabii ki Türkiye Müslüman bir toplum olduğu için bu görünürlülük aynı alanlarda tahakkuk edecektir. Bu, Avrupa için de önemli bir konudur. Avrupa'da 12 milyonun üzerinde Müslüman var bunlar demokratik bir düzende nasıl yer alacaklar? Ve Müslüman bir ülke olan Türkiye üye olursa, Avrupa Birliği'nin kültürel ve siyasal kimliği nasıl olacak? Bunu tartışıyorlar. İslamcı zihinlerde 28 Şubat sonrası değişimin düşünce egzersizi yapılabiliyor mu sizce? Kesinlikle yapılıyor. Bu kesimdeki düşünce zenginliği karşıtları tarafından da dile getiriliyor. Laik kesim varlığını ve varlığının devamını resmi görüşe borçlu olduğu için düşünce de üretemiyor. Belki de en önemli yenilenme laikliğin tanımı konusunda oldu... Evet, İslamcılar laiklik kavramına evrensel bir tanım getirdiler. Eğer laiklik, Avrupa'nın özel toplumsal şartlarında ve tarihinde kilise ile devletin birbirinden ayrılması ise, din ve vicdan özgürlüğünün korunması ise ve devletin bütün dinler, mezhepler, ideolojiler ve felsefi kanaatler karşısında eşit mesafede uzak durması ise; ve devletin dinden, mezhepten, ideolojiden ve felsefi kanaatlerden arındırılması ise bizim böyle bir laiklik tanımıyla bir alıp veremediğimiz yok. Müslümanlık zaten tanım gereği bu manada laiktir. Laiklik konusunda kendisini gözden geçirmesi gerekenler Müslümanlar değil Kemalist ideolojiden yana olanlardır. Devletin ideolojiden yani Kemalizm'den arındırılması gerekir. 28 Şubatçı güçler, içinde bulundukları durumu nasıl okudular da "darbe" yolunu seçtiler? Bu sınıfsal bir karşı koyuştu. Bu çevrede oluşan iktisadi zenginlik, eğitim, ve siyasi alanda oluşan birikime karşı İttihatçı geleneğin son karşı koyuşuydu. Kasım ve Şubat krizleri gösterdi ki bu çok yanlış bir adımdı. Bu krizin sebebi 28 Şubat'tır. RP iktidarı için uluslararası bilim çevrelerinde yapılan araştırmalar, "1996'da Refah'ın iktidara gelmesine göz yumuldu. Çünkü, bu parti tecrübesizdi ve iktidara geldiğinde karşılaştığı ağır sorunlar altında ezilip başarısız olacaktı." Hatta bunun için "başarısızlığın İslamileştirilmesi" deyimini hazırladılar. Fakat, Refah iktidarı çok başarılı oldu. Ekonomideki başarıları görülünce tasfiyeleri hızlandı. 28 Şubat'ın üzerinden 5 yıl geçti. Yenildik, kaybettik mi, yoksa mağlup olsak da bu yolda galip sayılır mıyız? İslamcılık bütün iddialarıyla devam ediyor. Türkiye'nin önündeki en iyi ufuktur aynı zamanda. Topluma tek bir renk verme manasında bir İslamcılık iddiası yoktur. Bütün renklerin ve çizgilerin bir arada temsil edildiği bir Türkiye projesi vardır. Bu da ancak İslam ve İslamcılar tarafından gerçekleştirilebilir. Bunun gerçekleştirilmesi, Batı demokrasisinin çerçevesine de bir açılım getirecektir. Bu arada... 28 Şubat sonrası bir düşünsel kırılma oldu, bu doğru. Ama Müslümanlar, İslamcılar hata yapmadılar. İçinde bulundukları tarihsel durumu ve toplumsal gerçeği okuması gerektiği gibi okudular. Değişim içindeler... Bugün farklı, yarın da farklı okuyacaklar.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv Bilişim| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |