|
|
Kıbrıs'la ilgili itiraflar ve yolun sonu...
TRT 2'de geçtiğimiz hafta yayınlanan canlı bir programa katılan ANAP Genel Başkan Yardımcısı ve TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Bülent Akarcalı, "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni, Türkiye büyükelçisi ve güvenlik kuvvetleri komutanı yönetiyor" demiş. Haberi Kıbrıs'ta yayınlanan Avrupa gazetesi vermiş. Şimdiye kadar Akarcalı tarafından yeni bir açıklama yapılmadığına göre de bu haberi doğru kabul etmek durumundayız. Biz de, Kıbrıs'ın kuzeyinde, değil bağımsızlık, Türkiye eliyle kaba bir baskı rejiminin yürütüldüğünü hep söylemiştik. O bölgenin, gerçekleri dile getiren gazetecilerin tehdit edildiği, 'casus' iftiralarıyla hapse atıldığı, gazetelerinin kundaklandığı, AB ile ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini söyleyenlerin vatan haini sayıldığı, Rumlar'la birarada yaşanabileceğini söyleyerek barıştan yana görüş açıklayanların, 'Rum ajanı' ilan edildiği düzmece bir 'korku cumhuriyeti' olduğunu anlatmaya çalışmıştık. Şimdi iktidardaki bir partinin tepe yöneticilerinden biri de hemen hemen aynı şeyleri dile getiriyor. Akarcalı ayrıca, 'Kuzey Kıbrıs'ta bir devlet var gibi göründüğünü, ama aslında Ankara tarafından bir eyalet gibi yönetildiğini' de söylüyor… Arkasından da şu değerlendirmeyi yapıyor: "Türkiye Kıbrıs politikasını değiştirmediği takdirde büyük felaketlere uğrayacaktır." Buna benzer lafları bir süre önce Dışişleri Bakanı İsmail Cem de söylemişti. Belirtilen, ama ayrıntısına girilmeyen 'felaket' ne olabilir acaba? Kısa yoldan, lafı dolaştırmadan söylemek gerekirse, 'felaket' senaryolarından biri, 'Kıbrıs'ın ucuza' gitmesi olabilir. Çünkü Denktaş eliyle Türkiye'nin sürdürdüğü uzlaşmaz ve çözümsüzlüğü çözüm olarak gören politikalarda artık denizin bittiğini, devlet içinde başka hesapları olanlarla, gözlerini gerçeklere kapatmış soğuk savaş artıkları dışında herkes artık görebiliyor. En devlet yanlısı yorumcular ve uzmanlar bile, Kıbrıs ve Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde diplomasi alanının daraldığını söyleyebiliyor. Türkiye'nin, sürekli masadan kaçan ve uzlaşma istemeyen taraf olarak, şimdi uzlaşmak zorunda kalırsa ağır bedeller ödemek zorunda kalabileceğini söyleyen yorumcular bulunuyor. 'Felaket' senaryolarından ötekisi ise, Türkiye'nin uzlaşmaz tavrını sürdürerek birşeyler almak yerine, hiçbir şey alamaması… Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Kıbrıslı Türkler olmadan AB'ye girmesi. Arkasından Türkiye'nin AB'den tamamiyle dışlanması… Bunu isteyenler için tabii ki bir mesele yok. Bu odaklar zaten 'ulusal bir bahane' ile Türkiye'nin Avrupa sürecinden de, uluslararası demokratik camiadan da kopmasını ve iç ve dış düşmanlarıyla kendi 'ulusal güvenlik' dünyasına kapanmasını isteyenler… Ama Türkiye için asıl 'felaketin' o zaman başlayacağını görmek için de uzman olmaya hiç gerek yok. Bu senaryoları akla getiren ise, kuşkusuz Türkiye'nin şimdiye kadar uyguladığı Kıbrıs'a ilişkin çözümsüzlük politikalarındaki saçmalıklar… Çünkü, Türkiye'nin, Kıbrıs'ta çözümsüz ve hareketsiz kalması sonucunu doğuran iki 'ulusal gerekçesi' de günümüzde hiçbir anlam ifade etmiyor. Birincisi, çözümsüzlüğü savunmanın temel nedeni olarak, Kıbrıs'ın Türkiye için 'hayati stretejik' öneme sahip bir konumda oluşu gösteriliyor. Bu, bir 'ulusal güvenlik' anlayışıdır. Ve şimdiye kadar kamuoyuna 'ulusal tabu' olarak benimsetilmiştir. Gerekçe 'ulusal güvenlik' olduğu için de çözüm önerilerinin tartışılması dahi engellenmiştir. Oysa bu görüş, benzer tabular gibi yanlıştır. 'Ulusal güvenlik'çilerin dediği gibi, Türkiye'nın güney sınırları Kıbrıs'tan başlıyorsa eğer, Türkiye adayı bölerek, bir yandan AB ile düşman olacak ve bir AB üyesinin toprağını işgal etmiş duruma düşecektir. Öte yandan da, Yunanistan'la güneyinde de bir sınır oluşturmuş gibi olacak ve 'düşman' cephesini genişletecektir. Türkiye'nin, kuzeydeki Türkler'in güvenliklerini ileri sürüp adadaki askeri varlığını bunun güvencesi olarak görmesi ve uzlaşmazlık gerekçeleri arasında bu konuyu da zikretmesi de doğru bir yaklaşım değildir. Birincisi, AB üyesi olacak bir Kıbrıs'ta artık kimse kimseye bir fiske bile vuramayacaktır. Kıbrıs vatandaşlarının her türlü hakları ve hukukları Avrupa hukukunun ve Avrupa yargısının teminati altında olacaktır. Bu nedenle adada kuvvet tutmak yerine mesela, adanın tümüyle silahsızlanmasını önermek daha tutarlı ve daha saygın bir davranış olabilir. Kıbrıs gibi, nüfusu bir milyon civarında olan ve temel geliri turizm olan bir adanın askeri güce ne ihtiyacı olacaktır? İkinci olarak, AB hukuku ve AGİT vb. diğer uluslararası mekanizmalar bir yana, günümüz imkanlarında, Türkiye'nin adaya yarım saat içinde müdahalesi sözkonusu olabilecektir. Görüldüğü gibi tartışılmaz olarak gösterilen tabuların tartışılması durumunda farklı görüşler ortaya çıkabiliyor. Günümüzde sorunlar, artık sadece 'güvenlik' anlayışları ve 'askeri' yöntemlerle değil, daha uygar, daha barışçı yöntemlerle çözülebiliyor. Türkiye'nin, Kıbrıs ve AB konusunda atacağı adımlar, aslında Türkiye'nin önümüzdeki dönem ne yana gideceğini de gösterecek. Dileyelim ki, 'felaket' senaryoları değil, 'çözüm' e yönelik anlayışlar ve sağduyu hakim olsun.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |